Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

İki temsilci arasında Yemen krizi

ABD Yemen krizi için neden özel temsilci atadı? Bu karar, yeni yönetimin eski ABD yönetiminin sayfasını kapatan kararları arasında mı yer alıyor, yoksa bunun nedeni, BM temsilcisinin Yemen krizinin tarafların görüşlerini birbirine yaklaştırma misyonunun başarısız olması ve krizin çözümünü hızlandırmaya yardımcı olacak başka mekanizmalar benimseme ihtiyacı mı?
ABD Başkanı Joe Biden yönetimi, Husi Hareketinin yabancı terör örgütleri listesine dahil edilmesine ilişkin eski Donald Trump yönetiminin Kongre'ye sunduğu karar taslağını resmi olarak iptal ettiğini açıkladığından beri, Husi örgütü bunu yanlış yorumlayarak Yemen topraklarına, Marib ile diğer kurtarılmış bölgelere yönelik saldırılarını sürdürdü. Bununla da yetinmedi, çeşitli balistik füzeler ve silahlı insansız hava araçlarıyla Suudi Arabistan topraklarına yönelik saldırılarını yoğunlaştırma yoluna gitti. Bu tırmandırma nasıl açıklanabilir: Sadece manevralardan mı ibaret, yoksa İran'ın nükleer anlaşmaya dönme koşulları konusunda ABD ve müttefiklerine karşı kullandığı gibi baskı araçları mı?
Biden yönetiminin gelişi ve ABD Başkanı’nın 4 Şubat Perşembe günü Dışişleri Bakanlığı’nda dış politikadaki yönelimleriyle ilgili yaptığı ilk konuşmasında Yemen dosyasına ilgi göstermesi, gözlemcileri, tüm taraflarını etkileyen ve uluslararası toplum için insani bir kabusa dönüşen 6 yıllık krizin sonuna yaklaşılabileceğine dair iyimser olmaya sevk etti. ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken'in, bölgeyle ilgili uzun bir deneyime sahip olan Tim Linder King'i Yemen özel temsilcisi olarak ataması da yeni ABD yönetiminin Yemen krizine olan ilgisinin güçlü bir göstergesiydi.
Tesadüfe bakın ki Mart ayı başında, eski başkan Barack Obama döneminde Afrika İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak görev yapan ve şimdi de ABD’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi olan Afro-Amerikan Linda Thomas- Greenfield Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) başkanlık etti.
Yemen krizinin öznel komplikasyonları ve bölgesel çatışma eksenleriyle bağlantısı, bir BM özel temsilcisinin varlığı ve şimdi bir Amerikan özel temsilcisi ile desteklenmesiyle uluslararası boyutlar kazanmasına mı neden oldu?
Yeni ABD yönetiminin Yemen gündemine olan ilgisi yalnızca insani amaçlar taşımıyor, aynı zamanda Yemen’in jeo-stratejik konumu, ABD’nin bölgedeki müttefiklerinin güvenliğine ilişkin endişeleri, dünyanın en hassas bölgelerinden birinde uluslararası barış ve güvenliğin korunmasıyla ilgili stratejik boyutlara da sahip.
Yemen’in Babu’l Mendeb’ten Aden Körfezi ve Hint Okyanusu’na kadar sahip olduğu jeo-stratejik konumu, İran'ın bölgedeki vekillerinin hakimiyetine girmesi durumunda ABD çıkarları ve uluslararası toplum için büyük bir tehlike teşkil ediyor. Bu durumda İran aynı zamanda hem Hürmüz Boğazı hem de Babu’l Mendeb üzerindeki kontrolünü sağlamlaştıracak. Buna, Yemen’in başta Suudi Arabistan’ın sahip olduğu en önemli küresel petrol rezervi olmak üzere Arap ülkelerinin en büyük petrol rezervlerine yakın konumunu da ekleyin. Suudi Arabistan on yıllardır ABD’nin bölgedeki ana müttefiki ve iki ülke arasındaki ilişkiler Beyaz Saray’daki başkan Cumhuriyetçi veya Demokrat olsun bütün bu süre boyunca devam etti. Dolayısıyla bölgedeki herhangi bir gerilim coğrafi olarak sadece bölge ülkeleriyle sınırlı kalmayıp, küresel istikrarın kendisini sarsabilir. ABD’nin dünyadaki geleneksel etki alanlarını, özellikle de Yemen, Arap Körfezi bölgesi ve genel olarak Arap ülkelerini korumaya yönelik ilgisinin nedeni budur. Özellikle Ortadoğu, Afrika ve Asya'yı kapsayan devasa "Bir Yol Bir Kuşak" projesiyle ABD nüfuzuna meydan okuyan Çin gibi yükselen uluslararası bir güçle yüzleşmesi için önemlidir.
Komplikasyonlarına rağmen Yemen’e ve bir bütün olarak Arap Körfezi’ne yönelik uluslararası ilginin nedeni bu şekilde açığa kavuşuyor.
Yemen dosyası yerel boyutları nedeniyle oldukça karmaşık. Altmışlı yıllarda 26 Eylül 1962’deki devrimden sonra patlak veren savaşta cumhuriyet yanlıları ile monarşi yanlıları arasında iktidar çatışması yaşanmıştı. Daha sonra iktidar çatışmasının tarafları kabileler ile ordu oldu. Bu çatışma ordunun eski devlet başkanı Ali Abdullah Salih döneminde iktidarı ele geçirmesi ile sonuçlandı ama Yemen’de savaş sona ermedi. Bu kez 1972-79 yılları boyunca devam eden kuzey ile güney arasındaki savaş patlak verdi. Savaş, Kuzey ve Güney’deki iki devletin birleşme projesi yoluyla çözüme yönelmeleri ile sona erdi. Ne var ki birlik projesi başarısız oldu ve 1994’te Kuzey “birlik ya da ölüm” sloganı ile Güney’e saldırdı. Mevcut Yemen Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi göreve geldiğinde bu sorunu Ulusal Diyalog adını verdiği bir toplantı düzenleyerek çözmeye çalıştı. Toplantı diyalog kararları ve sivil bir anayasa taslağı hazırlanması kararı ile sonuçlandı ancak Husiler bunu kabul etmeyip darbe yaptılar. Başkent Sana’yı ele geçirdikten sonra Güney’i yeniden ilhak etmeye çalıştılar ve 2015 yılı başındaki işgalle tüm Yemen halkını dışladılar. 2007'deki Güney Hareketi'nden doğan geniş çaplı güney direnişi, Husi işgaline direnmeyi başardı. Yemen Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’nin yaptığı yardım çağrısına karşılık veren Suudi Arabistan liderliğindeki Arap koalisyon ülkelerinin desteğiyle Husileri yendi.
Bu olayları sırasıyla anlatıp hatırlatmak, Yemen krizinin komplikasyonlarını, Kuzey Yemen çerçevesinde bir iç savaştan nasıl birleşen ama 1994-2005 yılları arasında iki kere silahlı güçle dayatılmaya çalışılsa da birlik projeleri başarısız olan iki devlet arasındaki çatışmaya dönüştüğünü açığa kavuşturuyor.
Eylül 1962 devrimi sırasında Mısır ve Suudi Arabistan dönemin iki bölgesel gücüydü ve BM’nin yardımıyla Kuzey Yemen'deki rolleriyle sorunu çözmeyi başardılar. Afro-Amerikan BM özel temsilcisi ve Demokrat ABD başkanı John Kennedy’nin özel temsilcisi Ralph Bunche, BMGK çerçevesinde sosyalist kampın ülkeleri ile uzlaşmayı başardı.
Kuzey ve Güney arasındaki 1972-79 savaşı sırasında ise Arap ülkelerinin, özellikle de Kuveyt’in arabuluculuk girişimleri oldu. Sovyetler Birliği diplomasisinin Güney Yemen’e yaptığı baskı ile oynadığı etkili ve kararlı rol, başkent Sana’yı tehdit edecek noktaya gelen askeri operasyonlarını durdurmasını sağladı.
1994’teki savaş sırasında ise, Mısır ve Katar dışında KİK (Körfez İşbirliği Konseyi) ülkelerinin başını çektiği Arap Girişimi, Güvenlik Konseyi’nin iki karar almasını ve Cezayirli  diplomat el-Ahdar el-İbrahimi’nin BM özel temsilcisi olarak Yemen’e göndermesini, krizi ve silahlı çatışmaları sona erdirmesini sağlamakta başarılı oldu.
Ama elbette bugün yaşanan çatışma farklı, bir azınlık tüm Yemen'e hakim olmaya ve Yemen halkının büyük çoğunluğunu dışlamaya çalışıyor. Mevcut çatışmanın eski çatışmalardan en temel farkı, Yemen krizini çözmeleri için görevlendirilen BM özel temsilcilerinin sayısındaki artış olabilir. Nitekim bu görevi ilk olarak Cemal bin Amr (2011-2015), ardından İsmail Veled eş-Şeyh Ahmed (2015-2018) üstlendi. 2018’den bu yana da Martin Griffiths bu görevi yürütüyor.
ABD yönetiminin 1963’ten beri ilk kez Dışişleri Bakan Yardımcısı Timothy Linder King'i Yemen özel temsilcisi ataması ve bunun sonucunda Yemen dosyasını İngiliz BM Özel Temsilcisi ile Amerikan Özel Temsilcisi olmak üzere iki temsilcinin üstlenmesi ve iki ülkenin de BMGK’nın daimi üyesi olması, Washington’un Yemen dosyasına verdiği önemi gösteriyor. Burada şu soru akla geliyor; BM temsilcisinin yanında bir Amerikan temsilcisinin varlığı nasıl bir yeni ekleme de bulunabilir? Unutmamalıyız ki Griffiths, BM’nin Yemen kararları çerçevesinde çalışıyor, dolayısıyla krizin taraflarıyla toplantılar yapması çok doğal. Husi örgütü de isyancı bir hareket olmasına rağmen BM Özel Temsilcisi ile görüşmelerinden yararlanarak kendisini öne çıkardı. Peki, ABD Özel Temsilcisi de aynı yöntemi benimseyecek mi?
ABD Dışişleri Bakanı'nın Husilerin hem Suudi Arabistan'daki sivilleri hedef alan saldırılarını hem de Marib şehrine yönelik saldırılarını kınaması bunun aksini gösteriyor. Husiler, ABD'nin son olarak Suriye'nin doğusuna düzenlediği hava saldırısı ile İran hükümetine gönderdiği mesajı göz ardı etmemeliler. Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Blinken da İran’ın Yemen’deki çatışmanın alevlerini körüklediğini ve daha fazla tırmandırma tehdidinde bulunduğunu söyledi. Bu, Husi Hareketi Yemen ve Suudi Arabistan'a yönelik saldırılarını tırmandırmaya devam ederse, kendisine Suriye’dekine benzer bir uyarı yapılacağı mı yoksa bu kez uyarının farklı olacağı mı anlamına geliyor?