"Susma!.. Hakkı söylemeye devam et.
Ağzına gem vurduğun anda, sırtına eyer vururlar."
Malik bin Nebi
Ancak;
Hakkı söylemek ve haykırmak adına susmamalıdır…
Adaletsizlik karşısında susmamalıdır…
Haksızlık karşısında susmamalıdır…
Zulüm karşısında susmamalıdır…
…
Konuşması ve hakikati söylemesi gereken yerde insanın susması, onu zillete düşürür. Zira insan, gücü nispetinde yanlışlara karşı koymakla yükümlüdür. Hz. Peygamberin tavrı ve tavsiyesi de bunu gerekli kılmaktadır. Ebû Saîd el-Hudrî’den gelen rivayete göre Resûlullah şöyle buyurmuştur: "İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona karşı kin ve nefret beslesin). Bu ise imanın asgarî gereğidir."[1] Aynı terbiye ile yetişen Hz. Ali de; “Haksızlık önünde eğilmeyiniz, çünkü hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz.” diyerek haksızlık, adaletsizlik ve zulüm karşısında gerekli tavrı göstermemenin nelere yol açabileceğine dikkatleri çekmektedir.
Sadece hakkı söylemenin yeterli olmadığı durumlarda adaletsizliği, zulmü engellemek ve hakkı hâkim kılmak için gerektiğinde mal ve canla savaşmak da gerekebilir.
“Size ne oldu ki, “Ey Rabb’imiz! Bizi şu zâlimler diyarından kurtar; lütfen bize elimizden tutacak bir dost, zalimlere karşı bizi koruyacak bir yardımcı gönder!” diye yalvaran şu çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar için Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa 4/75). Bir yerde haksızlık ve zulüm varsa inanç sahibi insanlar, buna duyarsız kalamazlar. Kalmamalıdırlar da. Zira inançları buna müsaade etmez. Bugün haksızlık ve zulüm karşısında mü’minlerin sesleri duyulmuyorsa bu durumu, imanlarının gücünü kaybettiğinin bir işareti olarak görmek gerekir.
Haksızlık ve zulüm karşısında yer almak meşakkatli ve sabır gerektiren bir iştir. Burada gösterilecek sabır, haksızlığa boyun eğmek ve tepkisiz kalmak demek değildir. Aksine burada gösterilecek sabır, dünyanın süsü, nefislerin ayartması ve bâtıl yolda olanların çokluğuna rağmen hayır/iyilik yapmak, hakkı söylemek ve bu uğurda karşılaşılan zorluk ve sıkıntılara dayanmaktır.[2]
Haksızlığı ve zulmü ortaya koyanlarla menfaat ve çıkar bağları olabilir. Bu bağlar bizi hak adına konuşmaktan ve yapılan yanlışlıklara karşı sesimizi yükseltmekten alıkoymamalıdır. Zira bir takım sebeplerle onlara gösterilecek meyil, verilecek taviz böyle davranan kişiyi de sıkıntıya sokacaktır: “Zulmedenlere (asla) eğilim göstermeyin (onları hiçbir şekilde desteklemeyin), yoksa size de ateş dokunur (Allah’ın azabına ve gazabına uğrayıverirsiniz) . Sizin Allah'tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım da edilmezsiniz.” (Hud 11/113)
Kişisel menfaatleri uğruna, yapılan haksızlıklara göz yumanlar, haksızlıkları yapanlarla aynı kefede yer alırlar. Zira zulme rıza zulümdür. Veya bir kelamı kibar da ifade edildiği üzere; “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.”
Haksızlığı yapanlar ister zalim ve zorba bireyler olsun isterse hükmü, yönetimi ellerinde tutan idareciler olsun onlara karşı koyma ve hakkı haykırmada durum değişmemelidir. Çünkü Hz. Peygamber’den haber verildiğine göre, “En faziletli cihad, zalim yönetici/sultan karşısında (söylenen) hak/adil/doğru sözdür.”[3]
Zalim yöneticilere karşı susmayıp hakkı haykırmak elbette ki cesaret ve yiğitlik gerektirir. Ancak şunu unutmamak gerekir ki Hz. Peygamberden bize gelen şu haberde vurgulandığı gibi “Hakkı söylemek ne eceli yaklaştırır ne de rızkı uzaklaştırır.” Hz. Peygamber buyurdu ki; “Sizden birinin insanlardan korkusu, gördüğü veya şahit olduğu bir hakkı söylemekten onu alıkoymasın. Çünkü hakkı söylemek ne eceli yaklaştırır, ne de rızkı uzaklaştırır.”[4]
Hakkı söylerken onu söyleyiş üslubuna da dikkat etmek gerekir. Sürekli hatırda tutulması gereken şudur ki Allah Teâlâ Hz. Musa ve Hz. Harun’u tanrılık iddia eden Firavun’a bile gönderdiğinde yumuşak bir dille hakikati anlatmalarını tavsiye etmiştir.[5] Karşı tarafa iyice ifade edilmelidir ki ortaya konulan tavır şahsa karşı olmaktan çok, şahsın ortaya koymuş olduğu yanlış ve haksız davranışadır. Onlara karşı konulacak tavra ve gösterilecek davranışa dikkat etmek gerekir. Zira bugün yaptıkları sebebiyle zalim ve düşman safında yer alanlar, yaptıklarına son verir tevbe ederlerse kardeşlerimiz olacaklarını unutmamak gerekir:
“İyilik ile kötülük asla bir olmaz. O hâlde, sen; sana kötülük yapana iyilikle karşılık ver; gönül incitmeden, rencide etmeden, tatlı dille ve yapıcı bir üslupla, yani en güzel şekilde kötülükleri bertaraf et; işte o zaman, aranızda kin ve düşmanlık bulunan kişinin sanki birdenbire sımsıcak bir dosta dönüştüğünü göreceksin.” (Fussilet 41/34)
Haksızlık karşısında susmayacağız, ancak neyi nasıl söylediğimize de dikkat etmeyi bırakmadan ve Yunus Emre’nin şu uyarısına kulak vererek söylemeliyiz;
Söz ola kese savaşı/Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı/Bal ile yağ ede bir söz.
[1] Müslim, Îmân, 78; Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17.
[2] Emalılı, Hak Dini Kur’an Dili, IX, 6081
[3] Tirmizî, Fiten 13; Nesâî, Biat, 37; İbn Mace, Fiten, 20.
[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/50.
[5] Taha 20/42-44