Abdurrahman Şalkam
TT

Libya için ‘İkinci Aralık’

Gelecek 24 Aralık, Libyalıların, parlamento için yarışanların isimlerinin yazıldığı kağıtların konulduğu sandıkların önünde sıraya girecekleri bir günden ibaret değil. Bu şüphesiz ülke için muazzam bir umut. Fakat Libya’nın bu ‘İkinci Aralık’ süreci ilkinden daha farklı. Bu İkinci Aralık sürecini, Eylül ve Şubat başta olmak üzere -öncesinde ve sonrasında- renklendiren birçok ay vardır. İnsanlar aynı insanlar, dünya da aynı dünya değil.
Halkın büyükleri, hayal ve umut masasının etrafında toplandılar. Bu yarış, içinde açları doyurmanın ve susamışların susuzluklarını gidermenin bulunduğu ‘tek bir vatan’ içindi. İktidar, kişisel çıkar merdiveni değildi, bilakis yabancıların iktidarında kırbaç, hapishane, kan ve vergi dışında bir şey görmeyen halkın hayallerindeki müjde ‘vatan’ idi. Yeni doğmakta olan ulusal siyasi sahnenin ön saflarında yer alanların çoğu İtalyan sömürgeciliğine karşı akıl, dil ve silah ile savaşan bir savaşçıydı. Hiçbiri iktidar ve yönetim uğruna silaha sarılmadı. Bugün silah, başka bir şeye dönüştü. Güç, işgal zamanında yükselip bağımsızlık güneşinin parlamasıyla ortadan kaybolan başka bir güçtür. Yeni bir varlığın ortaya çıkışını hazırlayanlar, bunu anacak iyi bir diyalogla başarabilirler. Ebü’t-Tayyib el-Mütenebbî’nin dediği gibi:
“Ne verecek atın ne de paran var
Durum kötü ise sözün güzel olsun”
Anayasayı hazırlayan altmışıncı komitenin tartışmasında hâkim olan dil, herkesin paylaştığı güzellikler sunan aklın ürünüydü. Bazılarına ‘atıflarla’ hitap ediliyor ve büyükler dinleniyordu. Bu büyük isimler, ülke için yakın ve uzak vadede neyin planlandığının farkındaydılar. En yakın siyasi liderlerin arzularının yanı sıra Libya'dan binlerce kilometre uzakta olanların hırslarını biliyorlardı. Herkesin okuduğu denklem, ya kardeşler arasında karşılıklı tavizler ya da diğerine boyun eğme idi. Herkesin etrafında toplandığı tercih, herkesin endişelerini hesaba katan ve aynı zamanda bağımsızlık ve birlik hayalini gerçekleştirmeyi amaç edinen federal bir krallıktı. Fizan şeyhlerinden biri, basit merkezi devlet tercihi ile ilgili konuştuğu BM Elçisi Adrian Pelt’e, “Bir kutuya bir yumurta ile iki taş koyup hareket ettirirseniz kırılan ne olur?” diye sordu. Adrian Pelt, “Elbette yumurta” diye cevap verdikten sonra şeyh sözlerine şöyle devam etti:
“İşte, Sirenayka ve Trablus ile birleştiğinde Fizan’ın da durumu böyle olur. Bu millet, federal bir sistem olduktan sonra birleşen krallıkta ömür sürdü. Libya’nın Eylül’ü yeni bir çağda doğdu. Artık mideler boş değil, hastalıklar bulaşıcı değil ve cehalet hükümferma değil. Bu yeni neslin zihinleri, Aralık şeyhlerinin hayallerindeki umut haritasından farklı bir fikirle doldu.”
Arap milliyetçiliği fikri -ve özellikle de Nasırcılık- Libya'ya sınırların ötesinden geldi ve ona geri döndü. Gençlerin silah zoruyla ele geçirdiği bir yapı oluştu. Aralık’ta, Libyalıları bir araya getiren sufi bir kral vardı. Eylül’de Libya mozaiğini oluşturan milliyetçi bir devrimci liderdi. Elbette, söylediklerim dışında fikirleri olan birçok kişi olacak. Ancak burada bir soru sormak istiyorum: İkinci Aralık’a doğru giderken Libyalıları bir araya getirecek tutkal nedir? Bazıları buna, “Parlamento ve cumhurbaşkanlığı ayaklarıyla seçimler” diye cevap verecek. Fakat seçimlerin tutkal olabilmesi için malzemeler eksik. Bunlardan ilki, devletin biçimini belirleyen, insanları birleştiren ve herkesin eşit olduğu vatandaşlığın temelini oluşturan anayasadır. Herkesin tabi olduğu hukukun üstünlüğü ise yeni devletin üzerine inşa edildiği temel olmaya devam ediyor. Bunu, sadece kanunla sınırlanabilecek fikir özgürlüğü takip ediyor. İkinci Aralık tutkalı, sosyal, ekonomik ve hatta psikolojik çatlaklarıyla birlikte Libya'yı bir araya getirecek mi? Bugünün dış müdahaleleri, insanları ve dünyası “Birinci Aralık veya Eylül” döneminde olduğu gibi değil. Geçen aya doğru yolcuğun azığı farklı olduğu gibi yeni oluşumun ve dönemin yapıcılarının kat edeceği yol da aynı şekilde farklıdır. İkinci Aralık’ta da yeni bir irade gücünden bahsedebilecek miyiz?
Ülke, vatan ve devlet… Her birinin kendisine mahsus özellikleri olmasına rağmen temelde birbirleriyle bağlantılıdırlar. Ülkeye dokunup toprağıyla, dağlarıyla, vadileriyle ve suyuyla onu görürüz. Vatan, her ne kadar dokunulup görülen bir şey olmasa da bedene hayat veren ve onu canlı tutan ruh gibidir. Devlet de aynı şekilde görülüp dokunulacak bir şey değildir. Ancak hukuk, idare, sistem ve silahlarla var olan yapıyı koruyan bir güç gibidir. Birinci Aralık’ta ülke işgalcilerden geri alındı ve yoksulluğa, cehalete ve dış güçlere rağmen bir devlet kuruldu.
Bağımsız bir devletin hazırlıkları yapıldığı zaman azınlıklar ve bileşenlere ilişkin konuşmalar, Libya'da yaşayan Yahudiler ve İtalyanlar hakkındaydı. Hiç kimse Tuareg, Tebu ya da Berberi topluluklarından bahsetmedi. Öncelikli olan vatandır. Bedeni canlandıran ruh olmaksızın ne ülke, ne devlet, ne de hükümet var olamaz. Birinci Aralık, Libya’ya bu ruhu verdi. İkinci Aralık’ta, ilkinde yapılanları yapabilecek akla, insanlara ve topluma ulaşılabilecek mi?