Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

ABD’deki duruşmadan sonra ne olacak?

ABD, 1960’lardaki sivil haklar hareketinden bu yana en büyük ırkçılık karşıtı gösterilerin fitilini ateşleyen davada hükmün açıklanmasının ardından rahat bir nefes aldı. George Floyd’u öldürdüğü için suçlu bulunan eski polis memuru Derek Chauvin’in aleyhinde verilecek başka bir karar, yeniden öfke dolu gösterilere yol açacak, toplumdaki bölünmeyi derinleştirecek ve ABD’nin dünyadaki imajına zarar verecekti.
Ancak söz konusu hüküm, polis şiddeti sorunundan hayatın birçok alanında kökleşmiş olan ırkçılık dosyasına kadar toplumdaki derin uçurum göz önüne alındığında, ABD’nin kat etmesi gereken uzun yolda attığı küçük bir adımdan başka bir şey değil. Hüküm açıklandıktan sonra mahkemenin önünde oluşan kutlama havası bile aslında temelde var olan bezginlikten kurtuluşun ve sorunun büyüklüğünün bir ifadesiydi. Bu sivillere, özellikle de etnik azınlıklara yönelik polis şiddetine karşı alınan nadir bir karar olduğu için insanlar "Sonunda... Sonunda" diye bağırıyorlardı. Zira çoğu zaman insanlar polisin ateş açarak sivilleri öldürmelerine ilişkin “göstermelik” soruşturmalarda ölüme sebep verme suçlaması yöneltilmediğini görüyorlar. Polisin etnik azınlıklardan erkeklerin, kadınların ve hatta çocukların, özellikle de Afro-Amerikalıların ölümüyle tekrar eden durumlarda ceza almadan paçayı sıyırdıklarına da şahit oluyorlar.
Dolayısıyla başta ABD Başkanı Joe Biden olmak üzere birçok kişinin söz konusu kararı polis şiddeti vakalarında Afro-Amerikalılar için adaleti sağlamada ender bir an olarak tanımlamaları şaşırtıcı değildi. Duruşmayı emniyet teşkilatı için gerekli olan kapsamlı reforma giden yolda ilk adım haline getirme ve aşırı güç kullanımını düzeltme yönünde çağrılar yapılması da normaldi. Nitekim tek bir duruşma, azınlıkların ve Afro-Amerikalıların polise karşı zihinlerinde kazınmış olan güvensizlik duygularını ve sistematik bir şekilde ırkçılığa maruz kaldıkları hissini ortadan kaldırmayacak.
Duruşma sırasında yaşanan tartışmaların odaklandığı iki temel soru vardı. Bunlardan ilki ölümün sebebinin ne olduğuydu. Yani Floyd’un ölümüne neden olan polis miydi? İkincisi de şuydu: Durum göz önüne alındığında Chauvin’in böyle bir güç kullanması makul ve meşru muydu?
İlk soruya yanıt veren doktorların ve şahitlerin çoğu Floyd’un Chauvin’in dizinin altında boğularak öldüğünü söyledi. Jüri üyeleri (7 kadın ve 5 erkek), duruşma sırasında kendilerine gösterilen birçok videoyu izlemelerinin ardından bu görüşe katıldıklarını beyan ettiler. Savunma avukatlarının jüri üyelerini Floyd'un kalp sorunu olduğuna ve uyuşturucu etkisi altında bulunduğuna ikna etme girişimleri ise başarısız oldu.
İkinci sorunun cevabına gelince; şahitler, polis memurları ve uzmanlar kullanılan güç düzeyinin kabul edilebilir olmadığını bildirdiler. Polis memuru, elleri arkada kavuşturulmuş, yere yüzükoyun yatırılan adamın boynuna diziyle dokuz dakikadan fazla bir süre bastırmış ve Floyd’un 20 kereden fazla tekrarladığı ‘Nefes alamıyorum’ yakarışına aldırış etmemişti. Chauvin söz konusu süre boyunca açık bir kibirle eli cebinde bir şekilde, meydan okurcasına etrafında toplanan insanlara bakıyordu. Bu korkunç sahneyi kayıt altına alan telefon kameralarından endişe etmemiş hatta Floyd son nefesini verdikten sonra dahi üç dakika boyunca diziyle boynuna bastırmaya devam etmişti.
Chauvin emniyet teşkilatının etrafını sarıp kendisini koruyacağını ve yargıcın birçok davada olduğu gibi aleyhindeki suçlamaları düşüreceğini düşünüyordu. Böylece toplumda yaygın olarak görülen polis şiddetini ve ırkçılığı derinleştirmeye katkıda bulunacaktı. Ancak bu defa böyle olmadı. Nitekim dava, ABD’nin ve dünyanın vicdanını sarsmış, devam eden ırkçılık meselesine, özellikle de Afro-Amerikalıların hedef alınmasına yeniden ışık tutmuş ve aynı zamanda ABD polis kültüründe kökleştiği görülen bir sorun hakkında daha kapsamlı tartışmaların açılmasına zemin hazırlamış oldu.
Şu an önemli olan şey davadan sonra ne olacağı ve iki gün önce verilen kararın, daha sonra durumun eski haline döneceği sembolik bir adım olarak kalmaması için atılacak adımlardır. Bu nedenle Başkan Biden da dahil birçok kişi ırkçılık krizi, emniyet teşkilatında reform yapılması ve bunu desteklemek üzere yasalar çıkarılması gerektiğine yönelik açıklamalarda bulundu. Floyd’un öldürülmesinin ardından ABD’nin yanı sıra tüm dünyada düzenlenen geniş çaplı protestolardan bu yana 30’un üzerinde ABD eyaleti güç kullanımının sınırlandırılması, disiplin sistemlerinde düzenleme yapılması, emniyet teşkilatlarına daha fazla sivil gözetimin dayatılması ve kötü muameleyle ilgili vakalarda şeffaflık talebi de dahil olmak üzere emniyette reforma yönelik yeni kanunlar çıkardı. Bu adım, polis memurlarının çalışmaları sırasında, başta azınlıklar olmak üzere halkla ilişkilerde gerçekleştirdikleri ihlalleri örtbas etme kültürünü ortadan kaldırmak amacıyla atıldı.
Biden ayrıca polisin çalışma şeklinde düzenlemeler yapılması ve sistemin içerisine kazınmış olan ırkçılıkla mücadele edilmesi için Demokrat kanadın geçtiğimiz mart ayında Temsilciler Meclisi’nde kabul ettiği “Floyd Kanunu” tasarısını da destekliyor. Söz konusu kanun tasarısı, gözaltı sırasında nefesin kesilmesine yönelik müdahaleyi yasaklıyor. Başkalarının anayasal haklarını çiğnemekle suçlanan yetkilileri koruyan dokunulmazlığı iptal ediyor ve görevi kötüye kullanan polis memurlarının davranışlarını izlemek ve performanslarını iyileştirmezlerse aleyhlerindeki cezai tedbirleri artırmak amacıyla ulusal bir sicil kaydı tutulması çağrısında bulunuyor. Ancak kanun tasarısı Cumhuriyetçilerin itiraz etmesi nedeniyle Senato’dan geçmeyebilir. ABD’deki emniyet kurumlarının reform sürecinin zorluğu sadece Kongre’de köklü bir düzenleme için gerekli olan adımların atılmasını engelleyen bölünmeler ya da toplum içindeki sert kutuplaşmalardan kaynaklanmıyor. Aynı zamanda emniyet teşkilatının çalışma sisteminin karmaşıklığı, şiddet kültürünün kökleşmiş olması ve azınlıkların polise karşı şüphelerinin güçlü olması nedeniyle de kolay ve hızlı olmayacak. Özellikle Afro-Amerikalılar  polis tarafından hedef alındıklarını düşünüyorlar ve istatistikler tutuklanma oranları, yollarda teftiş için durdurulmaları ve polisle temas halinde vurulmaları hakkındaki şikayetlerini destekliyor.
Geçtiğimiz yıl boyunca günde üç kişi polis tarafından öldürüldü. ABD medya kuruluşlarının aktardığı istatistiklere göre polislerin sivillere ölümcül bir şekilde ateş açtığı olayların sayısı 2019 yılında neredeyse 999 iken 2020 yılında bu sayının yaklaşık bin 100’e ulaştığını ortaya koydu. 2021’in ilk üç ayında polislerin sivillere ateş açtığı 213 olay tespit edildi. Toplam nüfusun yalnızca yaklaşık yüzde 13’ünü oluşturmalarına rağmen ölenlerin yüzde 24’ü Afro-Amerikalılar oldu. Chauvin’in duruşması sırasında bile ABD’li üç genç polis tarafından öldürüldü. Sonuncusu iki gün önce Columbus’ta (Ohio) polis kurşunuyla yaşamını yitiren 16 yaşındaki Makia Bryant’dı.
ABD’nin önünde uzun bir yol var. Polis reformu, aslında halen hayatın birçok alanına kazınmış ve yayılmış bir durumda olan ırkçılık gibi daha büyük bir sorunun çözümünün yalnızca bir parçası olacak. ABD’de yaşananlar ülke sınırları dışında da yankılanacak. Zira ırkçılık sadece ABD’nin sorunu değil.