Lezbiyen’in L’si ve Gay’in G’si
Eşcinsellik 60’lı yıllarda Erkek ve kadını eksene alan bir tanımdı. Yani erkek-erkek ve kadın-kadın eşleşmesini ifade etse de ilişki tarzları eşcinsel dahi olsa yine de cinsiyet rolleri erkeksi aktif kadın- kadın, aktif erkek - kadınsı pasif erkek şeklindeydi. L ve G böyle kavramsallaştırıldı.
Biseksüelliğin B’si
Bireyin hangi eşten cinsel uyaran algıladığı ve buna olan yanıtı cinsel yönelimini belirler. Bu yönelim duygusal, romantik veya cinsel açıdan karşı cinse karşı ise heteroseksüellik, kendi cinsine ilgi duyma homoseksüellik/eşcinsellik, her ikicinse karşı ilgi duyma biseksüellik olarak adlandırılır (Zucker, 1997)
B’ler kadın ya da erkektirler ama hem kendi cinsiyetlerini yaşamakta hem de iradelerini kullanarak eşcinsel ilişkilere de girmektedirler. Bu tercih de bir davranış bozukluğu olmaklabirlikte bu davranışta ısrar ise sapkınlık olarak tanımlanmalıdır.
Transseksüelliğin T’si
Transseksüellik bir kısım homoseksüelin (erkek eşcinselin) çeşitli dış müdahaleler ile vücutlarının bir kısmını dişilleştirmesidir. T’ler aynı anda hem erkeklik özelliklerini hem de bazı kadınsılıkları içeren karmaşayı yaşamaktadırlar. Kadın olduklarını iddia etseler de biyolojik ve psikolojik olarak hiç bir zaman tam anlamıyla bir “kadın” olamayacaklardır.
İnterseks’in İ’si
İnterseks, genital organlarda doğuştan gelişim problemi bulunan bireyleri ifade etmek için kullanılan kapsayıcı bir terimdir. Bu gelişimsel anomaliler iç veya dış genital organlarda olabileceği gibi hem iç hem dış genital organlarda da olabilir. Yani dış genital organları normal olan bazı bireyler intersex olabilir.
İ’ler hakkında müstakil bir kitap da yazmış olan Dr. Zeki Bayraktar’ın tespitine göre “Hermafrodizm, Intersex ve Seksüel Gelişim Bozukluğu ifadeleri aynı manaya gelen tıbbî terimlerdir. Hünsa ise bu tıbbî terimlerin İslami fıkıh dilindeki karşılığıdır. Bu nedenle hünsanın da eşcinsellikle karıştırılmaması gerekir.”
İ’ler eşcinsel olmamalarına rağmen ideolojik kurguda eşcinsel davranış bozukluklarının yanına yerleştirilmektedirler. Oysa İ bireyler biyolojik/genetik bir bozukluk sebebiyle çift cinsel organlı doğsalar da bir cinsel kimliğe sahip kişilerdir. İ’lerin herhangi bir psikolojik cinsel davranış bozukluğu yoktur herhangi bir irade göstererek “sapkın” da olmamışlardır.
Pedofiller’in P’si mi?
Arzu/Şehvet’in politikası insanın kendisine tapmasının bir ifadesi aslında. Post-yapılsalcı felsefe insanın kendisini yapı-söküme uğratıyor ve tam ortasına da kişinin rızasını oturtuyor. İsteyen istediğini yapsın sınırsızlığı, değerlerin erdemlerin, anlamın göreceleleştirilmesini siyasal bir söyleme dönüştürüyor. Şehvette rızan varsa bunu sonu şizofreni. Bugün “normalleştirilen” hatta daha da ileri gidilerek en ufak bir eleştiri getirildiğinde linç edilmenize sebep olacak biçimde ortamı terrorize eden LGBTİQ’ya eklenen plus (+) simgesi aslında 60’lardan bu yana toplumda tepkiye neden olan pedofili gibi diğer “rıza” merkezli post-yapısalcı talepler için konuyor. En azından 2021 itibariyle pedofili halen bir “sapkınlık” ve “suç” ama cinsiyetçi biyo-politika üreten postyapısalcılar için değil. 17 Şubat 2020 tarihli şu haberi okuyalım:
Fransa’da pedofili tartışması büyüyor: 40 yıllık utanç
“Fransa’nın önde gelen yayınevlerinden biri olan Julliard Yayınevi’nin editörü Vanessa Springora’nın ocak ayında yayımlanan “Le Consentement” (Rıza) isimli kitabı Fransa’da pedofili tartışmalarını ateşledi. Kitapta Springora 14 yaşındayken, o dönemde 50 yaşında olan ünlü Fransız yazar Gabriel Matzneff ile ilişki yaşadığını öne sürdü. Fransız polisi iddialar üzerine 12 Şubat’ta Matzneff hakkında tecavüz suçlamasıyla soruşturma başlattı. Olayın Fransa ve dünya edebiyat gündemini meşgul etmesinin başlıca nedeni ise yazar Gabriel Matzneff’in hem pedofili düşüncelerini kitaplarında yazan hem de dünya edebiyat elitleri tarafından el üstünde tutulan biri olması.
Suçlamalara ve soruşturmaya kadar Matzneff, Fransa’nın önde gelen edebi figürlerinden biri olarak kabul ediliyordu. Fransız Akademisi (Fransız dili üzerine çalışmalar yapan ve Kardinal Richelieu tarafından kurulan kurum) 1987 yılında Mottard, 2009 yılında ise Amic ödülünü Matzneff’e layık görmüştü. 2013 yılında ise, Matzneff, “Séraphin c’est la fin!” (Seraf, Bu Son) makalesiyle Fransa’nın en prestijli ödüllerinden biri olan Renaudot Ödülü’nü (Prix Renaudot) kazanmıştı. Matzneff’in son kitabı ise dünyaca ünlü Gallimard yayınevi tarafından basılmıştı. Ayrıca Matzneff Le Point dergisinde ise düzenli olarak köşe yazıları yazmaktaydı.
Vanessa Springora’nın kitabı ocak ayında yayımlanmadan hemen önce, Matzneff Noel’i arkadaşlarıyla kutlamak bahanesiyle Paris’ten Roma’ya geçti. New York Times’tan Norimitsu Onishi’ye konuşan yazar, Paris’e ne zaman döneceğinden emin olmadığını, 2021 Eylül ayında başlayacak olan mahkemeye gitmeye mecbur bırakılmadıkça, dönme gibi bir niyetinin olmadığını belirti.
“İnkar edenler ikiyüzlü”
Aslında Matzneff pedofili ile ilgili yaklaşık 40 yıldan beri çeşitli yazılar yazmaktaydı. Matzneff, Fransa’nın tarihinde büyük yer tutan 68 Olayları’nın bir sonucu olan karşı-kültürel devrimin yarattığı ortamda yazılarıyla ünlenmeye başladı. Özellikle 1974 yılında yayınladığı “Les Moins de Seize Ans” (16 Yaşın Altında) makalesi hem bir çok tepkiyle hem de övgüyle karşılanmıştı. Bazı diğer kitaplarında ise Fransız genç kızlarla olan ilişkilerini, Filipinler’e küçük yaştaki çocuklar ile birlikte olmak için yaptığı gezilerini anlatmıştı. Tüm bunlara rağmen Matzneff, Fransız yayın, gazetecilik, siyaset ve edebiyat dünyasında saygı gören biri olarak nitelendiriliyordu.
Yazar, 68 Olayları sırasında herkesin gizlice yaptığı şeyleri, kendisinin yazdığını, farkının burada olduğunu belirterek, “özgürlüğün gerçekten olduğu yıllarda” bunları yapanın sadece kendisinin olmadığını söylüyor ve yaptıklarını inkar edenleri de ikiyüzlü olmakla suçluyordu.
Entelektüellerin karanlık geçmişi
Yazar, 68 Olayları sonrasında Fransa’da çok tartışılan bir tasarının da destekçilerinden biri olmuştu. 1977 yılında Fransa Meclisi’ne bir grup entelektüel, rıza yaşının düşürülmesi ve yetişkinler ile 15 yaşın altındaki çocukların (Fransa’daki rıza yaşı) rızaya dayalı ilişkilerinde suçlamaların ortadan kalkması için bir dilekçe vermişti. Gabriel Matzneff’e ek olarak, Louis Aragon, Michel Foucault, Jean-Paul Sartre, Louis Althusser, Roland Barthes, Claude Lévi-Strauss, Glucksmann, Françoise Dolto ve Simone de Beauvoir, Gilles Deleuze, Jacques Ranciere gibi felsefe, siyaset ve edebiyat dünyasından bir çok ünlü kişi bu dilekçenin altına imzalarını atmışlardı.
1973 yılında üç erkek, 13 ve 14 yaşlarındaki bir kız bir erkek kardeş ile ilişkiye girmekten dolayı tutuklanmışlardı. Mahkemeleri devam ederken, Gabriel Matzneff’in öncülük ettiği ve yukarıda adı geçen birçok entellektüelin destek verdiği bir dilekçe Fransa Meclisi’ne sunulmuş, mahkeme sonunda sanıklar 5 yıl hapis ile cezalandırılmış, ancak cezalarını tamamlamadan affedilmişlerdi. Sanıklardan Bernard Dejager ile ünlü filozof Jean-Paul Sartre, konuyla ilgili ortak demeçlerde bulunmuşlardı. Le Point’in haberine göre, Dejager 2018 Eylül ayında tekrardan soruşturmaya maruz kalmış, ve evinden çok sayıda çocuk pornografisine ilişkin belgeler çıkmıştı.
Sartre ve Dejager
Ünlü Fransız filozoflarının rıza yaşı kavramı üzerinde durmasının arkaplanında ise filozof Michel Foucault’nun fikirleri yatıyor. Foucault, bilindiği üzere özellikle cinsellik, iktidar ve ceza kavramları üzerine çeşitli çalışmalar yapmıştı. 1978’deki bir radyo programında ise çocukların cinsel ilişkiler için rıza gösterebileceğini, onların rıza gösteremeyecek yetersizlikte olduklarını düşünmenin daha büyük bir istismar olduğunu ileri sürmüştü. 68 sonrası Fransız elitleri ve entellektüelleri arasında, kapitalizmin ortadan kaldırılması için burjuva kültürü ve ahlakının da ortadan kaldırılması gerektiği görüşü hakim olmuştu ve rıza yaşı çevresinde dönen tüm bu tartışmalar aslında burjuva kültürüne karşı yöneltilen eleştiriler şeklindeydi.
Çocuklarda geri döndürülemez hasarlar meydana geliyor
Kurulmaya çalışılan felsefik arkaplana rağmen, küçük yaşta cinsel istismara uğrayan çocukların yaşadığı sorunlar onları tüm hayatları boyunca etkiliyor. Vanessa Springora’nın yazdığı kitap bu açıdan cinsel istimara maruz kalan çocuklardaki geri döndürülemez hasarları anlamak açısından çok önemli kanıtlar sunuyor. Springora, 14 yaşından itibaren iki yıl süreyle Matzneff ile ilişkisinin devam ettiğini, bunun hayatı boyunca onu takip eden depresyon ve diğer psikolojik sorunlara neden olduğunu belirtmişti. Gabriel Matzneff ise son röportajlarından birinde “Ben hem iyiyim, hem de kötü. Kitaplarım orada. Ben öldüğümde, beni kitaplarımla yargılayacaklar” demişti.
Matzneff vakası Fransa’yı çalkalaya dursun 68 rüzgarının başlattığı Cinsel tabuların yıkıldığı/yapıbozuma uğratıldığı Cinsel Devrim patlamasının etkileri Hollanda’da da devam ediyor. Örneğin Komşuluk Sevgi, Özgürlük ve Çeşitlilik Partisi (PNVD) ] Çocuk pornografisinin yasallaştırılmasını ve rıza yaşının 12 yaşına indirilmesini savunuyor.
Kullanılan Stratejiler:
LGBTİQ+ ideolojisi post-yapısalcı felsefenin öncü isimleri tarafından 68 sürecinde kavramları üretilmiştir. Kavramlar Neo-Liberalizmin Marksizm ve İslam gibi antiemperyalist direnç gösteren söylemleri yapı-bozuma uğratmada önbemli rol oynadılar. CIA 68 Fransasında Post-Marksist French theory CIA’in solun biraz daha sağa doğru çekilmesine, emperyalizm ve kapitalizm karşıtlığının gözden düşürülmesine ve nihayetinde emperyal projelerin entelijansiyadan gelecek ciddi eleştirel bir tutumla karşı karşıya kalmadan izlenebileceği entelektüel bir atmosfer yaratılmasına dayalı kültürel programına doğrudan katkı sağladı. İşte bu kültürel programın en önemli unsuru eşcinselliğin bir kimlik mücadelesi olarak ortaya çıkartılmasıydı. (bkz. https://medyascope.tv/2017/04/29/sartrea-karsi-foucault-fransada-radikal-solun-cia-destekli-tasfiyesi/ )
68 sonrası 70’lerde felsefe çevrelerinde ana akıma dönüşen post-modernizm/post-yapısalcılık kavramlarını bilim dünyasının zaten hipotetik olan standartlarını ve tanımlarını değiştirmesiyle etkinliğini arttırdı. Bu süreçte eş zamanlı olarak sanat dallarında kavramlar işlenmeye devam etti.
Film endüstrisini; komedi filmlerini (Tootsie ve Mrs. Doubtfire, kadın kıyafetinde erkekler) ve duygusal filmleri (mesela, Tom Hanks’li Philadelphia) kullanma: Öyle aktörler seçilir ki sempati, eşduyum hissetmemek mümkün değildir. Bir başka yöntem ise, erkek ideal figürlerinin de eşcinsel olabileceğidir. Bunun en çarpıcı örneği, “Brokeback Mountain” veya sert kovboyların “yumuşak aşkı” filmidir. Bu konuda daha yüzlerce örnek verebiliriz. Hep mağdur, hassas eşcinseller ve haşin, kalpsiz “homofob”lar konu edilir. Sonunda izleyicinin vicdanı isyan eder ve “Ben de eşcinselim diyesi” gelir. Günümüzde özellikle Netflix platformunun yayın politikası özellikle LGBTİQ+ ideolojisi çerçevesinde şekillenmekte. (Netflix’in eşcinsel propagandası hakkında bkz. “Postmodern Bağlamda Netflix’te LGBTIQ+ Söylemleri”, Azize Maden, İbn Haldun Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Radyo, Televizyon ve Sinema Anabilim Dali Yüksek Lisans Tezi, İst. 2020)
Politik alana sızma: Son olarak geçtiğimiz günlerde Kaliforniya senatörlerinden Ted Lieu, eyalet senatosuna bir teklif sunma aşamasına gelmiştir. Hedef “reparative/onarım” terapisi diye tanımlanan tedavi şeklini yasaklamaktır. Sözde bu terapi, depresyon ve intihar olaylarına sebep olmuştur… “Senatodaki adamlarımız” (our men in senate), demokratik partinin liberal görüşleri ile birleşip ciddi bir lobi faaliyeti gerçekleştirirler. Tabii ki bu politikacıların bir kısmının kendileri de eşcinseldir.
Dîni sorgulama, ahlâk kurallarını gevşetme: Özellikle yüzlerce kilise kuruluşunun, Hristiyanlığı kendilerine göre yorumladığı ABD’de, yandaş bulmak da o kadar zor değildir. Papazların eşcinsel evlilikleri kutsamaları, hatta kendi aralarında evlenmeleri artık istisnâi değildir.
Psikoloji’yi psödo-bilimsel araştırmalar ile, asıl problemden uzaklaştırma: “Böyle doğdun/born that way” teorisini güçlendirme.
Programlarında eşcinsel ayrımcılığa karşı çıkan kuruluşlara finansal destek verme: IBM, United Airlines, Subaru gibi şirketler eşcinsel aktivistleri finansal olarak da desteklerler. Para, Easter Seals, American Lung Association, Urban League, Girl Scouts (İzci Kızlar) gibi aslında eşcinsellik ile hiç ilgisi olmayan kuruluşlara aktarılır; karşılığında faaliyetlerinde ayrım yapmamaları beklenir. Mesela kızınızı bir izci kampına gönderdiniz, orada da bazı kızlar, aynı çadırda kalıp “aşk” yaşıyorlar; idareciler bu durumu anlayışla karşılamalı ve ayrım yapmamalıdır.
Üniversitelere ve akademik camiaya baskı yapma ve hukuk sistemine nüfuz etme de stratejileri arasındadır.
İşte erdemlerin peşinde olan Din ve ahlak felsefesi alanları bu tarz yanlış seçimlerin önüne geçmek için vardır. İslam eşcinselliği bir davranış bozukluğu olarak görür ve bu sorunun sebeplerine inerek bireylerin dengeli kendileriyle barışık olmaya yönlendirir. Tıpkı Faşizm-Şiddet örneğinde olduğu gibi her hangi bir davranış bozukluğunun örgütlenerek müstakil politik bir kimliğe dönüştürülmesine, normal bir yaşam tarzı olarak tanınmasına da karşı çıkar.
Sonuç itibariyle gerçekte var olan eşcinsellik ile bir ideoloji olarak kurgulanan ve farklı alanlara “sızdırılan” LGBTİ+ arasındaki farkları gördük. Günümüzde Marksist hareketlerin 68 sürecindeki postyapılsalcılıktan büyük oranda etkilendikleri ve kendi teori ve pratiklerinden uzaklaştıkları söylenebilir.