Giriş
Psikoloji ve barış birbirleriyle ilişkili temel olgulardır. İnsana dair her konu, psikolojinin doğal konusu olmak zorundadır. İnsani tecrübe olarak barış konusu, psikoloji alanı içinde en önemli disiplinlerden biri olup barış psikolojisi adına sahiptir. Barış, dar anlamda artık savaşın yokluğu olarak tanımlanmamaktadır. Barış, insanlar ve toplumlar arasında birbirine bağlı olmalarını sağlayacak tarzda insani ihtiyaçların karşılanması için yapıcı ve işbirlikçi ilişkilerin kurulması ve geliştirilmesi durumudur.
Barış psikolojisi, çatışmanın tarihsel, kültürel ve coğrafik kaynaklarını, şiddet ve barışın çeşitlerini, insanlar arası ilişkiyi geliştirmenin yollarını aramaktadır. Psikoloji, barışçıl bir dünyanın inşasına katkı sunan bir disiplin olmalıdır. Barış ve şiddet, insanın duygu, düşünce ve davranışlarını bir bütün olarak içermektedir. Barışın psikolojiyle başladığı gerçeği, unutulmaması gereken bir hakikattir.Barış, psikolojidir.
Şiddet, insan hayatının bir gerçeğidir. İnsan hayatına şiddeti sokan faktörlerin arkasında zihinsel faktörler, kültürel yapılar, fikir çerçeveleri, sosyal süreçler, dini inançlar, coğrafik ihtilaflar, psikolojik şemalar ve tarihsel birikim vardır. İnsan hayatında şiddeti tahrik eden zihinsel faktörleri ve şemaları minimuma indirgemek, herkesin hakkını, onurunu ve özgürlüğünü geliştirmek, şiddetin insan hayatındaki psiko-sosyal etkilerini azaltmak için barışın psikolojik altyapısının kökleştirilmesine ihtiyaç vardır. Barış psikolojisi, barışa imkan yaratma çabasıdır. Psikoloji ve barış, birlikte var olabilen olgulardır. Biri olmadan, diğeri olmaz. Psikoloji ve barışın birlikteliği çözümdür. Sorun ise, birisinin varlığının diğerinin yokluğunu gerektirdiği durumların olmasıdır.
Şiddetin önlenmesi ve ortadan kaldırılması için çok yönlü kavramlara, teorilere ve pratiklere ihtiyaç vardır. Çatışmanın barışçıl araçlarla çözüme kavuşturulması için, çatışma çözümü yaklaşımı geliştirilmiştir. Çatışma çözümü yaklaşımı ve insan haklarının korunması, aslında barışı inşa çabasıdır. Barışın inşası, barış psikolojisinin asli gayesidir.
Barış konusunda objektiflik olmaz. Barışın yanında olmak lazımdır. İnsan ve doğa bilimleri arasındaki duvarlar yıkılmalıdır. İnsan ve doğa bilimleri, bir bütün olarak barışa hizmet etmelidir. Doğa bilimleri olmadan barış inşa edilemez. Barış için açık ve çoğulcu bir bilim anlayışına ihtiyaç vardır. Kişi, barış, insan hakları, özgürlük ve refah değerlerinden vazgeçemez. İnsan, şiddete mahkum değildir. Kişi ve toplumlar istedikleri takdirde reel dünya şartlarında barışçıl çözümler geliştirebilirler.
Barış Karşıtlığı olarak Şiddet
Barışın karşıtı şiddettir. İnsanı şiddete yönelten duygu, düşünce ve davranışların köklerinin, motivasyonlarının ve kaynaklarının keşfedilmesi önemlidir. Düşmanca duygu, düşünce ve davranışın ne olduğu kadar, barışçıl duygu, düşünce ve davranışın ne olduğu da ihmal edilemeyecek önemde olan konulardır. İnsanlarda düşmanlık, duygu, düşünce ve davranış düzeyinde geliştiği gibi, barışçıl duygu, düşünce ve davranışlar da geliştirilebilir ve öğrenilebilir. Şiddet ve barış, tamamen kalıtıma bağlı olan tecrübeler değildirler. Şiddet ve barış olgularının oluşumunda sosyal ve kültürel faktörler kalıtımdan daha etkilidirler.
Çatışma, şiddeti hazırlayan şartların adıdır. Ötekinin olumsuz ve katı niteliklerle kurgulanmasını, dünyanın siyah-beyaz şeklinde iki kutba ayrılmasını, kişi ve grupların kendilerini güçlendiren özelliklere odaklanırken olumsuz ve eksik boyutların ihmal edilmesi, eleştirel aklın işlevsizleştirilerek kapalı bir zihniyetin topluma egemen olmasını, devletin düşmanlar yaratmasını, grup yanlılığını ve milliyetçiliği insanlar arası yapıcı ilişki imkanlarını ortadan kaldıran ve çatışma durumunun oluşmasını sağlayan faktörler olarak değerlendirebiliriz.Gruplar, çatışmak için çeşitli nedenler ileri sürmektedirler.
Doğal ve insani kaynakların kıt olması halinde farklı gruplar, kısıtlı kaynaklara sahip olmak için çatışma içinde olabilirler.Petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olmak için yürütülen küresel hegemonya mücadelesini bu bağlamda zikredebiliriz. Böyle durumlarda gruplar, birbirini suçlamakta, ideolojik düşmanlık, kamplaşma ve birbirini günah keçisi haline getirme şeklinde saplantılı imajlar ve algılar geliştirebilmektedirler. Batının ürettiği “İslami terörizm”, müslüman ülkelerin doğal zenginliklerini sömürmek için üretilen emperyalist bir mittir. Bazen insanlar, kendi mevcut durumlarını başka grupların halleriyle karşılaştırarak göreceli bir yoksunluk içinde olduklarını fark ettikleri anda, diğer gruplarla çatışma yoluna gidebilirler. Mutlak anlamda yoksun ve dezavantajlı bırakıldığını düşünen grupların, katliam ve soykırımlara varan şiddete yönelme olasılıkları çok yüksektir.
Niçin Şiddet?
İnsanın niçin saldırganlığa, düşmanlığa, şiddete ve savaşa yöneldiği sorusunun cevabı, gizemini korumaktadır. Şimdiye kadar bu soruya önemli cevaplar verilmesine rağmen, tatmin edici bir sonuca ulaşılmış değildir. İnsanı şiddete yönelten faktörlerin bilinçaltından kaynaklanan içsel dinamiklerden mi yoksa dışsal sorunlardan mı olduğu konusunda mutabakat yoktur. Kişinin kendini gerçekleştirmek yerine kişiliğini sürekli baskılaması, bilinçaltının patlamaya hazır bir yanardağa dönüşmesi gibi iç faktörler kadar, bireyin kendisini diğer insanlarla karşılaştırarak ekonomik refah ve sosyal statü açısından yoksun olduğunu hissetmesi gibi dışsal faktörlerde insanı saldırganlaştırabilir. Savaş ve şiddetin arkasında, anormal sosyal şartların varlığı, yoksulluğun yaygınlığı, zayıf grupların ötekileştirilmesi ve marjinalleştirilmesi, hırsın, paganizmin ve iktidar arzusunun olduğu düşünülebilir.
Barış için insan haklarının korunması, toplumsal hayatın insanileştirilmesi ve insanın Tevhit inancıyla donanması gerekmektedir. İnsanın iç ve dış dünyasının huzursuz, kaygılı, bastırılmış veya iğdiş olması çok kolay şiddet, çatışma ve savaş üretebilmektedir. İnsanın tatmin olmayan bir varlık olarak düşünülmesi ve dünyanın sınırsız fırsatlarla dolu bir yer olarak kurgulanması, insanı mutsuzluğa ve tatminsizliğe itmektedir. Huzursuz insan, dünyayı huzursuz eden kişidir. Kişi, huzurlu olmadıkça, dünyanın huzurlu olması mümkün değildir.
İnsanların sefalet altında ezildiği, yeterli olarak beslenmediği, sağlıklı barınma imkanlarının olmadığı, eğitim-sağlık-çalışma olanaklarının kısıtlı olduğu, toplumsal kesimlerin kendileriyle ilgili konularda karar veremediği bir yerde barışın olması mümkün değildir. İnsan haklarının ihlal edildiği, ulusal ve uluslar arası ekonomik düzenin adaletsiz olduğu, ayrımcılık ve ırkçılığın hüküm sürdüğü, güçlü devletlerin küçük devletlere tahakküm ettiği bir dünyada çatışmanın, şiddetin ve krizin her türlü çeşidinin her an gerçekleşmesi mümkündür. Bireylerin ve ulusların davranışı, birbirinden ayrılamaz. Savaşın nasıl önleneceği konusuna yoğunlaşmak önemlidir, ama yeterli değildir. Savaşı ve çatışmayı önlemeye çalışmak kadar, çatışma ve savaşı hazırlayan şartların ortadan kaldırılması gerekmektedir. Kalıcı barış, insan haklarına dayalı olan barıştır.
İnsanlar, kolaylıkla şiddet ve savaşa yönelebilmektedir. İnsan kişiliği, kişiyi savaşa ve şiddete yönelten kalıp ve şemaların etkisi altındadır. İnsanın psikolojik yapısı, barışı, uyumu ve uzlaşmayı destekleyen doğal şemaları yeterince içselleştirmemiştir. İnsanın asabiyetleri, yani aidiyetleri barışın önünde engel oluşturabilmektedir. İnsanlar, körü körüne en korkunç emirlere itaat etmeye eğilimlidirler. Savaş ve şiddet, yaratıcı ve heyecanlı bir macera olarak düşünülmektedir. Savaşın her şeyin babası olduğuna dair bir yargı, bilgelik olarak eskiden beri söylenmektedir.
Savaş yapaydır. İnsan, savaşla doğmamaktadır. Savaş, insanın yapay şartlar altında ürettiği bir şeydir. Şartlar değiştirilirse, savaşın önlenmesi mümkündür. İnsanlar, birbirlerini bilmediklerinden dolayı değil, birbirlerini yanlış ve çapık bir şekilde bildiklerinden dolayı birbirlerine düşman olmaktadırlar. Çatışan taraflar, ötekini dehumanize etmeye ve onu kurbanlaştırmaya çok eğilimlidirler. Kullanılan dil yoluyla ötekileştirme, yani semantik dehümanizasyon ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlar, mermilerden çok, sözleriyle savaşmaktadır.Dilsel savaş, insanlara karşı savaşı mümkün hale getirmektedir. Farklı grupların kendilerinden olmayan kişileri eksik, insan olmayan, hayvan, asalak, virus ve lüzümsuz nesneler olarak değerlendirmesi dilsel dehumanizasyonun tezahürleridir.
Savaş ve çatışmalar, insan doğasının doğal tezahürleri değildirler. Barış için gruplar arası çatışma ve gerilimlerin kontrol altında tutulması, saldırganlığın azaltılarak insani enerjinin yapıcı amaçlara yönlendirilmesi gerekmektedir. Savaş ve saldırganlığı azaltmak için insanlar arası adalet, maksimum düzeyde sağlanmalıdır. Hükümetlerin halkları soyması, kitlelerin devlete güvenmemesi, devletin halka baskı uygulaması ve politikaların çılgınlığa yaslanması, şiddet doğuran kurgulardır.
İnsanların ve grupların göreceli olarak yoksun ve yoksul olduklarını hissetmeleri, alarm verici bir durumdur. Ekonomik imkansızlıklar ve yoksunluklar, insanlarda öfke yaratmakta, diğer insanları tehdit ve düşman olarak görmeye yöneltmekte, yanlış kurgular ve basit çözümlerle her şeyin kolaylıkla çözülebileceği anlayışı sonucunda, bazı kişi ve gruplar günah keçisi haline getirilebilmektedir.
Şiddetin Duygusu: Öfke
Öfke ve şiddet birbirini beslemektedir.Şiddete şiddetle karşılık vermek, öfkenin yeniden üretilmesidir.Güç tehdidi, saldırganlığı kullanan grupları etkisiz yapmakta yeterli değildir. Algısal tehdit, gerçek tehditten daha önemlidir. Çatışmanın önlenmesi için tehdit algılarının değiştirilmesi gerekmektedir. Şiddet ve saldırganlık saplantısı ve sapkınlığı içinde olan grup veya toplum, patolojik bir tutum içindedir. Grubun ıslah edilmesi, iyileştirilmesi ve rehabilite edilmesi gerekmektedir.Kitlesel imha, kan dökücülük, nefretin kışkırtılması, güç tekeli gibi faktörler, savaş ve şiddetin rutin bir alışkanlık haline gelmesine neden olmaktadır. Çatışan taraflar, kendi tarafını iyi ve haklı, karşı tarafı ise haksız ve kötü görme eğilimindedirler. Bir grup, diğer grubu düşman olarak tanımladığında, diğer grupta ona düşmanca bir karşılıkta bulunmaktadır. Gruplar arası düşmanlık kısır döngüsü, bu şekildeki algılardan dolayı devam etmektedir. Düşmanların birbirleri hakkındaki yanılsamaları ortaktır.Barış psikolojisinin amacı, barışı korumak için insanları çatışmaya yönelten ve kışkırtan nedenleri ortaya çıkarmak ve etkisiz hale getirmektir.
Bir Şiddet İdeolojisi: Nasyonalizm
İnsanın asabiyetleri, yani aidiyetleri barışın önünde engel oluşturabilmektedir. İnsan, nefretini ve güvensizliğini özenle kurgulanan dış bir düşmana yöneltebilmektedir. Dış düşmanla çatışma bittikten sonra, gruplar kendi aralarında çatışmaya başlamaktadır. İnsanlar, sürekli olarak iç ve dış düşman yaratma arayışındadırlar. İnsanlar, büyük bir ideal uğruna kendilerini feda etmek, cesaret ve onurlarını korumak, inanç ve vatanseverlik gibi yüceltilmiş kurgular adına savaşmayı ve varlıklarını feda etmeyi onurlu bir görev bilmektedirler. İnsanlar, beyinlerinde ve kalplerinde savaşmaktadırlar. Savaş, zihinde ve kalpte olduğu gibi, barışta ilk önce gönüllerde ve zihinlerde kurulmalıdır.
Grup asabiyeti, çoğu zaman kişinin irrasyonel ve yıkıcı kararlar vermesine neden olmaktadır. İnsan, ait olduğu gruptan dolayı gurur duymakta ve tarafgirlik içine girmektedir. Grubu toplu savunmak ve dış düşmanlara toplu saldırmak, insanı şiddete yönelten önemli bir faktördür.
Nasyonalizm, savaş ve çatışmaları besleyen, kitleselleştiren ve yoğunlaştıran bir ideolojidir.Tek bir ulusu haklılaştıran, diğerlerini kötüleyen yaklaşımlar eğitimde terkedilmelidir. İletişim teknolojisi sayesinde insanlar arasında dayanışma mümükün olduğu gibi, yanlışlıkların düzeltilmesi de mümkündür. Barışın gerçekleşmesi için toplumlar, kendilerine olumlu bakılmasını istedikleri gibi, diğer toplumlara da olumlu bakmayı öğrenmelidirler. Diğer etnik grupları aşağı ve düşük görmek, azınlık gruplarını sömürmeyi hak olarak algılamak barışla bağdaşmamaktadır.
Nasyonalizm, insanı şiddete ve yıkıma yöneltmektedir. Barış eğitimi, insanlık ailesinde düşman olmadığını öğretmelidir. İnsanın mensup olduğu tek asabiyet, insanlıktır. İnsanlık aidiyeti, bizi, insanlar arası barışı gerçekleştirmeye motive etmelidir.
Çatışmadan Çatışma Çözümüne
Dünya, çatışmaların yaşandığı bir yerdir. Çatışma olgusu, insanı ve hayatı zayıflatan, tüketen ve cılızlaştıran bir durumdur. Çatışma, hayatımızı kalitesizleştiren ve niteliksizleştiren bir haldir. Niteliksiz bir hayat, çatışmanın ürünüdür. Ancak kaliteli bir hayat talebi, çatışmaya nasıl bir çözüm bulduğumuzla yakından ilişkilidir.
Çatışma olgusu, genelde olumsuz ve istenmeyen bir durum olarak anlaşılır. Ancak çatışma, bizi hayattan koparmamalı, bilakis hayata dört elle sarılmamıza imkan sağlamalıdır. İnsan kişiliği, çatışma sayesinde güçlenmekte, olgunlaşmakta ve gelişmektedir. Çatışma olgusu, insana yaratıcı gelişimin önünü açan altın bir fırsattır.
Gücü elinde bulunduran otoriteler, baskı, dayatma, şiddet, savaş, yerinden etme ve insanı yok etme metotlarıyla büyük facialara ve sonu gelmez çatışmalara neden olabilirler. Çatışma ve şiddet faciasına neden olan barbar bir güce karşı, şiddetle karşılık vermek, çatışma durumuna yaratıcı bir cevap değil, sadece facianın failini taklit etmek demektir. Hegemonik gücün neden olduğu şiddet ve çatışma durumuna hakikat, adalet, merhamet ve barışla cevap verildiği takdirde, insani facianın durdurulması mümkün olabilmektedir.
Çatışma durumunun kendisini sürekli olarak tekrar eden bir faciaya dönüşmemesi için, insanların çatışma çözümünü içselleştiren bir anlayışa sahip olmaları gerekmektedir. Her şeyden önce çatışan taraflar, anlaşmazlıklarını barışçıl bir şekilde çözmek için gönüllü ve istekli olarak bir araya gelmeyi kabul etmelidirler. Sorunu çözmek için işbirliği içinde olmalı ve üçüncü tarafın rehberliğinde ilişkilerini ve işbirliklerini geliştirmeyi öğrenmelidirler. Çatışmayı öğrenen taraflar, çözümü gene birbirleriyle ilişki sayesinde öğreneceklerdir.
Çatışma çözümü, tarafların gönüllü bir şekilde katıldığı barış, adalet ve özgürlük değerlerine dayanan bir süreç olmalıdır. Çatışma çözümü, sadece büyük anlaşmazlıklarda değil, hayatımızın tamamında uyguladığımız bir pratiktir. Çatışma çözümü, sadece tek tarafın yerine getirmek zorunda olduğu bir süreç olarak dayatılırsa, çatışma çözümü süreci başarısızlıkla neticelenir.
Çatışan taraflar, çözüm için belirlenen bir zaman ve mekanda bir araya gelebilirler. Ancak çözüme ulaşmak için kendilerini zaman ve mekanla sınırlamamaları gerekmektedir. Çözüm için tarafların sağlıklı bilgiye ihtiyaçları vardır. Sağlıklı bilgi yerine sonu gelmeyen suçlamalar, taraflar arası düşmanlığı arttırmaktan ve geliştirmekten başka bir işe yaramamaktadır. Çatışma çözümünde kimin neyi yaptığından çok, sorun olarak görülen konuların nasıl çözüleceğine odaklanılmalıdır. Suçlamalar, sürekli olumsuzlukları ve hataları öne çıkarmak, tarafları ötekileştiren bir dil kullanmak bir çatışma durumudur, çatışma çözümü durumu değildir.
Taraflar, durumlarını net ve berrak olarak ifade etme imkanlarına sahip olmalıdırlar. Bir tarafın tek başına topluma kendisini anlattığı, ancak diğer tarafın aynı imkanlara sahip olmadığı bir durum, barış ve çözümün toplumsallaşmasının önünde engel oluşturmaktadır. Taraflar, bir araya geldiklerinde birbirlerinin sözüne dikkat etmeyi ve birbirlerine saygı göstermeyi öğrenmelidirler. Çatışma çözümünde taraflar, dikkat ve özen gösterme konusunda birbirlerini tatmin etmeli ve güven vermelidirler. Taraflar, muhatapları tarafından anlaşılmak istiyorlarsa, ilk önce ötekini anlama konusuna yoğunlaşmalıdırlar. Anlamadan, anlaşılmak mümkün değildir.
Taraflar, sadece kendi pozisyonlarına donup kalmak yerine, ötekinin pozisyonunu onun görebildiği yerden görme yeteneği kazanmalıdırlar. Taraflar, kendi pozisyonları içinde donmayıp diğerinin pozisyonuna geçmeyi öğrendikçe, yaratıcı çözüm anlayışına giderek yaklaşacaklardır. Pozisyonların akışkanlığı, çözüme akışı sağlamaktadır. Artık bu noktadan sonra taraflar, çatışmayı nasıl tekrar edebiliriz saplantısı yerine, çözüm için neler yapabiliriz arayışına gireceklerdir.
Taraflar arasında her iki tarafın üzerinde anlaştığı eylem planı ve yol haritası konusunda resmi bir anlaşma sağlanmalıdır. Çözüm sürecinde tarafların üzerinde anlaştığı şartlara uyup uymadıkları, üçüncü bir göz tarafından sürekli olarak gözlenmelidir. Çözüm sürecinin gözlenmesi ve denetlenmesi, çatışma sürecinin olmazsa olmazıdır.
Sağlıklı ve berrak bir zihinle berrak bir şekilde dinlemeyi ve anlamayı öğrenerek çözümün ortağı olma anlayışının içselleştirilmesi gerekmektedir. Çatışma çözümü, duygu, düşünce ve davranış düzeyinde radikal bir transformasyonu gerektirmektedir. Taraflar, aktif dinleyici, aktif sözcü ve aktif çözümcü olmalıdırlar. Sorunlarını çözemedikleri takdirde üçüncü tarafın yani arabulucudan yardım almaya hazır olmalıdırlar. Taraflar arasındaki farklılıkları kabul etmek, tarafların özel çıkarları ve gündemleri olduğu gerçeğinin farkında olmak, kısır döngünün ötesinde yaratıcı dinleme, anlama ve uzlaşma yeteneğine sahip olma, farklılığın düşmanlık olmadığını bilmek, çatışma sürecinin birisinin kaybı diğerinin kazancı olarak değil, bütün tarafların kazanması üzerine kurulduğunu anlamak çatışmaları barışa ve çözüme götüren insani perspektiftir.
İnsan, çatışmaya eğilimli olduğu gibi, çatışma çözümü içinde yeterli donanıma sahiptir. Barışın gerçekleşmesi için çatışan taraflar, birinin kazancı diğerinin kaybı olmalı şeklindeki mentaliteyi değiştirmelidirler. Taraflar, hakikat ve uzlaşmaya bağlı olmalıdırlar.Tarafların çıkarları arasında denge kurarak ve çatışmanın asli nedenlerini çözerek bir sonuca ulaşmak mümkündür. Çatışma, bir tarafın kazanması, diğer tarafın kaybetmesi için yapılmaktadır. Çatışma çözümü yaklaşımı ise, iki tarafında kazanması üzerine kuruludur. İnsanlar, farklılıklarından dolayı çatışma yolunu seçebilirler. Farklılıklardan dolayı ortaya çıkan çatışmaların, yapıcı yöne kanalize edilmesi mümkündür. Çatışma çözümünde amaç, çatışmayı ortadan kaldırmaktan ziyade, çatışmayı daha üst amaçların gerçekleşmesi için yaratıcı bir araca dönüştürmektir.
Çatışmanın çözüme nasıl kavuşturulacağı temel bir sorudur. Çatışma çözümü veya çatışma yönetimi önemli kavramlardır. Çatışma çözümü, bütün tarafların taleplerini karşılayan ve tatmin eden kapsayıcı bir yaklaşım ortaya koymaya çalışan zor bir yaklaşımdır. Çatışma boyunca tarafların dayanışma ve çatışma düşünceleri birbirine karışmıştır. İletişim yetersizliği, güvensizlik, anlaşmazlık, sert eleştiri, iktidar oyunları, zorlama ve çözümün sadece bir tarafa yaradığı şeklindeki düşünceler çatışmanın devamını sağlayan yaygın eğilimlerdir. Verimli iletişim, dostluk, yardım etme, etkili koordinasyon, ortak değerler ve inançlar, karşılıklı güçlenmenin imkanı ve çatışmanın problem olduğu şeklindeki bakış açısı, iş birliğini ve çözümü arttıran olumlu değişikliklerdir. Taraflar, bir tarafın kazancının diğer tarafın kaybı olduğuna inandıkları sürece, barış için bir çatışma çözümü yaklaşımı geliştirmek zordur.
Barışı korumaya vurgu yapılıp var olan kurumsal ve toplumsal adaletsizliklerin ihmal edilerek olduğu gibi devam ettirilmesi, toplumsal ve siyasal düzeni etkisiz hale getirmektedir.Çatışma çözümü, sosyal, kültürel ve ekonomik şartların, normların ve değerlerin değişimini kapsamalıdır. Çatışma çözümü yaklaşımı, bir oyun ve oyalama değil, derin bir ilişki ve değişim sürecidir. Çatışma çözümü, barış yapmayı öğrenmektir. Barış yapmayı öğrenmek, insan onuruna saygıyı öğrenmek demektir. İnsanın onuruna ve özgürlüğüne saygı öğrenilmedikçe, barışı gerçekleştirmek hep hayal olacaktır.
Direkt ve Yapısal Şiddet, Negatif ve Pozitif Barış
Şiddeti genel olarak direkt şiddet ve yapısal şiddet şeklinde iki kategori içnde ele alabiliriz. Direkt şiddet, kasıtlı olarak kişiler tarafından gerçekleştirilen veya onların emriyle yaptırılan yıkıcı eylemleri ifade etmektedir. Yapısal şiddet ise sosyal organizasyonlar tarafından gerçekleştrilen şiddettir. Yapısal şiddetin amacı, bireylere direkt olarak zarar vermek değil, genel olarak toplumu fakirleştirmek, yaşam standartlarını düşürmek ve insanları sindirmektir. Kişisel şiddetin arkasında özel, araçsal ve siyasi niyetler ve amaçlar olabilir. Yapısal şiddet, bireyin ötesinde kurumsal bir karakter taşımaktadır.Yapısal şiddet, kurumların bazılarına imtiyazlar sağlarken, bazılarının haklarından mahrum olması sonucu oluşabilir. Kurumlar, sahip oldukları ayrıcalıklardan vazgeçmeye istekli olmadıkları için değişmeye direnirler. Kurumlarda iyi niyet ve samimiyet unsuru aramak, anlamlı ve verimli değildir.
Genellikle yapısal şiddeti, kültür beslemektedir. Örneğin yüce idealler uğruna savaş ve şiddet yapmanın meşru ve adil olduğu, yüce bir ideal uğruna hayatını kaybedenlerin şehit olduğu şeklindeki anlatılar, kültürel yapının şiddeti beslemesi ile ilgilidir. Bir tarafın güçlü, diğer kesimlerin mağdur olmasının hayatın kaçınılmaz sonucu olduğu şeklindeki kötümser anlayışda, yapısal şiddeti besleyen zihniyetin önemli bir yansımasıdır Şiddeti besleyen kültürel yapının sorgulanması ve şiddeti doğuran sorunların kaynağının ciddiyetle anlaşılması lazımdır.
Şiddet ikiye ayrıldığı gibi, barışı da negatif barış ve pozitif barış olarak iki kategoride değerlendirebiliriz. Negatif barış, savaş ve çatışmanın yokluk halini ifade etmektedir. Pozitif barış ise sivil itaatsizlik, adalet, eğitim, toplumsal rehabilitasyon ve çevre şartlarının düzeltilmesi gibi uygulamalarla çatışmanın asli nedenlerinin ve kaynaklarının ortadan kaldırılması için yapılan faaliyetleri ifade etmektedir.
Mağdur olan tarafın, baskıcı tarafın uygulamalarını eleştirel olarak sorgulayacak bir farkındalığa ulaşması pozitif barışı zorunlu kılmaktadır. Pozitif barış, toplumda adalet eksikliği, ayırımcılık ve ekonomik mahrumiyet gibi temel sorunların çözüme kavuşturulmasını gerektirmektedir. Pozitif barış, çatışmanın kökten transformasyonu sürecidir.Yapılan bu sınıflamalar, barış ve şiddetin hayatın her alanını kapsayan olgular olduğunu göstermektedir.
Negatif barış, çatışmasızlık dediğimiz durumu korumayı amaçlarken, pozitif barış ise statükoyu değiştirmeyi amaçlamaktadır. Şiddetin yakın vadedeki tehlikeleriyle beraber kültürel ve yapısal kaynaklarının ortadan kaldırılması gerekmektedir.Barış psikolojisi, şiddetin yapısal ve kültürel kökenlerine odaklanmaktadır. Şiddete zemin hazırlayan tarihsel, siyasal, kültürel ve coğrafik şartları hiçbir şekilde ihmal etmek mümkün değildir.Siyasal süreçler ve psikolojik süreçler iç içedir. Realizm adına mikro düzeyde çatışma durumu hakkında yapılan analizler, psikolojik süreçleri ihmal ettiğinden dolayı yeterli değildirler. Barış psikolojisi, sosyal, siyasal, kültürel, tarihsel ve psikolojik süreçleri birlikte ele almayı gerektirmektedir.
Barış Nasıl Yapılır?
Barış konusunda üç temel aktivite vardır. Birincisi barışı korumaktır. İkincisi barışı kurmaktır ve üçüncüsü barışı inşa etmektir. Barışı korumak, şiddetin başlama, yoğunlaşma ve yükselme potansiyeli taşıdığı durumlarda şiddete engel olma ve çatışan tarafların birbirinden ayrı durmasını sağlamaktır. Barışı kurma, çatışan tarafların birbirinden ayrılmasını ve tarafların karşılıklı olarak arzu edilir sonuçlara ulaşması için olumlu bir altyapının oluşturulması gayretini içermektedir. Barış için doğru zamanın ne olduğunun belirlenmesi zordur. Önemli olan tarafların, şiddetin her iki tarafa zarar verdiği konusunda ortak bir yaklaşım içinde olmasıdır.
Barışı kurmak, çatışan taraflar arasında uzlaşma ve mutabakatların gerçekleşmesini içermektedir. Barışın inşası ise, çatışma sonrası dönemde toplumda açılan yaraları sarmak, gelecekte şiddet ve çatışmanın başlamaması ve yapısal şiddeti azaltmak için gerekli önlemleri almaktır. İnsanın ve kurumların, şiddetten arındırılması gerekmektedir. Barışı koruma şiddetten şiddetsizliğe geçişi, barış kurma çatışma çözümünü, barışın inşası ise toplumsal değişimi kapsamaktadır.
Barış için Neler Yapılmalı?
Barışı kurma ve barışı inşa süreçleri aslında birbiriyle ilişkili süreçlerdir. Güvenliğin sağlanması, silahsızlanma, eski savaşçıların topluma entegrasyonu, kitlesel hareketliliğin ve huzursuzluğun durdurulması, hesap veren ve adil yeni siyasal yapıların kurulması gerekmektedir. Barış psikolojisi, çatışma sonrası devam eden problemlerle baş edilmesi ve toplumsal gelişmenin desteklenmesi için diyalog ve uzlaşmanın önünün açılması imkanlarının geliştirilmesi konularıyla yakından ilgilenmektedir.Toplumun gelişimi ile bireylerin fiziksel-psikolojik-sosyal iyilik halinin korunması birbirinden ayrılamaz.
Toplumsal şartların rehabilite edilmesi, çatışma sonrası durumlarda bireylerin sağlığının korunması açısından önemlidir.Yaşanan travmaların gelecek nesillere yıkıcı bir şekilde aktarılmaması gereklidir. Geçmişin zaferlerinin ulusal gururla ve yenilgilerinin aşağılanmış bir nitelikte gelecek nesillere aktarılması, travmaya kalıcılık ve kurumsallık kazandırtmaktadır. Yaşanan acıların uygun bir şekilde yası tutulmadıkça, kurbanlık ve mağduriyet duyguları gelecek nesillere geçmekte, oluşan kolektif hafıza ve kimlik yeni şiddet ortamlarını hazırlayabilmektedir.Uzlaşmanın sağlanabilmesi için geçmiş acıların ifade edilmesi ve ortak bir gelecek vizyonunun birlikte geliştirilmesi gerekmektedir. Affetme olmadan barışçıl bir gelecek inşa edilemez.
Toplum önünde doğruların ifade edilmesi, intikam yerine adaletin aranması, kimliklerin yeniden tanımlanması ve yeni bir ilişki düzeyine varılması gerekmektedir. Hakikat ve uzlaşma temelinde geçmiş acıların iyileştirilmesi ve yeni bir durumun yaratılması, çatışan tarafların önünde duran büyük bir meydan okumadır.Barışın inşası için çatışmanın durması, toplumsal düzeyde ise barışın kurumlarının ve mekanizmalarının yaratılması gerekmektedir.
Barış Eğitimi
İnsanlar, savaşmayı öğrendikleri gibi, barışı da öğrenmelidirler. Barışı insanlara öğretecek bir barış eğitimine ihtiyaç vardır. Barış eğitimi, insanlar arası cinsiyet, ırk, kabile, renk, kültür, dil ve diğer farklılıkları aşan evrensel bir eğitim olmalıdır. Barış eğitimi, insanı tanıma, anlama, onunla yaşama ve yaşatma eğitimidir. İnsanın hırslarını ve tatminsizliğini sınırlayan ve kişiliği insani yönde olgunlaştıran barış eğitimine bütün insanlığın ihtiyacı vardır. Barış eğitimi, insanları dünya vatandaşı olarak eğitmeye ve farklı kültürlerden öğrenmeye teşvik etmeyi amaçlamalıdır. Barış eğitimi, barış konusunda bilinçlendirmedir.
İnsanların alacağı eğitimin kalitesi önemlidir. Otoriter bir eğitim sisteminden gelen insanlar, itaat etmeyi içselleştirmekte ve siyasi otoritenin şiddet, çatışma ve savaşa dair emirlerine itaat etmeyi kendilerinin doğal görevi olduğunu kolaylıkla kabul edebilmektedirler. Otoriteye ve güce itaat etme eğilimi, insanları korkunç şiddet davranışlarına yöneltebilmektedir. Şiddetin karşısında durmak yerine şiddetin yanında yer almak veya şiddete sessiz kalmak tutumları da yıkıcılığı ve çatışmayı beslemektedir. Özellikle eğitim yoluyla milliyetçiliğin, fanatizmin, kabileciliğin ve devletçiliğin insanlara empoze edilmesi, kişilerin farklı milletlere, kültürlere, inançlara ve kimliklere düşman olmasına, insani çoğulculuk konusunda negatif duygular ve tutumlar beslemesine neden olabilmektedir.
Milliyetçilik, insanı vahşileştiren bir zehirdir. Barış eğitiminde insanlara ve insani farklılıklara saygı gösterilmesinin, bütün halkların düşman değil, kardeş ve akraba olduğunun öğretilmesi gerekmektedir. İnsanlığın bir aile, insanlarında bu aile içinde kardeşler olduğu gerçeği, insani bilince yeniden işlenmelidir.
Savaş ve şiddet, insanın kaçınılmaz kaderi değildir. Çocuklar, barış eğitimiyle yetiştirilmelidirler. Gruplar arası nefretin ve düşmanlığın yaratılması ve yoğunlaştırılması mümkün olduğu gibi, onların azaltılması ve kontrol edilmesi de imkan dahilindedir. İnsanlık, bir aile olarak dünyada özgürlüğün, güvenliğin ve refahın gelişimine birlikte katkıda bulunabilir. İnsanlar ve topluluklar, nasıl yaşayacakları konusunda kendileri karar vermelidirler. Mağdur edilmiş halkların onurlarına saygı gösterilmeli, hiçbir topluluk insan onuruyla bağdaşmayan aşağılayıcı muamelelere ve uygulamalara maruz kalmamalıdır.
İnsanların fıtri arzuları ve idealleri, şiddet veya barışı yaratabilir. İnsanın derinliklerinde olan fıtri arzular, derin barışın kaynağı haline getirilmelidir. İnsanlar arası ilişkiler, sürekli genişletilmelidir. Çatışma sonrası hoşnutsuzlukları, düşmanlıkları ve memnuniyetsizlikleri güçlü ilişkiler engelleyebilir. İnsanları çatışmacı ve rekabetçi ilişkilerden işbirlikçi ve dayanışmacı işbirliğine yönelten şartların ortaya konması önemlidir. İşbirliği ve dayanışmacı şartların güçlendirilmesi, barışı güçlü kılmaktadır. Birbirini tanıma, ötekileştirmeyi, şiddet ve düşmanlığı azaltabilmektedir. Barış için temas ve tanıma esastır. Grupların pozitif bir şekilde birbirine bağlı ve ilgili hale getirilmesi, grup çatışmasını dayanışmaya dönüştürmektedir.Barış eğitimi, çatışma çözümü ve insanın kendisini olgunlaştırmasını bir bütün olarak, insanın barışçıl becerilerini ve yeteneklerini geliştirme faaliyeti olarak değerlendirebiliriz.
Sonuç
İnsanlar, onurlarını ve özgürlüklerini korumayı, fedakarlıkta bulunmayı, çalışma ve üretme ihtiyaçlarını karşılamayı, toplumu yıkmadan yapmayı öğrenmelidirler. Barış, insanın toplumu yıkmadan yapıcı bir şekilde toplumu inşa etmesi, genelin yararı için çalışması ve fedakarlık yapması demektir. Günümüzde gezegenimiz ve insanlığımız tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar tehdit altındadır. Terörizm, kitle imha silahları, siber şiddet, milliyetçilik, emperyalizm, nükleer yarış, ideolojik, dini ve mezhepsel mücadeleler, zengin-fakir arasındaki uçurum, doğal zenginlikleri kontrol etme mücadelesi, insan hakları ihlalleri dünyayı bir çatışma meydanı haline getirmektedir. Bütün bu olumsuz şartlar karşısında psikoloji, insan hayatında barışı geliştirmeye katkı sunan yeni bilgiler, anlayışlar ve yollar bulmalıdır. Barış psikolojisi, adil ve onurlu barışın imkanlarını bulmaya yardım eden işlevsel bir alan olmalıdır.Psikoloji, insanın insanı zehirlemesini değil, insanın insanı iyileştirmesini ve geliştirmesini öğretecek yollar ve fikirler ortaya koymalıdır.