Vitaly Naumkin
Rusya Bilimler Akademisi 'Oryantalizm Enstitüsü' Başkanı
TT

Türkiye, Türk dili konuşan halkları birleştirebilir mi?

Geçen yılın sonunda, Türkiye'nin kayıtsız şartsız Bakü'yü desteklediği Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki büyük çaplı silahlı çatışmaları müteakip, Rus basınında, Türkiye'nin komşularının "Türk birliği" adı verilen projeyle ilgili söylemine dair endişelerini belirten bir dizi materyal yayınlandı. Bunun nedeni, Ankara'nın bu çatışmadaki rolünün yanı sıra, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Bakü'deki Türk Dili Konuşan Ülkeler İş birliği Konseyi Devlet Başkanları 7. Zirvesi’nde yaptığı konuşma. Erdoğan bu konuşmasında ilk kez, Azerbaycan ve Türkiye’ye atıf yapan “İki devlet, Tek millet” yerini alan “Altı devlet, Tek millet” sloganını gündeme getirdi. Bu iki ülkenin halkı birbirine çok yakın iki dil konuşuyor, öyle ki kültürel ve dilsel kimliklerine düşkün Azerbaycanlıların çoğu kabul etmeseler de Türk entelektüelleri temsil eden bir grup, onu tek bir Türk dili olarak kabul etmeyi öneriyor. Şimdi Türkiye Cumhurbaşkanı bu yeni sloganı açıklarken, ülkesinin Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan'ı “ev halkı” olarak gördüğünü söyledi. Halbuki bu ülkeler tarafsızlıklarına sıkı sıkıya bağlılar ve Konseye halen yalnızca gözlemci sıfatıyla katılıyorlar.
Erdoğan, "Türkistan" terimini Türk halklarının "aile rahmi" veya "ana odağı" olarak kullandı. Bu odağın sakinlerini "300 milyonluk büyük bir aile" olarak niteledi. Bölgedeki pek çok kişiyi en çok hayrete düşüren Erdoğan’ın, hepsinin aynı dine inanmalarının yanı sıra, aynı tarih ve kültüre sahip oldukları, aynı medeniyeti paylaştıkları, iddia ettiğine göre aynı dili konuştukları ve bu nedenle “Türkiye’yi evleri saydıkları” sözleriydi. Erdoğan aynı zamanda Türkiye’de bir Türk toplumundan da bahsetti. Burada, bu 6 ülkeden göçmenlerin yanı sıra Tatarları, Çerkesleri, Ahıska Türklerini, hatta Çeçenleri (ülkelerinden uzakta dağılmış kardeşleri) kastediyordu.
Bu noktada Arap dünyasıyla bir karşılaştırma otomatik olarak ve istemsizce kendini dayatıyor. Belki de Erdoğan, Araplara kasıtlı olarak meydan okumak istedi. "Arap birliği" fikri, sadık destekçileri 70 yıl öncesine göre daha az olmasına rağmen, Araplar için hala yaşıyor. O zamanlar, Arap taraftarı bir genç olarak "Birleşik Arap ulusu" sloganının hayranı olduğumu gizlemiyorum. Gerçekçiliği konusunda şüpheci olan Rus meslektaşlarıma onu savunurdum. Arap milliyetçisi arkadaşlarım, özellikle de Filistinliler, şevkleri ve parlak karizmalarıyla beni geleceğin Arapları birleştirmekte olduğuna ikna etmişlerdi ve ben de onlara inanmakta hevesliydim. Hepimiz, işgalden kurtarılan topraklarda "Bağımsız ve Egemen bir Filistin Devleti"nin kuruluşunun yakın olduğuna  inanıyorduk. Bugün, Erdoğan'ın açıklamalarının dayandığı argümanları kendisiyle tartıştığım bir Türk profesör arkadaşım, yıllar önce Arap arkadaşlarımın sahip olduklarından daha az bir şevkle olsa da Türklerin yaşadığı 6 ülkenin gelecekte bir birlik kurabileceklerine beni ikna etmeye çalışıyor ve şunu soruyor: “Mustafa Satı el-Husri teorisini dil ve tarih birliği üzerine kurmadı mı? Pekâlâ, bu başarılı olmasa da biz Türklerde başarılı olacak, çünkü Türk devleti ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil edilen güçlü bir lider var.” Ben ise Arapların en azından gerçekten ortak bir Arap edebi diline sahip oldukları, oysa Türklerin böyle bir şeye sahip olmadıkları delilini öne sürdüm, ama bu, onu fikrinden caydırmadı.
Elbette her şey Erdoğan ve destekçilerinin bu sloganı yorumlama biçimine bağlı. Eski "Türk birliği" fikirlerini siyasi konseptiyle canlandırmaya çalışacak kadar saf olduğunu düşünmüyorum. Birbirinden tamamen farklı ve ancak yakın bir zamanda bağımsız kalkınma ve ulusal inşaat yolunda yürümeye başlayan birkaç ülkeden bahsediyoruz. O halde burada sadece kültürel birlik, ticari ve ekonomik entegrasyondan mı bahsediliyor? Büyük olasılıkla öyle.
Ancak "Türk birliği" kavramının propagandası yapılan bir başka yanı daha var ki, aslında makalemin başında bahsettiğim kaygıyı artıran da bu; askeri entegrasyon. Geçen yılın ekim ayından bu yana, Türk medyası birleşik bir "Turan Ordusu" oluşturulması çağrısında bulunan yayınlar yapmaya başladı. Aynı ay içerisinde Savunma Bakanı Hulusi Akar, Kazakistan ve Özbekistan'ı ziyaret ederek askeri-teknik iş birliğini genişletme adımlarını görüştü. Azerbaycan ile askeri iş birliğine gelince, gerçekten de eşi görülmemiş seviyelerde, hatta Ermenistan ile son çatışmalarda Türk vatandaşlarının askeri harekatlara doğrudan katılımı noktasına ulaştı.
Rus uzmanlar, Türk dili konuşan ülkeler arasında bir askeri ittifak tesis edilmesi olasılığından şüpheliler, zira aralarında çok fazla çelişki, rekabet ve sorun var. Ne yazık ki, bu aynı zamanda "Bağımsız Devletler Topluluğu" içinde yer alan ülkeler için de geçerli. Örneğin, kısa bir süre önce, çok sayıda Özbek'in yaşadığı Tacikistan ile Kırgızistan arasındaki sınırda küçük çaplı da olsa çatışmalar yaşandı ve Rusya’nın yardımıyla bastırıldı. Bu arada, Orta Asya ülkelerinin Rusya veya Çin’e düşman olmaları onlar için hiç de karlı olmayacak, ancak Türkiye ile geniş ekonomik iş birliği kesinlikle gelişecek.
Peki ya "tek Türk milleti" fikri? Bana öyle geliyor ki, Türk dili konuşan halklar, zaman zaman dış güçler tarafından pekiştirilen tüm anlaşmazlıklarına, çelişkilerine ve çekişmelerine rağmen, sahip oldukları entegrasyon koşulları düzeyi açısından Araplara yetişemeyecekler.
Ünlü Lübnanlı siyasetçi, diplomat ve eski bakan Gassan Selame, Valdai Uluslararası Diyalog Forumu ile yaptığı röportajda Arap toplumundaki bazı önemli unsurlara değindi. Bakan Gassan’ın bu bağlamda söylediklerini özetlersek, ana unsurun ve hepsinden önemlisinin tek kültür pazarı olduğunu söylemek istiyorum. Bu bağlamda Arap kültür pazarı, Avrupa pazarından 10 kat daha fazla birbirine entegre durumda. Örneğin, bugün bir Arap ülkesinde yetenekli bir şarkıcı yeni bir şarkı çıkardığında, birkaç saat içinde diğer Arap ülkelerinde de popüler olabilir. Bunun arkasında Arap halkları arasındaki uzun kültürel etkileşim geleneği var. Kitaplar söz konusu olduğunda bu o kadar hızlı değil ama o alandaki etkileşim de etkileyici. Bu, ortak bir fikir pazarı olduğu anlamına da geliyor. Bahsi geçen etkileşim, dini alan için de geçerli. Farklı Arap ülkelerinden şeyhlerin ve alimlerin etkisi tüm Arap ve İslam uluslarına yayılabiliyor.
Arap dünyası ayrıca bölgesel boyutu olan ortak bir finans piyasasına sahip. En önemlisi de ortak bir iş piyasası var. Milyonlarca Mısırlı, Filistinli ve Lübnanlı ülkelerinin dışında çalışarak maddi ve manevi ürünler üretiyorlar. Bu çalışma insanları bir araya getiriyor, birlik ve akrabalık için temel gereksinimleri yaratıyor. Gayri resmi veya "gri" ekonomi de buna yardımcı oluyor. Son olarak, en önemli birleştirici faktör, İslam dini için kutsal topraklara yapılan hac ziyareti var.
Arap dünyasında, buna muktedir olanları bile birleştirmenin mümkün olmaması talihsiz bir durum. Özellikle de bugün belki de kendilerine yönelik en ciddi varoluşsal tehditle yüz yüze olan Filistinliler. Rusya, saflarını birleştirmelerine yardımcı olmak için büyük çaba sarf ediyor ve bunu yapmaya da devam edecek.