Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

İyi zamanlar ve diğerleri!

Meslektaşımız Hüseyin Şubukşi geçtiğimiz Pazar günü “Erdemli halef dönemi!” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Bazı okuyucular bu tuhaf başlığa bakarak gülümsemiş olmalı. Bu bana, şeri ilim müntesipleri arasındaki bir geleneği hatırlattı. Bununla onların, bir alimi abartıya kaçacak şekilde övmek istedikleri zaman onun için “selefin ardılı” ifadesini kullanmalarıdır. Bu ifadeleriyle, söz konusu büyük alimi geçmişin parçası kılarlar ve sanki geçmiştekilerin akranıymış gibi konuşurlar.
Şubukşi, selefe dair bu muazzam takdirin, Hz. Peygamber’e (sav) atfedilen “Asırların en hayırlısı benim asrımdır” hadisinden kaynaklandığını düşünmektedir. Bu hadise göre Hz. Peygamber’in (sav) asrındaki kimseler ve onları takip eden nesil, sonraki nesillerden daha hayırlıdır. Bana göre yeryüzünde zulüm ve adaletsizliğin hâkim olmasıyla birlikte Mehdi’nin geleceğine ilişkin rivayetler bu bağlamdadır. Zira her iki grup hadis, tarihte bir dekadansın olduğuna işaret etmektedir. Yani zaman geçtikçe yozlaşma artacak ve zamanın bir noktasındaki insanlar her zaman kendilerinden sonra geleceklerden hayırlı olacaktır.
Bu rivayetleri yalanlayamam. Çünkü hadis alimlerinin dikkatlerinin çoğunu nakil zincirine verdiklerinin farkındayım. Fakat metnin incelenmesi konusunda yalnızca bu hadislerin çeşitli versiyonları arasındaki farklılık ve birliğe odaklandılar. Metnin makûliyetine, bildiğimiz gerçekliğe uygunluğuna, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in (sav) mesajının ruhuna nadiren dikkat ettiler. İbn Haldun, tarihi rivayetleri araştırma yöntemlerine ilişkin yazdığı eleştirel eseri Mukaddime’de bunun bir parçasına atıfta bulunmuştur.
Bu ve diğer hadislerin sıhhatine ilişkin bir eleştiri yapmak amacında değilim. Fakat bu ifadelerin içeriği, Kuran'ın açık emirleriyle, aklın hükümleriyle ve gerçeklikten öğrendiklerimizle çelişmektedir. Buradan kastım, insanlık tarihinin bir düşüşe, dekadansa tanık olduğu ve sonrakilerin öncekilerden daha az hayırlı olduğu varsayımıdır. Kuran'ın emirlerin bu varsayımla çelişmesinin sebebi, ‘cihat ve hayra davet etmek’ gibi hususlardır. Eğer bunun, mevcut durumu değiştirmesi ve daha iyi bir hale getirmesi beklenmeseydi bunu emretmek abes olurdu. Oysa bu emirlerin yerine getirilmesi büyük fedakarlıklar gerektirmektedir. Allah bir şeylerin değişip düzelmeyeceğini bildiği halde bizi böyle bir şeyle yükümlü tutar mı?
Bu ifadelerin aklın yargılarıyla çeliştiği hususa gelirsek bu, iş ile netice arasındaki bağlantıda görünür. Akıl, mantıksal bir varsayım doğrultusunda bize belirli bir davranışı emreder. Bunun anlamı, iyi ve kötü durumların, insan eyleminin ve davranışının neticesi olduğudur. Geleceğin kaçınılmaz olarak geçmişten daha kötü olacağını söylemek, her iyilik arayışının zıddıyla sonuçlanacağı anlamına gelir ve dolayısıyla her iyilik arayışı ve eylemi, iyilik yapmamakla ve onu aramamakla eşdeğer olur.
Bu ifadelerin gerçeklikle çelişmesi ise, insanlığın geçmişte ve şimdiki zamandaki halleri arasındaki bir karşılaştırmada karşımıza çıkmaktadır. Müslümanların sayısı binlerce kez katlandı, dünyaya yayıldı ve adaletsizlik azaldı. Kuran tüm insanlar için çeşitli dillerde erişilebilir hale geldi, bilgiler çoğaldı, insanın değeri arttı, şehirciliğe, doğa ve hayvanların korunmasına ilgi arttı. Tüm bunlar, hiç tartışmasız şeriatın amaçlarıdır. Yani dünya, Hz. Peygamber’in (sav) iletmek istediği mesajı, başka isimler altında dahi olsa uygulamaktadır. Bizim zamanımız, Emeviler, Abbasiler, Memlükler ve Selçukluların döneminden daha mı az değerli?
Değerli meslektaşım Şubukşi, çok önemli bir konuyu gündeme getirdi ve zamanlar arasındaki ‘değerler farklılığına’ ilişkin bir dizi önemli soru sordu. Korkmadan ve endişelenmeden bu konu üzerinde tefekkür etmemiz gerekmektedir.