Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Arap-Afrika ilişkilerini canlandırma çağrısı

Fransa, İngiltere, Belçika ve Hollanda gibi bir dizi Batı ülkesinin Arap ve Afrika coğrafyalarında geniş alanları kontrol ettiği sömürge döneminde verilen bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesi sırasındaki Arap ve Afrika ilişkileri, sadece devletlerarası düzeyde değil, aynı zamanda halk düzeyinde de aynı hedefleri ve beklentileri içeriyordu.
İronik olan, 20’inci yüzyılın sonu, 21’inci yüzyılın başlarında Arap-Afrika ilişkileri ivmesinde bir düşüşün olması ve her birinin -dün mücadele etmek adına Arap-Afrika dayanışmasının bir unsurunu oluşturan- uluslararası güçlerle ilişkilerini sürekli olarak geliştirmesidir. Bundan daha tehlikeli olan bir diğer husus ise Mısır ve Sudan’ın Nahda Barajı nedeniyle Etiyopya ile yaşadığı krizdir.
Bütün bunlar, şimdiye kadar Afrika ile bu derece ilgilenmeyen ABD, Çin, Hindistan, Türkiye ve bir dizi büyük gücün Kıta’ya ne boyutta akın ettiğine tanık olduğumuz bir zamanda yaşanıyor. Bundan dolayı Arap ülkeleri, Afrika ile olan ilişkilerini yeniden canlandırmak adına konuyu ciddi bir şekilde ele almalı ve Arap ulusal güvenliğini ortak bir kaderlerinin parçası yapacak bir Arap-Afrika ekseni oluşturmak için yeni araçlar üretmelidir.
Afrika Kıtası’na olan bu yönelime yardımcı olabilecek ve destekleyebilecek bazı faktörler var:
- Arap ve Afrika çevresinde bulunan ülkeler mevcut. Bu ülkelerin hem Arap Birliği hem de Afrika Birliği'ne üyelikleri bulunuyor. Coğrafya, Kızıldeniz ve Nil Nehri bunlardan bazılarını bir araya getiriyor.
- Bazı Arap liderleri 1960'lı yıllarda, Afrika Birliği Örgütü (Cemal Abdünnasır), Afrika Birliği (Muammer Kaddafi) ve Bağlantısızlar Hareketi'nin kurulmasında önemli rol oynadılar. Bağlantısızlar Hareketi'nin kurucuları arasında Cemal Abdünnasır ve Gana Devlet Başkanı Kwame Nkrumah de yer alıyordu. İlgili liderler, Arap ve Afrika’da -genel olarak üçüncü dünyada- tarihi referanslar ve modeller oluşturdular.
- Bazı Afrika ülkelerine Arap göçleri oldu ve bu göçmenler yerel nüfusa karıştılar. Afrika Boynuzu'ndaki Etiyopya, Kenya, Eritre, Somali, Cibuti ile Komorlar’a Hadrami ve Yemenli göçleri bunlardan ön plana çıkanıdır. Son üç ülkenin hem Arap Birliği’ne hem de Afrika Birliği'ne üyelikleri bulunmaktadır. Ayrıca Nijerya, Çad, Senegal gibi ülkelerde İslam'ın önemli bir rolü vardır ve halkın çoğunluğu Müslümandır.
- Arap Körfezi petrol devletlerinin kalkınma fonları veya İslam Kalkınma Bankası aracılığıyla özellikle petrol fiyatlarındaki artıştan sonraki kalkınma yardımları ve Arap yatırımları, Arap-Afrika ilişkilerinin güçlenmesinde büyük rol oynadı. Arap Afrika Uluslararası Bankası ve Arap Afrika Ekonomisi Yüksek Konseyi gibi ortak banka ve finans kuruluşlarının kurulması da bunda etkili oldu.
Arap ülkelerinin ‘Güney Afrika’nın Apartheid’ siyaseti karşısındaki tutumu, çok sayıda Afrika ülkesinin bağımsızlık hareketi dalgasının ardından Arap-Afrika ilişkilerinin güçlenmesine katkıda bulundu. BM Genel Kurulu'nda temsil edilen büyük oy bloğu, Filistin davasını destekleyen kararların kabul edilmesini sağladı. Bu karar çerçevesinde Siyonizm, ırkçılık ve ırk ayrımcılığının bir biçimi olarak kabul edildi ve tüm dünya ülkeleri küresel barışı tehdit eden Siyonist ideolojiye karşı direnmeye davet edildi. Ardından İsrail'in Afrika Kıtası üzerinde artan etkisi dolayısıyla karar iptal edildi ve Araplar, İkinci Körfez Savaşı sonrasında İsraillilerle barış yapmak üzere Madrid Barış Konferansı'na gittiler. Bazı Arap ülkeleri, Arap-İsrail çatışmasının çözüm yolunda olduğuna ve uluslararası platformlarda Afrika ülkelerinin oy bloğuna ihtiyaç olmayacağına inandı! Bunlar, Türkiye ve Çin gibi yeni oyuncuların Afrika'daki nüfuz alanlarında geleneksel büyük güçlerle rekabete girdiği bir dönemde yaşandı.
Türkiye'de “Afrika ile Ekonomik İlişkilerin Geliştirilmesi Stratejisi” başlıklı bir belge yayınladı. Afrika ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi büyük oranda arttı. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA), tarım, sağlık, eğitim ve su alanına yönelik iddialı programlar geliştirdi. Afrika Boynuzu ülkeleri (Cibuti, Etiyopya, Kenya ve Uganda) bahsi geçen kalkınma programlarından yararlandılar. Batılı gözlemcilerin bazıları Türkiye'nin Somali gibi iç savaşlardan tükenen ve özellikle İslami çoğunluğun olduğu ülkelerde devleti yeniden inşa etme yönündeki eğiliminin sermaye ve fırsatlar sağladığını görüşündeler.
Roma'dan bir yazar, geçtiğimiz nisan ayında Mina News’deki bir yayınında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın stratejisinin Afrika'daki Fransız nüfuz alanlarına girmek ve Afrika Boynuzu'ndaki eski Portekiz ve İtalya kolonilerine doğru yayılmak olduğunu söyledi. Ayrıca bu ülkelerde nüfuz sahibi olma stratejisi yalnızca kalkınma projeleri ile sınırlı değildir. Türkiye'de eğitim görmek için verilen burslar, Ruanda Üniversitesi gibi bazı üniversitelerde Türkçe dersi verilmesi ve benzeri, bu nüfuzun kültür ve eğitim alanlarına da yayıldığını göstermektedir. Türkiye, ilk önce Afrika Birliği toplantılarına gözlemci üye olarak katılarak, ardından da Afrikalı liderlerle zirveler düzenleyerek Kıta ile olan ilişkilerini taçlandırdı.
Çin ise Afrika'ya nüfuz etmek için “Afrika ülkelerine ve genel olarak gelişmekte olan ülkelere” ilişkin bir retoriği kullandı. Bağımsızlık mücadelesinde Batı sömürgeciliğine karşı durdu ve kurtuluş hareketlerine sempati duydu. Hepsinden önemlisi, büyük sanayileşmiş ülkelerin ekonomileri ile rekabete giren büyük bir ekonomik güç haline geldiğini gösterdi. Bu vesileyle çok sayıda Afrika ülkesini kendine çekti ve bu ülkeler için akla gelen ilk ticari ortak oldu. Fransız gazetesi Le Monde’un yazarlarından birinin belirttiği üzere Çin'in Afrika'daki yatırımları mütevazı ve silah kaynağı olarak beşinci sırada yer almaktadır. Ayrıca yarın Kıta’ya aşı (Kovid-19) temin eden ilk ülke olabilir.
Türkiye ve Çin gibi yeni aktörlerin de katıldığı bu uluslararası akın karşısında Arap ülkeleri Kıta ile olan ilişkilerini yeniden canlandırmak için ne yapmalıdır? Genel olarak Arap Körfezi ülkeleri ve özel olarak Suudi Arabistan, Kıta ülkeleriyle seçkin ilişkileri sürdürmek için ne yapabilir? Nahda Barajı krizi, Arap-Afrika ilişkilerini daha karmaşık hale getirebilir mi? Yoksa tam tersine Arap dünyası ile Afrika arasında yeni ilişkilerin temelleri bu mesele aracılığıyla atılabilir mi?