İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Kaçırılan Lübnan gemisi güvenli bir limandan çok uzakta batıyor

Fransız ve Amerikan Dışişleri Bakanları Jean-Yves Le Drian ile Anthony Blinken'ın Saad Hariri'nin bir sonraki Lübnan hükümetini kurma girişiminden vazgeçmesine ilişkin yorumları çok zarif.
Zarif aslında aklımdan geçen tek kibar kelime. Aksi takdirde uzmanları Lübnan hakkında politikacılarından daha çok şey bilen, bununla birlikte, diplomasilerinin liderleri, üzüntülerini ifade etmeyi, ülkeyi kurtarmayı kabul etmelerini engelleyen “küçük hataları” için siyasi sınıfı kınamayı seçen iki güç hakkında başka ne söylenebilir?
Korkunç bir bilmezden gelme ve masumiyetsizlik durumu, krizi kişiselleştirme girişimi; zira Paris ve Washington, Lübnan'daki durumun bölgesel boyutlarının tamamen farkında. Gerçekten acı gerçek şu ki, İran ile Viyana nükleer müzakereleriyle meşgul olan, başarısı konusunda istekli olan iki başkentin, krizin gerçek nedeni ile yüzleşmek yerine, oyalayıcı siyasi ağrı kesicilerle kriz yöntemini tercih etmesi. Krizin gerçek nedeni ise Irak, Suriye, Lübnan’daki İran yayılmacı projesi. Yemen’i de unutmayalım. Ne Lübnan'daki hayal kırıklığı yaratan inisiyatifinin ve çabalarının gösterdiği gibi Fransa ne de Irak, Suriye ve Yemen’deki duruma yaklaşımlarının gerçekliğinden yola çıkılarak ABD, bölgesel patlamayı etkisiz hale getirmek için pragmatik, samimi ve etkili politikalar benimseme sürecinde görünüyorlar. Elbette eğer Afganistan'da Taliban Hareketinin önünün açılması ve istediğini yapmasına olanak tanınmasının arkasında bölgeye yönelik yeni bir ABD jeo-stratejik politikası yoksa. Bu, İran'da Mollalar ve Devrim Muhafızları yönetimi ile sahada, özellikle de savaş, güvenlik, mezhepsel şantaj cephelerinde yeni denklemler çizen bir politika.
Bilge Lübnanlılar, Saad Hariri'nin hükümeti kurmaktan vazgeçmesine hiç şaşırmadılar. Çünkü asıl sürpriz, yaklaşık 9 ay önce, insanların şaşkınlığı ortasında bu pozisyon için doğal bir aday olduğunu duyurmasıydı. Şaşırtıcı olan Hariri’nin İran’ın Lübnan’daki kolu Hizbullah’ın ülkedeki fiili yönetici ve karar alıcı güç olduğunu çok iyi bilmesine rağmen bunu söylemesiydi.
Evet, Uluslararası Lübnan Özel Mahkemesi’nin unsurlarından biri olan Selim Ayyaş’ı Refik Hariri’yi öldürmekten suçlu bulduğu Hizbullah. Resmi ve gayri resmi medya kuruluşlarının her gün, siyasi ve ekonomik mirasını, iç ve dış ilişkilerini, onunla bağlantılı tüm pozisyonları ve dostlukları  kesintisiz bir ihanet suçlamasıyla hedef alan bir kampanya yürüttüğü Hizbullah.
Aynı şekilde, Saad Hariri, babasının ve mirasının birinci açık düşmanı olan Cumhurbaşkanı Mişel Avn ile muhatap olacağını çok iyi bilmesine rağmen adaylığını açıkladı. Mişel Avn, Taif Anlaşmasını reddetme konusunda en büyük Histiyan savaşçı milis grubu ve eski Patrik Nasrallah Sfeir ile rekabet ederek, Hrisityanların haklarının tek savunucu olduğu iddiasıyla Hristiyanlar arasında mezhepsel liderliğini güçlendirmiş bir isim. Dahası Hariri, eski ABD başkanı Barack Obama ile Washington’da görüşmeyi beklerken Avn’ın hükümetini düşürerek kendisine “tek yönlü bir bilet” kesmekle övündüğünü unuttu ya da unutmuş görünüyor.
Öte yandan Avn’ın damadı ve dışişleri bakanı Cibran Basil, başbakanlık makamını marjinalleştirmek ve aşmak için inatla çalışan, sahibini kasten aşağılayıp kuşatan ana güçtü. Halbuki Saad Hariri ve lideri olduğu Mustakbel Hareketi, o sırada Hizbullah'ın adayı olan Avn'ın cumhurbaşkanı seçilmesini ve Hizbullah'ın dayattığı seçim yasasını desteklemişti. Ardından, kazanmalarını ve parlamentoya girmelerini sağlamak için son parlamento seçimlerinde Basil ve birkaç Avncı milletvekiline tercihli oy vermişti.
Bu noktada, Saad Hariri’nin 2019’daki Ekim halk devriminin talebi üzerine hemen istifasını sunmasının, bunun Sünni çevrelerde ona en azından biraz sempati kazandırabilecek bir tutum olduğuna inanmaya cesaretlendirdiğini söyleyenler olabilir. Ancak, Hariri'nin Avn'ın seçilmesini sağlamasına, Basil’in provokasyonları ve Avn’ın onu marjinalleştirmedeki ısrarı konusunda uzun süre sessiz kalmasına karşı anlaşılabilir bir Sünni çekince olduğu biliniyor.
Belki bu doğru olabilir…
Ne var ki, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'a yapılan safça bahis - muhtemelen – aday olma riskini almasının arkasındaki en güçlü faktördü. Özellikle de Avn ve akımının durumunda olduğu gibi amacı onu ortadan kaldırmak, Hizbullah, efendileri ve bölgesel müttefikleri gibi niyeti güvenirliğini tüketmek ve halk nezdinde popülerliğini bitirmek olan düşmanca bir arenada.
Hariri, tüm siyasi kaderini, Lübnan'ın bağımsızlığı, egemenliği ve mahremiyeti adına asgari bir güvence için yalvardığı Fransız cumhurbaşkanının bir pozisyonuna bağladı. Ama Paris'in başka öncelikleri olduğunu gözden kaçırdı ve ihmal etti. Bugün Paris'in 19. ve 20. yüzyıllarda bazı Lübnanlıların sevdiği kültür ve dini romantizminin, şefkatli anne adayışının ötesine geçen uluslararası ve bölgesel çıkarlara sahip olduğunu kaçırdı.
Pek çok kişi bu durumu Fransız liderliğinin – İran’ın nükleer silaha ihtiyaç duymadan 4 Arap başkenti üzerinde ele geçirdiği kontrol gerçeğine değinmeyen- İran nükleer anlaşması konusundaki coşkusuna bağlamamayı tercih etseler de, Macron'un Lübnan inisiyatifini başlatmasının ardından Paris'in Hizbullah ile ilişkilerinin doğallığı dikkat çekiciydi. Macron, Hizbullah'ın Lübnan, hatta bölgesel arenadaki ağırlığına, yine yerel ve bölgesel olarak sömürülen aşırı gücüne kasıtlı olarak değinmedi. Sonuç, inisiyatifinin kendi kendisini tasfiye etmesi ve güvenilirliğini baltalamasıydı.
ABD’ye gelince, yeni Demokrat döneminde gri pozisyonları geçmişte olduğu gibi halen daha açık sözlü. Ayrıca, Barack Obama yönetiminin Suriye'nin yaşadığı felakete yönelik tutumundan sonra, Obama'nın 2009-2017 yılları arasında yardımcısı olan Başkan Joe Biden'ın bölgesel krizlere yaklaşımını kökten değiştirmesini bekleyen sağduyulu ve akıllı bir Lübnanlı kalmadı. Aklı olan hiç kimse artık kendisinden en azından Tahran'ın yayıldığı ve milislerinin hakim olduğu alanlarda yol açtığı arbedeyi durdurması için kendisine aba altından ağır bir sopa göstermekle sonuçlanacak bir yaklaşım beklemiyor.
Gerçekten de Washington'un Lübnan ordusunu destekleme sözüne, ABD Büyükelçisi Dorothy Shea'ın aktif sosyal ve politik aktivizmine rağmen, Washington'un Lübnan ile ciddi bir şekilde ilgilenmesini bekleyen çok az kişi var. Özellikle de arka planda ekonomik çöküş, zorlu yaşam koşulları, Suriye sınırında kaçakçılık devam ederken, Cumhurbaşkanı'nın 9 aydır inatla uyguladığı hükümetin kurulmasını engelleme politikasına yönelik muğlak duruşu ışığında.
Bugün kaçırılan Lübnan gemisi güvenli bir limandan çok uzakta hızla batıyor. Ancak 1 yıl önce yaşanan yıkıcı Beyrut Limanı patlaması dünya için bir felaketin varlığı konusunda uyarıysa, bahsettiğimiz sessiz batış, bu sefer suç ortaklarının kulaklarını rahatsız edecek bir gürültü çıkarmadan sessizce geçebilir.