Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Bir “kukla sahnesi” olarak nitelendirilen ülke

Söylemesi en kolay şey, Afganları yabancı ellerin kuklası olmakla ve tüm mücadelelerinin bir vekaletler savaşı olmaktan ibaret olduğunu söylemekle itham etmektir. Aynı şekilde Suriyelileri ve Libyalıları da suçlamak kolaydır. Hiçbir yerde yabancı ellerin varlığını ve bir etkilenmenin olduğunu inkâr etmiyorum, aksi taktirde kimse ona yönelmezdi. Bazılarımız, ABD yargısının hala başkanlık seçimlerini etkilemeye çalışan “Rus ellerini” araştırdığını biliyoruz. Washington bile bundan kendini sıyıramamışsa, Kabil için böyle bir durumun olması yadsınamaz.
Buna rağmen meseleyi bu şekilde ifade etmek gülünçtür. Bu nedenle siyaset bilimi öğrencileri, özellikle de uluslararası ilişkiler ve kriz yönetimi arasındaki ortak alanı incelemek üzere eğitim almış olan kişiler, yabancının “kriz yaratması” ile “kriz yatırımı” arasında ayrım yapar.
Yabancı ellerin iç çatışmalara yol açan krizler yaratmadaki başarılarını gösteren çok az vaka biliyorum. İç çatışmaların çoğu, iç krizlerden kaynaklanır, taraflar bunun üstesinden gelmekte başarısız olur ve bu şekilde dış müdahalenin önünü açan bir güvenlik veya siyasi boşluk ortaya çıkar.
Peki bugün böyle bir konuşma yapmanın sebebi nedir?
“ABD güçlerinin Afganistan'dan çekilmesinin ve Taliban'ın ani genişlemesinin” okuyucuların dikkatini çekeceğini biliyorum. Bu, bir dizi tartışmayı da beraberinde getirecektir. Ben de çağdaş Araplar ve bazı Müslüman komşuları arasında hüküm süren siyasi kültürde temel bir kusur olduğunu düşündüğüm şeyi ortaya çıkarmak için fırsattan yararlanmak istedim. Bu kusur, basitçe ‘kendini küçük görmektir’ ve çoğu zaman kendini yüceltme veya haklı çıkarma kılıfıyla örtülüdür.
Tüm çatışan tarafların dış güçler adına savaştığını söylediğiniz zaman, yerel güçlerin kendi ülkelerinin meseleleri hakkında karar almakta ve hatta kendi rollerini ve geleceklerini belirlemede aciz olduklarını ima etmiş olursunuz. Ayrıca bu sözleri sarf ettiğiniz zaman şu soruyla topu sizin sahanıza atan biri olur: Sen de bu çaresizlerden biri misin? Senin kabilen ya da köyün “kukla gösterisinde” olduğu gibi dış eller tarafından hareket ettirilenler arasında mı bulunuyor?
Kişi bu soruyla karşılaşacağını bilir. Bu nedenle kendisini yücelterek ve tenzih ederek çoğu zaman orada olmayan veya tartışmaya gücü yetmeyen birine topu atar. Mesela Libyalılar, dışarıdan insanlar gelmeden önce hiç sorun yaşamadıklarını söylüyorlar. Aynı şey bazı Iraklılar ve Afganlar tarafından da söyleniyor. Yani mesele iki kanaldan ilerliyor. Birincisi, halkların dış güçler tarafından hareket ettirilen birer araçtan ibaret olduğu iddiasıdır. Bu, halkın karar vermekte ve harekete geçmekte aciz olduğu anlamına geliyor. İkincisi ise bunun şu şekildeki bir tahliline dayanır: Çünkü halk çaresizdir ve hata yapmaz. Bu, probleme neden olmadıkça, sonradan karışmış olsanız bile suçlu olmadığınız anlamına gelir.
Bu her ne kadar masumiyet ve kendini tenzih örtüsüne bürünse de aslında kendini ve toplumsal çevreyi bir tahkirdir. Çünkü doğru olduğunu varsaysak bile şu sorudan kaçınılamaz: Aniden karşınıza çıkan bir çoban tarafından güdülen bir sürü müsünüz? Onu tanımadan itaat mı ettiniz? Binlerceniz, bir an durup neler olup bittiğini düşünerek bu iddia edilen “komployu” keşfedemediniz mi?
Aslında bildiğimiz çoğu iç kriz, toplumsal ya da siyasal yapıdaki hastalıklar ve kusurlar nedeniyle patlak verdi. Bu kusurların ilk etapta varlığı, ülke insanının başarısızlığının bir göstergesidir. Tedavi imkânsız bir hale gelmeden ve parçalanma tek seçenek olmadan önce, keşfedildiği gün tedavi etmek için inisiyatif almak gerekiyordu. Sudan'da ve ondan önce eski Yugoslavya'da olduğu gibi.
Mesele özünde, “ulusal uzlaşı” sorunuyla ilgilidir. İnşallah yakında bu hususa geri döneceğiz.