Halid Berri
TT

Mısır: Başörtüsü, davetçi ve trend

Son zamanlarda Mısır, ortak anahtar kelimesinin başörtüsü olduğu çeşitli olaylara tanık oldu. Kadınlardan erkeklere karşı örtünmesini isteyen dinî hükümden, boyutundan ve derecesinden bahsetmiyorum. Mısır'da başörtüsü meselesinden son 40 yılda meydana gelen bir toplumsal ve siyasi değişim meselesi olarak bahsediyorum.
İslamcılar başörtüsü meselesini bir dini mesele olarak görüyorlarsa şu tür sorulara cevap bulmak mümkün değil; Mısır’da yaptıkları gibi “insanları dinlerinden uzaklaştıran” Türk dizilerine karşı neden boykot kampanyaları düzenlemiyorlar? Türk kadın oyuncuların örtünmesi, dizi yapımı ve turizmin kısıtlanması için gayretle çabalayacak kurumları kullanmıyorlar?
Doksanlarda ve sonrasında doğmuş olan Mısır halkının yarısından fazlası, başörtüsünü dini boyutuyla sınırladığı zaman onu mazur görüyorum. Bu insanlar, siyasal İslam'ın şiddetli “dini” savaşlar verdiğine, sonra bunları terk ettiğine, ardından tam tersini benimsediğine tanık olmadılar. Siyasi İslam, geçmişte "Allah ile birlikte başka ilâh mı var!" sloganı altında Halk Meclisi'ni ve üyeliğini sadece günah değil, imana aykırı olarak görüyordu. Bu konuda “El-kavl es-Sedid Fi Beyan Anna Meclisi eş-Şaab Munafin Liltevhid” (Halk Meclisi’nin tevhide aykırı olduğunu beyan eden doğru söz) başlıklı bir broşür dağıtmışlardı. Bu broşüre göre Halk Meclisi, ilahlık özelliklerinden biri olan insanlara yasa koymak konusunda Allah ile rekabet ettiği için tevhide aykırıydı. Oysa bu broşür, Mısır Anayasası'nın şeriati yasamanın ana kaynağı olarak kabul eden bir maddeyi kabul etmesinden sonra basıldı. Yani meclis İslam şeriatına aykırı bir yasayı yasallaştıramaz, aksi takdirde bu yasa Anayasa Mahkemesi tarafından reddedilir.
Doksanlarda doğmuşsanız onları bu şekilde görmemişsiniz demektir. Onları sadece Halk Meclisi üyeliği için yarışırken tanımışsınız demektir. Söz konusu din olduğunda onların hiçbir şeyi değiştirmediklerini ve dönüştürmediklerini sanırsınız. Ama gerçekte onlar, başörtüsü dışında her şeyi değiştirip dönüştürdüler. Peki neden başörtüsü dışında?
Bunun 5 ana nedeni olduğu düşüncesindeyim;
1- Başörtüsü görünür bir ayırt edici semboldür. Ülkede yaşayan yabancılara ve ziyaretçilere sosyal etkiye kimin sahip olduğuna dair doğrudan bir mesajdır.
2-  Başörtüsü tamamen bir ibadet meselesidir. Teşvik ve korkutmanın bir karışımını, artan ve biriken bir suçluluk hissettirmeyi içerir. Daha da önemlisi, kazançlı bir pazarlık olarak tanıtılabilir; fiyatı düşük ama kârı büyük. Oysa örneğin banka faizi meselesi, böyle değil. Zira kendisinden kaçınanlar insanların bir bölümü için gelir kaynağı olan bir şeyden mahrum kalıyorlar. Keza yukarıda bahsettiğimiz meclis seçimleri meselesinde de kazançtan çok kayıp var. İslamcılar seçimlere katılmazlarsa iktidara ulaşma şanslarını ya da bir bölümünü kaybedebilirler.
3-  Başörtüsü iç içe geçmiş bir sosyal sınıf meselesidir. Bu tür bir konu, ilericilerin etkili oldukları ülkelerde – ki maalesef Mısır da bunlardan biri- çok önemlidir. Bu ülkelerde halkın, doğal sınıf hareketinin barındırabileceğinden çok daha büyük bir kesimi, doğal bir yolculukla ulaşmadığı, aksine içine fırlatıldığı bir sınıfın bayrağı altında kendini buldu. Bu, kent nüfusu veya üniversite sınıfıdır.
Bu büyük kesim, -birçok sosyalist ve ilerici ülkede gördüğümüz gibi- en belirgin toplumsal farklılıkları ortadan kaldırmak için bir tür tek tip kıyafete ihtiyaç duyuyordu. Seksenlerin Mısır’ında erkekler, Sednaoui veya Cicurel gibi kamu sektörü mağazalarının sundukları kıyafetlerle tek tip giyinirken, kadınlar “eş-Şebke” veya “el-Mav’id” dergisinin hediye ettiği kalıplarla terzilere gidebiliyorlardı. Bu, zenginlik değil, zihniyette bir sınıf farkı gerektiriyordu.
Siyasal İslam burada ilerici düşüncenin bir tamamlayıcısı olarak sahneye çıktı. Şehre yeni göç etmiş kadınlara, kamu mağazalarının erkeklere yaptığına benzer bir sınıfsal çözüm (sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırmak) sundu.
4- Başörtüsü, bunun yanında ilericilerin (doğal çiçeklere benzeyen ama onların büyüme aşamalarından geçmeyen yapma çiçekler gibi) ürettikleri yapay sınıflar için kontrol alanları sağladı. Bu sınıf, zihinsel olarak kendisinden olmayan kadınları  dini gerekçelerle engelleyebilir hale geldi. Şehir merkezi, Cize ya da varoşlarda olsun, kadınlar mahallelerinde güven içinde yürüyemez oldular. Zengin ailelerden olanlar ise sadece kendi bölgelerinde – Zamalek, Muadi veya Mısr el-Cedide- rahat hareket edebilir hale geldiler. Bu bölgelerin dışına çıktıklarında risk almış oluyorlardı. Her an kendilerini düzeltilmesi gereken bir münker konumunda bulabilirlerdi.
Bu baskıya karşılık Kahire'nin kapıları başörtülü kadınlara açıldı. Yoksul sınıfların yüksek  doğum oranlarıyla birlikte kontrol tamamen onlara geçti. Bunun bir minyatürünü halihazırda havuzlarda görebiliriz. Bikini ve burkini olarak adlandırılan bu mesele, olup biteni açıklıyor, ama yeni bir düzeyde. Bugün mayo giyenlerin halka açık yüzme yerlerine girmesi yasak. Doğası gereği dindar sınıf kendisini kovacaktır.  Buna karşılık İslami mayo giyenlerin (dinde İslami mayo diye bir şey var mı?) süslenenlerin kaçtığı son derece sınırlı özel yerlere gitme hakkı var. Aksi takdirde özgürlüklerinin engellediğinden şikayet edebilirler. Acaba kim tarafından baskı görüp engelleniyorlar?
Kullandığımız süslenenler ifadesi bizi beşinci ve son sebebe götürüyor.
5- Başörtü ve dil. Tesettürlü kelimesi bir ölçü olarak kullanılıp bir kriter olarak empoze edildiğinde, sadece başı örtülü – Kuran’daki lafzıyla peçeli- kadın, sokakta yürürken onu diğerlerinin gözlerinden koruyacak bir şey olmasa da tesettürlü veya kapalı demektir. Bu durumda, diğer kadınlar ne oluyor? Açık, başörtüsüz, tesettürsüz, utanmaz, kendisini pazarlar gibi güzelliğini sergileyen kadın mı? Burada dilsel taciz genişleyerek sokaktaki taciz görevini tamamlıyor. Siyasi yönüyle başörtüsü büyük ve önemli bir konu. Kadınların kendileri için istediklerini seçmelerine kimsenin bir itirazı yok. Garip olan, başörtüsü takmayı seçen bir kadın oyuncunun hemen kendisini yüksek bir kulede görmeye başlaması ve tepesinden başkalarına taş atabileceğini düşünmesidir. Politika, dindar olma özgürlüğünüz ile başkalarını buna zorlamaya çalışmanız arasındaki ayırıcı çizgidir.