Fahd Süleyman Şukeyran
Suudi Arabistanlı araştırmacı yazar
TT

Nahda Hareketi sonrasında Tunus

Yıllardır Tunusluların İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) yanlısı Nahda Partisi’nin diktatörlüğü karşısında öfkesini duyduk.
Bu öfke sadece konuşmalara, yazılara veya televizyonlardaki yorumlara yansımakla kalmayıp yüreklerde kazan gibi yavaş yavaş kaynadı.
En nihayetinde diktatör partiye karşı sivil bir ayaklanma patlak verdi. Tunus Cumhurbaşkanı bu ayaklanmaya ve bunun başlıca fikri ve idari gerekçelerine dayanarak anayasal yetkilerini ülkeyi yaklaşan çöküşten kurtarmak için kullandı.
Nahda Partisi İhvan’ın daha önce özellikle Mısır’da denediği senaryoları tekrarlıyor. Batı'nın müdahale etmesini gerektiren kanlı bir katakulli peşinde.
Bu ideoloji onlarca yazarı, düşünürü, gazeteciyi, aktivisti ve sporcuyu öldürdükten sonra, bugün parti “devrimin kazanımları” dediği şeyi geri getirmek için güç kullanma tehdidi savuruyor.
Nahda Partisi'nin lideri, yarım yüzyıl boyunca özgürlükler, İslam devleti ve demokrasi hakkındaki görüşleri hakkında sistematik bir kuram oluşturmaya çalışmış olsa da, girdiği yönetim tecrübesi tam bir fiyasko ile sonuçlandı ve hatta Tunus'un tüm çevresini kuşatan bir tehlikeye dönüştü.
Nahda Partisi’nin lideri, "Liberal İslam" çizgisinde bir düşünür olduğu imajını vermeye çalıştı. Kitaplarını ve yazılarını uzun bir süre takip ettik. Kuram oluştururken ve dini yorumlarda bulunurken Sudanlı lider Hasan et-Turabi'yi kopyaladı.
Özellikle Profesör Muhammed Arkoun ile "El-Fikru’l-uṣûlî ve’stiḥâletu’t-teʾṣîl" adlı kitabını yayınlamasının ardından televizyonda sert tartışmalara girdi.
Nahda Hareketi ve daha sonra parti, İslam devleti hakkında yarım yüzyıldan fazla kuram oluşturdu.
Ardından Nahda Hareketi’ne 10 yıl boyunca yönetimde bulunma fırsatı verildi.
Peki Nahda, liderinin kuramlarını gerçekten uyguladı mı?!
Yoksa merhum Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in bir konuşmasında İhvan hakkında söylediği gibi İhvancı kuramların hepsinin amacı “iktidara gelmek sonra da diktatörlük yapmak” mıydı?!
Raşid el-Gannuşi “El-Hurriyatu’l Amme fi’d-Devleti’l İslamiyye”  (İslam Devletinde Kamusal Özgürlükler) adlı ünlü bir kitap yazdı. Bu kitap Gannuşi’nin yönetim konusundaki teorisinin temelini oluşturuyor.
Kitabın sonunda Gannuşi parlak sonuçlara ulaşıyor. Nitekim Şura’nın uygulanmasında, politikaların oluşturulmasında ve hükümlerin çıkarılmasında İslami özgürlüklerin model alınması gerektiğini ifade ediyor.
Özgürlük konusunda ise, İslami hükümetin hem kendisi hem de başkaları için özgürlüğü savunması gerektiğini ve şiddete ve kan dökmeye başvurmaktan kaçınması gerektiğini belirtiyor. Gannuşi bunu şu sözleri ile açıklıyor:
“Hak, doğası gereği galiptir. Batıl ise doğası gereği mağluptur. İslamcı partilerin ve diğerlerinin girişimleri sayesinde şiddet içerikli sivil bir eylem ile yerel otoritenin değiştirilmesi zorlaştı. Bu noktaya Ehl-i Sünnet alimlerinin uzun bir süre aralarında tartışmalarından sonra varıldı. Ehl-i Sünnet şiddet ile iktidarın devrilmesine ilişkin şartları artırarak şiddete başvurulmasını engelliyordu”.
Dolayısıyla Gannuşi’ye göre İslami hareket, siyaset sahnesinde belli bir aşamada bulunmamasını ve kültürel ve sosyal çalışmalar ile haşır neşir olmasını gerektirse bile, çalışmalarında açıklığı benimsemelidir. Bir Müslüman'ın her zaman dinin her kısmını yerine getirmesi vacip değildir. Bilakis mümkün olduğu kadar bunu yapmalıdır.
Gannuşi’nin tavsiyeleri arasında “devletten önce topluma, hukuktan önce ahlaka ve zahirden önce batına yer verilmesi” de vardır.
Halk konusunda ise Nahda Hareketi’nin lideri kitabında seçkinler yerine kitlelere, parti yerine halka eksenli olmayı tavsiye ediyor.
Bu yüzden Gannuşi’ye göre partisel çatışmalarla meşgul olmak yerine partinin kaygıları ve meşguliyetleri halkın kaygıları ve meşguliyetleri ile ilgilenmelidir. Bu gündem olabildiğince doğru istikamette kalmalı. İnsanlar hakkında hüsn-ü zanda bulunmalı ve halka üstünlük taslanmamalıdır. (Daha fazla bilgi edinmek için 319. sayfadan itibaren bkz: El-Hurriyatu’l Amme fi’d-Devleti’l İslamiyye).
David Hirst, Gannuşi ile iktidara geldikten sonra bir röportaj yapmıştı. Bu röportajda siyasi kurumlar ile dini kurumların birbirinden ayrılması gerektiğini ifade eden Gannuşi sözlerini şöyle sürdürmüştü:
“Örneğin camiler, siyasi partiler arasında bir çatışma alanı olmamalı. Camiler Müslüman toplumu bölmek için değil birleştirmek için çalışmalı. Camilerde herhangi bir siyasi propaganda yapmaktan kaçınmalıyız. Politika, insanları zenginlik ve güç için rekabet etmeye iter. Kaçınmamız gereken şey de tam olarak bu. Yeni bir parti geliştirmek, hareketimizi yenilemek ve bu partiyi herhangi bir dinle ilişkilendirmeden siyasi sahaya koymak istiyoruz. Devrimden önce, gerçek bir siyasi faaliyette bulunmak yasaklandığı için camilerde, sendikalarda ve hayır kurumlarında gizleniyorduk. Ancak şimdi açıkça siyasi aktörler olabiliriz. Neden camide siyaset yapalım? Parti içinde açıkça siyaset yapmalıyız. Siyasi sebeplerle dini kullanarak kimseyi aldatmadık. İnsanların ihtiyaçlarına cevap vermeli ve onların dini duyguları ile oynamamalıyız.”
Gannuşi, İslamcıların demokrasiyle olan ilişkisine karşı tutumuyla ilgili olarak yoldaşlarına şu tavsiyelerde bulunmuştu:
“Farklı kesimlerle birlikte çalışma konusunda daha açık olmalarını ve başkalarıyla uzlaşmaya çalışmalarını tavsiye ediyoruz. Çünkü ulusal bir birlik ve diktatörlüğe karşı milli bir direniş olmadan özgürlük kazanılamaz. İslamcılar ile laikler ve Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında gerçek bir uzlaşma olmalı. Diktatörlük, tüm taraflar arasındaki çatışmayı besler. Bu da sadece kaosa ve iç savaşa yol açar. Bu durumda hiç kimse kazanamaz ve herkes kaybeder”.
Bu, Gannuşi ve diğerlerinin yönetime giden yolu açmak için demokrasi ve özgürlükleri sömürmeye yönelik güçlü uzlaşma girişimlerinde bulundukları uzun ve yenilenmiş bir kuramın parçası.
Ancak maddeleri inceleyip İhvan’ın yönettiği ülkelerin yaşadıkları şeylerle bunları kıyasladığımızda mutlak çöküşten, özgürlüklere açılmış savaşlardan, demokrasinin temellerine vurulmuş darbelerden, diyalog yollarının yıkılmasından, muhaliflerin ezilmesinden ve aydınların suikaste kurban gitmesinden başka bir şey bulamıyoruz!
Gannuşi başka bir kitabında “Batılılaşma en büyük şiddettir” ifadelerini kullanıyor.
Dolayısıyla İslamcıların Batı yanlılarına, devletlerine ve fikirlerine karşı eylemleri sadece bir "tepki" olarak değerlendirilebilir.
Belki de bu, radikalizm yanlılarının İslamcı olmayan yazarlara neden suikast düzenlediğini soranlara bir cevap olabilir!
Tunus eskiye nazaran bugün farklı bir yol izliyor.
Arap Baharı ve olaylarını sona erdirmenin zamanı geldi. Toplumlar köprüyü geçtiler.
Geriye siyasal İslamcıları engellemek, her şeyi doğru yerine, uygarlığa doğru yerli yerine yerleştirmek ve devlet kurumlarını korumak için siyasal İslam ile savaşmak üzere sürekli bu ideolojiye odaklanmak kaldı.
Tunus’ta yaşananlar İhvan Hareketi’ne indirilmiş büyük ancak öldürücü olmayan bir darbe. Oldukça titiz bir şekilde çalışmaya hazırlanmak gerekiyor.
Herhangi bir çatışmanın patlak vermesi durumunda devletin meseleyi hızlıca ilk dakikalarda çözmesi gerekiyor. Yoksa radikalizm yanlıları bir iç isyanın fitilini ateşleyebilir.