Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

İran vurulacak mı?

Bölgede savaş davulları çalıyor. İran, aşırı mezhepçi ideolojisinin, hegemonya ve nüfuz genişletmekte direten stratejisinin devamı olarak dünyaya verdiği aşırılık mesajlarında ileri gitti. İran'daki tüm gelişmeler bölge ülkeleri ve dünya ile gerilimi tırmandırma yönünde bastırıyor.
İran'da Dini Lider'in desteğiyle Reisi’nin seçilmesi, bu eğilimin büyük bir göstergesi. Yemin törenindeki devlet başkanı, başbakan ve bakanlar düzeyindeki  Arap varlığı, İran'ın gücünün genişlemesinin bir resmi geçidiydi. En önemli ve belirleyici gösterge ise, “İran milislerinin” Arap temsilcilerinin varlığıydı, Lübnanlı Hizbullah, Husi milisler, Hamas Hareketi ve bazı Iraklı Şiilerin temsilcileri.
İran, nükleer bomba dosyasında tırmandırıcı adımlar atarak dünyaya meydan okuyor. Gerek Husiler aracılığıyla gerekse insansız hava araçlarıyla doğrudan hedef almak olsun Suudi Arabistan'a yönelik tacizleri sürekli ve sabit. İran, Irak'ta kendisini doğrudan hedef alarak ABD’ye meydan okuyor. Hizbullah'ın hesaplanmamış füze fırlatma maceralarını destekliyor. Uluslararası denizciliği tehdit ederek, Körfez sularında ticari gemileri insansız hava araçlarıyla vurarak, silahlı kişiler tarafından kaçırıp İran'a yönlendirerek tüm dünyaya meydan okuyor.
Batı'nın İran'a yönelik tırmandırılmış dili gözden kaçmayacak kadar açık ve burada şu soru sorulmalı; bunlar ciddi tehditler mi, yoksa eski başkan Obama’nın çizdiği ve sonra ihlal edildiklerinde hiçbir şey yapmadığı “kırmızı çizgiler” gibi mi? İran'ın öğrendiği ders şu; siyasi Obamaizm ile müzakere ederken sertleşirseniz size boyun eğerler, suç işlerseniz yavaşlarlar. Nitekim Obama döneminde İran’ın kaçırdığı ve askeri kıyafetlerini çıkarttırdığı Amerikan askerlerinin fotoğraflarını herkes hatırlıyor.
Batı'yı evcilleştirmek, İran'ın Batılı ülkelerle ilişki kurma stratejilerinden biri ve daha önce Avrupa ve Obama ABD’sine karşı başarılı oldu. Bunun en açık örnekleri, terörizmin normalleşmesi ve Batılı ülkelerin bunu nükleer anlaşmaya dahil etmemeye zorlanması, ardından insansız hava araçlarının ve balistik füzelerin normalleştirilmesiydi. Bugün de denizlerde seyrüsefer konusunda yaşananlar, bu normalleşmeyi teyit etmeye ve bir oldu bitti haline getirmeye dönük amansız bir çabadır.
Bazen tarihin kurnazlığı harekete geçer ve bazı liderleri beklenmeyen kararlar almaya sevk eder; zayıflar güçlü görünebilir, tereddütlü olanlar kararlı hale gelebilir, yani devran dönebilir.
Bölge ülkeleri İran rejimini kesinlikle Batılı ülkelerden daha iyi tanıyor. İsrail, İran'ın kendisini sadece Lübnan Hizbullahı üzerinden değil, aynı zamanda Suriye Golan’ı üzerinden de kuşatmaya dönük tüm planlarının ayrımında. İran'ın Suriye'deki köy ve kasabalarda kurduğu kamplar, kompleks bir siyasi Şiileştirme, bir çıkar sistemi inşa ederek Suriye vatandaşlarını İran kamplarına bağlama yoluyla Suriye'deki askeri varlığını sağlamlaştırma stratejilerinin farkında. İran, İsrail'i Lübnan, Suriye ve Gazze Şeridi'nden çevreliyor ve Tahran’da bu konuda görüş birliği var. Her halükarda İsrail zayıf bir devlet değil.
İran politikalarına ilişkin bir okuma, uluslararası ilişkilerde “gücün dilinden” başka bir şey anlamadığını açıkça ortaya koyuyor. Son 40 yılın pozisyonları ve kararları bir yana, İran rejiminin sadece birkaç ay öncesine kadar korkuyla beklediği zamanlar ile şimdi gösterdiği kibir ve uyguladığı “sonuca ulaşma” yönteminin boyutunu hatırlamak kafi.
İran gücünün unsurları modern bir devlet, güçlü bir ekonomi veya dikkat çekici bir kalkınmada yatmıyor. Aksine, baskıcı rejim, aşırılıkçı ideoloji, ayrıca Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen'deki silahlı milisler, yine Irak, Suriye ve Gazze Şeridi'ndeki Sünni terör örgütlerinde yatıyor.
İran, geleneksel anlamıyla savaşmaktan aciz bir ülkedir. Humeyni'nin “devrimi ihraç etmek” için bir yol olarak kullanmak istediği Irak devletiyle neredeyse 10 yıl süren savaşta başarısız oldu. Ancak İslamcı partiler, hareketler ve örgütler aracılığıyla Arap ülkelerine nüfuz etmeye, ajanlar edinmeye, kendisine karşı olanlara hain damgası vurmaya, din, mezhep ve doktrin adına ülkelere nüfuz etmeye dayanan Hamaney’in vizyonuyla savaştığında başarılı oldu.
Bölgede toplanan bulutların mutlaka İran rejimine karşı tam teşekküllü bir askeri savaşa yol açacağı gibi bir şey yok. Ancak aşırı güçle, katı bir ideolojiyle ve milislerinin nüfuzunun yaygınlaşmasıyla övünen bir rejime acı verici askeri saldırılar gerçekleştirmenin ve onu yaşadığı geçmişte şimdi olduğundan daha geriye götürmenin mümkün olduğu da göz ardı edilmemeli.
"Pers İmparatorluğu" hayali, kuruluşundan bu yana İran rejimini terk etmedi. Bazıları başarılı bazıları da başarısız olan tüm strateji ve yöntemlerle kendisini gerçekleştirmeye çalıştı.  Mevcut gücünün unsurları diğerlerinin sessizliğinden kaynaklandığı için, birbirine kenetlenmiş bir uluslararası koalisyon kapsamında kendisine yöneltilecek kusursuz bir askeri saldırı, onu hiçbir önemli güç unsuru olmadan o geçmişe iade edebilir. Bu durumda yapabilirse sıfırdan başlaması gerekecek.
Tecrübe, sahibine ihanet edebilir ve İran rejiminin Batılı ülkelerle olan tecrübesi, ona "vahşi Batı"yı uysal, sessiz ve İran rejimini memnun etmeye çalışır bir hale dönüştürebileceğini garanti ediyor. Ancak takip ettiği ileri gitme, saldırganlık ve kibir politikası nedeniyle tecrübesi, ona işte bu noktada ihanet edebilir. İran, dersi iyi anlamış görünmüyor, zira bu aşamada, herhangi bir acil duruma hazırlık olarak çeşitli araçlar deniyor ve hazırlık düzeyini yükseltiyor.
Siyasi akımların, müzakereye hazırlık düzeyinde bile, taktiksel değişikliklere uğramaları tarihin ve siyasetin doğası gereğidir. Örneğin Obama'nın Dışişleri Bakanı John Kerry'ye göre, Obama müzakere sürecini kolaylaştırmak için müzakere masasına güç kartını koymayı dahi  reddediyordu. Ama şimdi bu konuda bir şeyler değişebilir.
Siyasette kibir öldürür, karar vericinin sahneyi net ve doğru bir şekilde görmesini, güçlü ve zayıf yönleri değerlendirmesini engeller. İran rejimi bölgedeki komşularının gücünü iyi takdir edemiyor. Saddam Hüseyin rejimini, yönetiminin, rejiminin ve devletinin çöküşüyle sonuçlanan hesapsız bir maceraya iten de bu yanlış takdirdi. Tarih tekerrür etmez ama bu, bazen sahnelerin benzer olmasına da engel değil.
Son olarak, bölgede hiç kimse savaş istemiyor ya da bunu amaçlamıyor, ancak bazı tarihsel tıkanıklıklar, daha az maliyetli ama daha etkili geleneksel olmayan çözümleri dayatır.