Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Taliban ve İslam Emirliği'nin dini doğası

Tarih, bilhassa dini bir inancın veya fenomenin anlaşılması amaçlandığında iki hatta belki de daha fazla uçlu keskin bir kılıçtır. Geçtiğimiz günler hatta aylarda Taliban'ın politikalarına, çevre ülkelerin ve dünyanın pozisyonlarına ilişkin jeopolitik ve jeostratejik analizler ve tahminler yayıldı. Bu nedenle meselenin bu yönlerine ancak asgari düzeyde değineceğim.
Söylenen her şeye rağmen; Arap bölgemiz Taliban’a benzer dini fenomenler tanımadı. Arap bölgesindeki kimlik hareketleri iki türlüdür; amacı iktidara ulaşmak, güçlendikten sonra farklı isim ve detaylarla bir İslam devleti kurmak olan düşünce ve partilere dönüşmüş Sahva (uyanış) adı verilen hareketler. İkincisi, en radikallerinin el-Kaide ve DEAŞ çizgisinde cihatçılara evrildiği çeşitli Selefi hareketler. Daha da açacak olursak, bu iki tür Arap dünyasının yanı sıra, İslam dünyasında ve gurbet ülkelerinde (elbette her çevrenin kendisine özgü renkleriyle birlikte) bir yayılmaya tanık oldu. Sözgelimi Pakistan'daki Cemaat-i İslami (1941), düşünce ve hareketinde Müslüman Kardeşler'den etkilendi, ama daha sonra o Müslüman Kardeşleri etkiledi. Endonezya, Orta Asya ve Afrika kıyılarındaki küçük büyük cihatçı, suç eğilimli ve radikaller örgütler, el-Kaide ve DEAŞ’tan etkilendiler ve her biri bu etkileşime bir de çevresinin özgün renklerini kattı. Sonuç olarak, Boko Haram veya Ensar el-Şeria gibi organize veya organize olmayan suç çeteleri haline geldiler. Ancak bazıları iki salgından birine ait olmaktan onur duymaya devam ediyorlar.
Taliban ve Afganistan’a dönelim; ismindeki son iki harf olan “a ve n” Farsça ve Urdu dilinde çoğul ekidir. Yani Taliban’ın anlamı öğrenciler, talebeler veya dini ilim talebeleri demek. Geçen yüzyılın seksenli yıllarından itibaren Sovyetlerle savaştan kaçan milyonlarca Afgan, özellikle de sınırda yaşayanlar, Pakistan’a sığındı. Birçoğu çocuklarını Pakistan dini okullarına göndermeye başladılar. Bu dini okullar iki türlüydü; birincisi, doğrudan devletin kontrolüne tabi okullar, ikincisi, devletin sevmediği ama aynı zamanda da yasaklamadığı bağımsız okullar. Çoğu Afgan, Pakistanlı ve diğer ilim öğrencilerinin gittiği ve gitmeye devam ettiği okullar ilk türden. Benimsedikleri İslam, Hint yarımadası Müslümanları arasında yaygın olan Hanefi mezhebine dayanan, Deobandi (Diyubendi) olarak bilinen türden geleneksel muhafazakar bir İslam. Kendisi ne Hindistan’da 19. yüzyılda ortaya çıkan reformcu İslam ne de son 50 yılda İslam dünyasının her yerine yayılan Selefi İslam gibi değil. Muhafazakar Müslümanlar reformistleri Batılılaşmışlar, Selefileri de geleneksel Sünni mezheplere karşı oldukları için bidatçiler olarak kabul ederler. Ancak onlarla birlikte Sovyet işgalcilerine karşı savaşmaya geldiklerinde onları memnuniyetle karşıladılar. Tabii ki, bu genç din öğrencilerinin çoğu Sovyetlere karşı savaşan örgütlere katıldı ve “Mücahit” grupları arasında dağıtıldı. Fakat bu ilk grubun çoğu, Selefi veya Sahva (Cemaat-i İslami) eğilimli okulların öğrencileriydi. Sovyetler Birliği’nin çekilmesi ile yaşanan mutluluk uzun sürmedi ve çok geçmeden Mücahitler arasında ölümcül iktidar çatışmaları baş gösterdi. Pakistan sınırında ve içinde güvenlik sarsıldı. Bunun üzerine Pakistan ordusu inisiyatif alarak, binlerce silahlı genci (hepsi din öğrencisi değildi) silah altına aldı. Dini okullarda eğitim veren din alimlerinden ve askeri deneyime sahip emekli Afganlardan ve bazı Pakistanlılardan oluşan karışık bir lider kadrosunu başa geçirdi. Ardından bu grupları 1994-1996’da Afganistan içine gönderdi. Öncelikle Peştun çoğunluğun olduğu bölgeleri kontrol altına alan gruplar, ardından etnik azınlıkların (Hazaralar, Tacikler ve Özbekler) bölgelerini de kontrol etmeyi başardılar. Bu başarıya rağmen 2001’deki ABD işgaliyle devrilmelerinin temelinde iki gizemli nokta yer alıyor; birincisi, Pakistan’ın yardımına rağmen siyaset, güç yönetimi ve dış ilişkiler konularında çok az deneyimlerinin olması. İkincisi, hedefleri ve yolları farklı olsa da Usame bin Ladin’i topraklarında ağırlama konusunda sonuna kadar diretmeleri.
Meselenin özüne dönelim, evet, Taliban’ı ortaya çıkaran Pakistan’dı. Ancak Taliban, dini ve ulusal olsun yabancılara karşı görüntüsüyle bir Afgan ulusal hareketi haline geldi. Afganlar, yaklaşık iki yüzyıldır savaştıkları yabancılar konusunda çok hassastırlar. Bu süre içinde Rus ve İngiliz işgallerini bozguna uğrattıkları biliniyor. Bu nedenle Hint din alimleri, İngiliz sömürgeciliği Hindistan'ı tamamen ele geçirdiğinde kendisini artık bir İslam yurdu olarak görmedikleri için, Müslümanlardan İslam yurduna hicret etmelerini isteyen fetvalar yayınlanmaya başlandı. Peki, bu İslam yurdu neresiydi? Elbette Afganistan! İngilizlerden sonra uzun bir sakınganlık ve dikkat döneminin ardından Ruslar 1979’te Afganistan’a girdiler ve 1989’da yenilmiş olarak geri çekildiler. Onlardan sonra 2001’de Amerikalılar el-Kaide bahanesiyle müdahale ettiler ve onlar da 20 yılın ardından şimdi geri çekiliyorlar.
Daha önce söylediğimiz gibi, diğer İslami kimlik hareketlerinin etkilerine karşı daha katı bir disipline sahip ve geleneğe sımsıkı bağlı olan Taliban, İran’daki Şii Mollaların Sünni versiyonu. İranlılar, bir din devleti kurmak için eski geleneği fıkhi ve dini yenilenmeye bağlayan “Velayet-i Fakih” formülünü icat eden büyük bir kültürün sahibidirler. Aynı durum bidatçi olmayan gelenekçi Taliban unsurları için de geçerli. İbadet, ritüel ve âdetlere, ayrıntılara verdiği önemle rahatsız edici aşiretçilik, Hanefilik ve örfi gelenekler hakim. Genel yönetim felsefesine gelince, hala halifelik teorisine bağlı ve kendisini sadece İslam halifeliğinin emirliklerinden biri sayıyor. Temel sorunları, çeşitli kurumları ile hükümet işlerini yönetmek olacak. Pakistan ona bu konuda yardım ediyor ve etmeyi de sürdürecek, ancak Pakistan’ın kurumları da yeni ve köklü değil. Sivil toplum denilen kesim, Taliban günlerinde çok acı çekecek. Taliban kendisini doğru olan İslami geleneğin mensubu gördüğü için elbette el-Kaide veya DEAŞ’a meyilli olmayacak. Pakistan dışında hiçbir ülke ile yakın ilişkileri olmamasına rağmen; ne İran ne de Rusya ve komşu İslam cumhuriyetleriyle bir çatışmaya girmeye çalışmayacak, çünkü Afganistan bu ülkeler üzerinden işgal ediliyor. Taliban döneminde Afganistan ile ilişkiden en çok yararlanabilecek taraf ise Çin. Resmi bir Taliban heyeti bir buçuk ay önce Çin'i ziyaret etti ve çok iyi karşılandı. Tüm söylenenlere rağmen, Vietnam'da 1975'te ABD jeostratejik olarak kaybetmedi, çünkü Vietnam Çin'e tabi hale gelmedi. Ne var ki yardımcı Çin “yumuşak gücü” Afganistan'ın kontrolünü ele geçirirse, işte o zaman ABD ve müttefikleri için büyük bir kayıp olur.
Kısacası Taliban, geleneğin zamanının geçtiği bir dönemde, dini devletin geleneksel Sünni formülünü temsil ediyor. İran'daki Şii İslami yönetimin Sünni versiyonuna tekabül ediyor. Mollalar, yönetime geldiklerinde yönetim meselelerinde yeterli tecrübeye sahip değillerdi, ancak köklü İran devletinin yönetimlerinden ve deneyimlerinden yararlandılar. Birkaç milyon İranlının bu devrimci değişime kurban gittiği doğru, ancak başarılı bir devlet kuramasa da Mollalar yönetimi sonunda yerleşti.
Afganistan’da ise son 20 yıldaki değişimlere rağmen, güçlü ve köklü kurumlar ortaya çıkmadı. Bu nedenle ve özellikle Afganların yaklaşık üçte biri modernleşmiş gruplardan olduğu için, nüfus büyük sıkıntılar yaşayacak ve acı çekecek. Bunun sonucunda Hazara Şiilerinin göçlerinden bıkmış İran dahil ülkelerin tanık olduğu güçlü ve taşkın göç dalgasının daha da büyüyeceğini tahmin ediyorum. Dış meselelerde ise Taliban Afganistanı'nın nesnel veya tarafsız olacağını düşünüyorum. Peki, ilk Taliban dönemindeki gibi dini ve etnik azınlıkların muhalefeti ön plana çıkacak mı? Bu, Taliban’ın davranışına bağlı, ki birinci döneminde ulusal ortaklara yönelik davranışları uygun değildi.
Komşu ulusal devletler ne kadar zayıf olursa olsun, “İslam Emirliği” modeli yayılacak kadar cazip değil. Ancak dünyada İsrail ve İran'dan sonra dini karakterli bir rejime sahip üçüncü bir ülke daha oldu, o da  Taliban yönetimindeki Afganistan. Kendisi aynı zamanda çağdaş Sünni dünyasında da bir ilk.