Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Kabil bir Tokyo değil... Ama neden olmasın?

Biraz sakinleşelim ve Washington'ın Afganistan'dan çekilme kararına yönelik karalama seline bir ara verelim. Bu selin içeriği, koskoca Amerika’nın, günlerden beri devam eden atmosfere tutulmasından ve Afganistan’dan çekilmesinin yarattığı kaos ile boğuşmasından oluşuyor. Koskoca Amerika, Amerikalıların ve Afganların hayatlarını riske attı. ABD uçakları, plansız, doğaçlama havalandı. ABD, Ortadoğu ve dünyadaki müttefiklerine güvenilmez bir ülke olduğu izlenimi verdi. Arap bölgesini ve İsrail'i etkileyen endişe, Londra ve Brüksel'den Tayvan'a kadar her yerde aynı şekilde hissediliyor. ABD, Çin'den Rusya'ya, İran'dan Asya'daki rakiplerine kadar herkese konuşma ve onu eleştirme fırsatı vererek bir saflık yapmıştır.
Yukarıdakilerin hepsini tartışmayacağım. Amerika o kadar büyük ki tüm bu eleştirileri kaldırabilir. Bu sadece Amerika'nın göze alabileceği bir başarısızlıktı. Ama bundan fazlası var. Bu marjinal bir durumdur ve her siyasi ve güvenlik yol ayrımında Amerika’nın sonunun geldiğini ilan eden “Anti-Amerikan” retoriği için son derece elverişlidir. Burada Amerika’dan bahsediyoruz; “Korona” salgını için tek başına üç aşı üreten, zaman kazanmaları ve gezegeni kurtarmaları için ilaç şirketlerine astronomik finansman sağlayabilen, bir tür siyasi çılgınlık olan Amerika’dan. Ancak aynı zamanda, olayların anlaşılmasını her seferinde bulanıklaştırabilen köklü bir kültürel, medyatik ve popüler anlatım vardır.
Afganistan'dan çekilme sahnesinden şahit olduğumuz şeyler, Washington'ın krizinden çok bizim krizlerimiz hakkında bilgi veriyor.
Amerika, Afgan seçkinlerini 20 yıldır himaye ediyorken, onlara yüz milyarlarca dolar finansman sağlıyorken, uluslararası kalkınma ve bölgesel istikrar için mümkün olan en geniş imkanları sağlıyorken bu Afgan seçkinleri niye sürdürülebilir bir proje veya sağlam bir başarı öyküsü üretmekte başarısız oldular? Taliban’ın iktidara dönüşü öncesindeki 20 yıllık boşluk bir hiç uğruna heba mı oldu?
ABD'nin Afganistan politikasına yönelik bir eleştiri seline karışmadan önce, ABD müdahalesinin ve “devlet inşası” ya da “demokrasi ihraç” politikası tarihinin sürekli bir başarısızlık tarihi olmadığını hatırlayalım.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika'nın Japonya ve Almanya'da başarılı olduğunu hatırlayalım. Soğuk Savaş'tan sonra Kosova ve Bosna'da tamamen farklı toplumlarda da başarılı oldu. Vietnam ve Güney Kore deneyiminin başarısına ve pekiştirilmesine belirleyici katkılarda bulundu. Körfez Savaşı'ndan sonra genel Avrupa kamuoyunun aksine baba George Bush, Berlin Duvarı'nın yıkılmasının ardından Almanya'nın birleşmesini destekleme ve bu temelde yeniden inşa etme fikrine öncülük etti. Sosyal yapı, etnik birlik veya çeşitlilik açısından, sanayileşmenin ekonomi içindeki seviyesi açısından ya da yeniden yapılanma öncesi ve sonrası Batılı değerlerin toplumda yer edinme derecesi açısından bunların hepsi birbirinden çok farklı modellerdir. Ama ekonomik, siyasi, hukuki ve toplumsal olarak farklı derecelerde de olsa başarılı deneyimler. Amerika’nın bu başarıları, Afganistan ve diğer bazı yerlerdeki başarısızlığını aklamaz. Afganistan’daki savaş, çok fazla tereddüt, işgal altındaki ülkenin geleceğine yönelik zayıf bağlılık, Amerikan politikasının savaştan ne istediği ve beklediği konusunda net bir vizyon eksikliği ve diğer tecrübelere kıyasla askeri personelin daha az olmasıyla ön plana çıktı, bunların hepsi doğru.
Ama bu bizi başarısızlığa uğratmamalı; Sürekli savaştan savaşa, intikamdan intikama, tarihten daha derin, daha karmaşık ve daha ağır bir yanılsamaya sürüklenen evrenin, kültürün ve değerlerin bu yönünün evlatlarından bazılarıyız...
Bu başarısızlık hikayesini daha önce Somali’de, Irak’ta, Beyrut’ta ve Gazze’de de yaşadık.
Bağımsızlık ve ulusal haysiyeti en çok talep eden kişilerin, iç sömürgeciliğe ve iç işgale en meyilli olması tuhaf bir paradokstur.
Bu deneyimler bizi durdurmalı mı? Amerika'yı karalama ve aşağılama selinden veya “Amerika'nın başarısızlığının” kanıtlarının sunumunu genişletmek için daha fazla çaba göstermekten sakındırmalı mı?
Gazze, kurtarıldıktan sonra neden asgari bir başarı standardına ve iyi bir yönetime sahip olmayı başaramadı? Lübnan, İsrail'in geri çekilmesinden bu yana neden yavaş yavaş tamamen başarısız bir devlete dönüştü? Bir an için “kurtuluş” yanılgısı Lübnan toplumunu parçalamadan önce toplumun parçalarını bir arada tutan bir yapıştırıcı olan İsrail işgalinin bir nimet olduğu bile düşünülebilir.
Başkalarının başarılı olduğu şeylerde biz neden başarısız oluyoruz? Bizi geri bırakan ve başkalarının ilerlemesine yol açan değerler nelerdir?
Neden Suudi Arabistan ve BAE siyasi, sosyal ve kalkınma deneylerinde başarılı olurken diğerleri başarısız oldu? Petrol yeterli bir cevap değil... Venezüella dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahipken oradaki koşulları çok iyi biliyoruz.
İngilizler Abu Dabi'den ayrıldığında, Abu Dabi halkı içinde sadece yedi tane üniversite mezunu varken, bugün o halktan bazıları Mars yüzeyinde çalışma yapıyor. Elli yıldan kısa bir süre içinde. Yani, Afganistan’da bir değişiklik olmasını beklediğimiz son 20 yıllık zaman diliminin iki katından biraz daha fazla bir sürede.
Bunlar bize, bizden, bizimle ilgili sorular.                                                       
Amerika, Afgan başarısızlığını sindirebilir. Bizim başarısızlığımız ise, kurtarıcılar ve galipler "geri çekilirken" işgalci uçaklarının tekerleklerine tutunmaktır.