Vahdettin İnce
Yazar
TT

Dönme isteği

Dante gibi tam ortasında değilim ömrün. Yolun yarısını ikiye katlamak üzereyim. Son merhale. Ya da sondan bir önceki merhale. Hayatın coşkun akışına karşı da bir soğukluk, bir bıkkınlık, bir usanç hissediyorum artık. Usul usul bedenimi üşüten eylül esintileri de bir şeylerin habercisi zaten. Ardı sıra kışı da gelecek ömrün biliyorum. Ömrün kışı bastırmadan memlekete dönme hususunda karşı konulmaz bir istek uyanmış içimde. Kışı muhkem bir barınakta geçirme telaşındaki bir koçer gibi. Koçer için sağlam bir köy evi gelecek bahar için bir hazırlık mekanı iken benim için bu dönüş isteği, artık yaşanacak bir baharın kalmadığına dair bilincin eseridir.
Bundan yıllar önce bir İran gezisine katılmıştım. Ta Afganistan sınırındaki Horasan’ın kadim Tus şehrinde Gazali’nin mezarını görünce biraz üzülmüştüm. Gurbette ölmüş diye düşünmüştüm. Hep Bağdat’la bilir, Bağdat’la anardım o güne kadar. Mezarını da Bağdat’ta tahmin ediyordum doğal olarak. Biri anlatmıştı. İyice yaşlanınca Gazali memleketine dönüp ömrünün son demlerini orada geçirmeyi istemiş ve bu isteğini gerçekleştirmiş. Tus’a dönmesinin sebebi gerçekten bu mu bilmiyorum tabi. Ama buysa eğer son derece anlamlı bir davranış, insani bir istek.
Nitekim bunun sebebini bir dostuma sormuştum başka bir vesileyle. İlmin, paranın ve başka bir şeyin peşindeki insana ilk başlarda bulunduğu çevre yeterli gelmez. Gözü hep uzaklarda olur. Hep açılmak, hep uzaklara gitmek, hep toplamak derdinde olur. Sonra isteğine kavuşunca ya da kavuşmaktan ümidini kesince de başladığı noktaya dönmek ister. Tıpkı buharlaşan suyun gökten tekrar yere yağması gibi. İlim adamları da öyledirler. İlme doymazlar, hep öğrenmek, hep bilmek isterler. Sonra bir gün gelir biriktirdikleri ilmi adeta ana yurtlarına emanet etmek istercesine başladıkları yere geri dönerler, demişti. Kaç kişi gerçekleştirebilmiş bunu, bilmem ama her gurbette yaşayanın sonbaharı hissettiğinde gelmekte olan çetin kışı ana yurdunun bağrında geçirmek istediğini biliyorum.
Meyve ağaçları da havaya doğru uzanan dallarının başında olgunlaştırdıkları meyvelerini köklerine bırakmıyorlar mı zaten? Yani insanın son merhalede ana kucağına döner gibi ana yurduna dönmesi doğal bir davranıştır.
Doğanın yasasıdır yani. İmparatorluklar kabaran bir deniz gibi büyük kıtalar, bölgeler kaplarlar, sonra ömürlerinin sonbaharında deniz sularının çekilmesi gibi başladıkları yere çekilirler, geri de küçük su birikintileri gibi boynu bükük, yetim izler bırakarak. Balkanlar kadar hüzünlü, Ortadoğu kadar kederli izler hem de Osmanlı okyanusundan arta kalan. Ta Makedonyalı İskender’den beri böyledir bu. Giden şanlı akıncı bir gün döner yurduna. Sonbaharda bir yolunu bulup başladığı yere dönmeyenler okyanusların ortasında gark olurken gözleri yurtlarına çakılı kalmış demektir.
Afganistan diken üstünde yeniden kanlı bir iç çatışmayı bekleyen akbabaların iştahlarını kabartırken, Suriye hala kanarken ve Suriyeliler baba ocağında bile sığıntı muamelesi görürken, derlenip bir yerlerden getirtilenler ev sahiplerini kovmaya yeltenirken ve dünya gündemi bu kalleş minval üzere baş döndürücü bir hızla gelişirken benim kalbimin gözeneklerinde hissettiğim bu yorgunluk bir kaçış değil, tabiatın çağrısına uyuyorum.
Başarır mıyım bilmem.