Fahd Süleyman Şukeyran
Suudi Arabistanlı araştırmacı yazar
TT

Kalkınma ve siyasal gerçekçiliğin zaferi

Suudi Arabistan’ın kapsamlı “Vizyon 2030” projesinin ardından ülkede yayılan ruh harika görünüyor. Bu, basitçe söylemek gerekirse, bir topluma hayatın yeniden dönüşünü, çevresi için bir hareket merkezi olmasını ve beraberinde getirdiği etkileri açıklıyor. Bu vizyon, siyaset ve ekonomi ile sınırlı değil, aksine daha çok kamusal alanı kaostan ya da durgunluktan kurtarıp kurumlara geri döndürmenin anlamını kendi ile birlikte getirmektedir. Eskiden solan bahçelerin, boş tiyatroların ve bezgin kitap fuarlarının önünden geçerdiniz. Bugün başka bir iklim, başka bir mekân, başka bir atmosfer var.
Artık kitap fuarlarının açılması, ülkenin dört bir yanında eğlence sezonlarının başlaması ve av tutkunları için silah sergilerinin açılması gibi birbirini takip eden olaylar sizi şaşırtmıyor. Birkaç yıl öncesine kadar böyle bir parıltı pek mümkün görünmüyordu. Fakat Suudi Arabistan bugün sanatı, eğitimi, eğlencesi ve yenilikçiliği ile dünyevi canlılığın itici gücü haline geldi. Yıllar boyunca umutları ve acılarıyla toplumun derinliklerine nüfuz eden bir felsefi vizyon olmadan bunlar gerçekleşmezdi.
Öte taraftan Körfez halkı, ideolojilerin liderlerinin on yıllarca yaptığı gibi Batı ile kötü bir ilişki kurmadı, bilakis yatırım, inşaat ve kalkınma gibi hususlar Körfez ve Batı kurumları arasındaki yakınlaşmanın bir meyvesiydi. Arapların katkıları, bir tarafın onlara yönelik bağışı değil, kalkınma tarafında yer almasıyla ilgilidir. Kıtlık yıllarının hikayelerini ve Körfezlilerin İngilizler ve Amerikalılarla ilk kez nasıl tanıştığını okumamış olanlar, Körfez ile Batı arasındaki buluşmanın anlamını bilemezler. Batı ile ilişkilerde hiçbir zaman bir zedelenme meydana gelmedi, bilakis ilk hastaneleri açtılar, eğitimi desteklediler, diyaloğa katkıda bulundular ve “seyahat edebiyatı” aracılığıyla Körfez halkıyla aralarındaki anlayışın temellerini attılar.
Bazıları, her türlü kusuru Krallıkla yönetilen ülkelere atan eski Arap liderlerinin söylemlerini gündeme getiriyor. Fakat bugün Araplara ne kaldı? Bütün bu gürültü ve çığlıklardan sonra onlara ne kaldı? Uzlaşı, politik gerçekçilik ve ekonomik kalkınma yolunu seçenlerin başarısından başka hiçbir şey. Kalkınma ve çeşitlilik sadece Suudi Arabistan ile sınırlı değil, aynı zamanda Körfez boyunca Abu Dabi'deki en büyük festivallere ve Bahreyn'deki hoşgörü mesajlarına kadar uzanmaktadır. Tüm bunlar, her siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal başarının temelinde kalkınmanın, eğitimin ve siyasal gerçekçiliğin olduğunu gösteren işaretlerdir.
Körfez halkı için karanlık ve trajik aşamalar, çevre güçlerin kamçılarının etkisi altında yaşanmıştır. İran devrimi ve sonrasında Batı karşıtı dini söylemin yükselişi bunun örneğidir. Ancak bölge sakinleştiğinde, sivil dünyevi söylemin etkisinin arttığını görüyorsunuz. Bugün kalkınmayı sadece bir plan değil, ayrıca bir felsefe olarak gören istisnai bir aşama ile karşı karşıyayız ve aradaki derin fark burada yatmaktadır. Bazıları yoldan çıktığımızı ve trenin raylarda kaldığını söylüyor. Neden karanlık çağların argümanlarını, mağara sakinlerinin edebiyatını ve gece kuşlarının konuşmalarını dinliyor ve tekrarlıyoruz?! Bu türden sözlerin ayıplanması gerekir. Bunları dillendirmek için alternatif yollar buldular. Bunlardan belki de en önemlisi sosyal medyadır. Nitekim Eymen ez-Zevahiri, Telegram gibi teknik bir uygulamayla sözlerini destekçilerine ulaştırabilmektedir. Kışkırtıcılar, gizli uygulamalar -özellikle WhatsApp- aracılığıyla her halükârda kışkırtmanın bir yolunu bulunuyorlar.
Körfez'deki kalkınma endüstrisi doğası gereği kapsamlı ve bütüncüldü. Nitekim kalkınmayla başladı ve fikir, kitap, sanat ve eğlenceyi içeren kültürle dallanıp budaklandı. Evet dinlenme ve eğlence gereklidir. İnsanın dünyevi hukukunu güvence altına alır. Kamusal alanda eğlence amacıyla yapılan yatırımlar, şer’ ve fıkıh usulünde mubah kategorisine girer ve haram olarak nitelendirilmez. Allah, Kuran’ı Kerim’de, "Allah'ın kulları için yarattığı süsü, temiz ve iyi rızıkları kim haram kıldı?” diye buyurmaktadır. Ayrıca İmam Şâtıbî, “Muvafakat” adlı eserinin özellikle ikinci bölümünde hükümleri incelediği yerde mubahın şer’i teklif açısından yerini şu şekilde ortaya koymaktadır:
“Mubah, ne yapılması gereken ne de kaçınılması gereken bir şeydir. Şarî’nin katında mubah, yapılması ve terkinde tercihe bırakılmış olan şeydir. Bundan dolayı yapılması ya da yapılmaması herhangi bir övgü ya da yergiyi gerektirmez ve talebin yokluğundan ötürü bu fiili terk edenin itaat ettiği söylenemez. Zira itaat ancak talep ile olur, talep yoksa itaat de yoktur. Muhakkiklere göre terk, tercih kapsamındaki fiiller arasındadır. Dolayısıyla mubahı terk etmek de mubahtır.” (Muvakafat, C.1. sf.172-215)
Bakan Türki Âl-i Şeyh’in, “Kral ve Veliaht, haramlar karşısında kararlı bir tutuma sahip oldukları gibi, mubah olanı muhafaza konusunda da öyledirler. Bu konu artık açıklık kazanmıştır” yönündeki ifadeleri oldukça önemli ve anlamlıdır.
Haftalık festivaller, kalkınmakta olan ülkeler ve siyasal gerçekçilik ile füzeler, sorunlar ve minberlerden yükselen tehditler arasında sıkışıp kalan ülkeler arasındaki büyük mesafeyi gösteren işaretlerden biridir.