Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Lübnan ne zaman Dubai'ye benzeyip devletçikler değil bir devlet olacak?

Dubai Emiri Şeyh Muhammed bin Raşid el-Maktum'a teşekkür ediyoruz. Bu şükran yeni ve sadece şimdi için değil, uzun yıllardır var ve daha uzun yıllar da devam edecek. Şimdiki teşekkürümüzün nedeni, Lübnan için acı ve ıstırap hissetmesi, onun için gayret etmesi, Lübnan’ın Dubai’nin yıllardır hazırlandığı ve şimdi topraklarında konuk ettiği küresel bir etkinliğin dışında kalmasına yüreğinin el vermemesi. Ama keşke Lübnan bu etkinliğe katılmasaydı da Lübnanlılar, onları yönetenlerin hangi yaratılışta olduklarını daha çok öğrenselerdi. Lübnan’ın yöneticileri insanları soymakla yetinmediler. Onları vatanlarında öksüz gibi yabancılaştırmakla, kimsenin tanımadığı, bir lokma ekmek, bir hap ilaç için dilenen, çocuklarını kendilerinden daha az yoksulların kapısına dilenmeye gönderen kimselere dönüştürmekle yetinmediler.
Lübnan'ın pek çok olan zenginleri, halkı aşağıladılar, biz de bu aşağılamayı kabul ettik, ama iş Lübnan'ı küçük düşürmeye gelince, işte bu her Lübnanlının kalbine saplanan bir bıçaktır. Herkes maaşlarının ne kadar olduğunu bilirken çocuklarının düğününe on milyonlarca dolar harcayanlardan her biri 50 bin dolar bağışlasa, Lübnan'ın Expo Dubai'ye onurlu bir şekilde katılımının maliyeti olan 7 milyon dolardan daha fazlası toplanırdı. Ama Lübnan'ı yönetenler ve soyanlar, sürekli almaya alışmışlar ve vermeyi bilmiyorlar. Hırsızlık ucuz, ancak onur ve haysiyet pahalı. Buna rağmen Lübnan’dan resmi bir heyet hiç utanmadan Expo fuarında Lübnan pavyonunu açmak ve tebbule salatası ikram etmek için Dubai’ye gitti. Heyettekilere göre tebbule Lübnan’ı temsil edecek bir icat, başarı, özellik ve yeteneklerden biri sayılıyor. Bazıları da hükümetin Lübnan’ın fuarda bir pavyon elde edebilmesinde hiçbir payının olmamasından utanmadan, uluslararası bir fuara "katılan" Lübnan hükümetinin başarılarını övüyorlar. Lübnan'a koşulsuz olan samimi ve cömert sevgisi için Şeyh Muhammed bin Raşid'e teşekkür etmeyi ise unutuyorlar.
Mevcut Lübnan Başbakanı, İran ve vekillerinin ülkeye gümrüksüz ve vergisiz yakıt sokarak Lübnan'ın egemenliğini ayaklar altına almalarından duyduğu üzüntüyü ifade etmek, Hizbullah’ın Lübnanlılara kaçamak pozisyonlar satmasına izin vermek yerine, Hizbullah ödemesi gereken harcı ödemeden bu zehrin Lübnan’a girmesini reddetseydi, Lübnan, Expo Dubai’deki pavyonunun ücretini ödeyebilirdi.
Ardından bir de Pandora Belgeleri skandalı patlak verdi ve görüldü ki Başbakan’ın kendisi dış mali cennetleri kullanıyormuş. Oğlu, babasını aklamak amacıyla vergiden kaçmak için değil, şirketler daha kolay ve hızlı kaydedildiği için bu ülkeleri kullandığı argümanını öne sürdü.
Dubai'nin bir çöl olduğunu ve Şeyh Muhammed'in onu dünyanın en güzel şehirlerinden biri haline getirdiğini, Lübnan’ın da şimdiki haline gelmeden önce bir zamanlar Doğu'nun İsviçresi olduğunu söyleyenler beni güldürüyor. Bunlar Şeyh Muhammed'in babası Şeyh Raşid'in hayal ettiği Dubai kumlara çizdiğini ve hayırlı oğlunun da düzen ve hukuk devletini sağlamlaştırdıktan sonra babasının ve kendisinin hayallerini gerçekleştirmeye başladığını unutuyorlar. Dubai bu şekilde dünyanın odağı oldu. Peki, Dubaililer arasında ülkesi için gayret etmeyen veya göç etmeyi düşünen var mıdır?
Lübnan'da ise milis liderleri her şeyi yok etmekte gecikmediler. Suriye işgali yolsuzluğu artırdı ve vatana bağlılığı ortadan kaldırdı. Faruk eş-Şara bir keresinde Suriye dışişleri bakanı olarak Lübnan'ı ziyaret ettiğinde, rahmetli Başbakan Refik Hariri başardıklarından gurur duyar bir şekilde ona Solidere’i gezdirmişti. Şara’nın tepkisi, “böyle bir projeye girişen delidir” şeklinde olmuştu. Ardından Hariri suikastı geldi, Hizbullah gittikçe yayıldı ve Lübnan devletini alt üst etti. Filistinliler ve Suriyeliler nasıl kendileri için Lübnanlı ajanlar buldularsa, İran da şimdi kendisi için Lübnanlı ajanlar buldu. Irak ordusu kalabalık birlikleriyle Kuveyt'i işgal ettiğinde ajanlar bir yana askerlerini karşılayan ve selamlayan tek bir Kuveytli bulamamıştı. Lübnan’daki Suriye işgali ise, Temsilciler Meclisi'nin üye sayısını belirliyor, hükümetler kuruyor ve cumhurbaşkanlarını seçiyordu. Şimdi de Hasan Nasrallah çıkıp bize tüm parasının ve silahlarının İran'dan geldiğini söylüyor ve "İran'da dolar olduğu sürece bizim de dolarımız var” diyor. Durum buysa, "en hayırlı insanların" partisi neden Lübnan devletini yağmalama, Lübnanlıların parasıyla sübvanse edilen her şeyi Suriye'ye kaçırma yoluna gitti? Neden Lübnan krizinin Amerikan-İsrail-Körfez ablukasından kaynaklandığını söylüyor? Sonra  bir de Hizbullah'ın Yürütme Konseyi başkanı sıfatını taşıyan, Haşim Safiyuddin adında biri çıkıp Lübnanlıları şöyle tehdit ediyor; biz henüz ABD'yi devlet aygıtlarından temizleme savaşına girişmedik. Ama uygun gün gelir ve bu savaşı verirsek Lübnanlılar başka şeylere tanık olacaklar.
Bu gününün gelişini hızlandırmaya ne dersiniz Safiyuddin Bey? Sanki Hizbullah ortada devlet aygıtları mı bıraktı. Peki tüm bu aygıtların içine itilenlere ne olacak? Safiyuddin diyor ki: Halkın yükünü hafifletebilecek şey dünyanın sonunda da olsa onu getirmek için dünyanın sonuna gideriz.
Lütfen gidin ve bir daha dönmeyin, çünkü siz yükün kendisiniz, çünkü Lübnanlıların çoğu artık size katlanamıyorlar ve siz bunu biliyorsunuz. Beyrut Limanı patlaması ve yol açtığı ölümlerden ve kayıplardan, başkentin üçte birinin yıkılmasından bu yana Nasrallah, soruşturmayı yürüten ve sorumluların çevresindeki halkayı gittikçe daraltan yargıç Tarık el-Bitar'ın değiştirilmesi çağrısında bulunuyor. Hizbullah, soruşturmayı durdurmak için dava açmalarını sağlayacak yasal boşlukları bulmaları ya da Lübnan’ın gerçek içişleri bakanı Vefik Safa’nın tehdit ettiği gibi yargıcı susturmak için tüm ajanlarını seferber etmiş durumda. Hem cumhurbaşkanlığı hem de başbakanlık pozisyonuna talip olanlar Nasrallah'ın çağrısına karşılık verdiler. Bu, Lübnan'da adaletin bir hak olmadığını, bunun için savaşılması gerektiğinin bir teyidi. Lübnan'da suikastlar kolay ve herkes katili bildiği halde bilmiyormuş gibi yaptığından, Beyrut Limanı patlaması kurbanlarının aileleri peşinen bir vicdan azabı duymaya başladılar. Hatta bazıları – malum katilin- yargıç Bitar’a suikast düzenlemesi korkusuyla kurbanların hakkını aramaktan, bilinmesine rağmen amonyum nitratı kimin getirdiğinin ortaya çıkarılması taleplerinden vazgeçme düşüncesine kapıldılar.
Ancak yeni hükümet Hizbullah'ın emriyle hareket etmeye ve Şii ikilisinin istediği gibi seçimlere hazırlanmakla meşgul olmaya devam ederse, Lübnanlılar şaşırmamalı. Afganistan'da nasıl Taliban iktidara döndüyse, aynı yozlaşmış sistem de yine iktidara gelecek. O zaman bu hükümeti benimseyen Fransa'ya teşekkür edeceğiz, çünkü Lübnan'ı kendi amaçları için kullanan sadece İran değil, Fransa da Lübnan'ı İran’a yönelik amaçları için kullanıyor. Ama arzulanan her şey gerçekleşmez.
Dubai ve Şeyh Muhammed bin Raşid'in bulunduğu bağış ve cömertliğe dönecek olursak, direniş ekseninin gece gündüz hedef aldığı, Lübnan’ın eski ırkçı dışişleri bakanının “bedevi” olarak nitelediği Arap Körfez ülkelerinin ne olduklarını teyit etti. Bu ırkçı bakan, Lübnanlı yetkililerin devleti Hizbullah'ı teslim etmelerinden, hırsızlık ve yolsuzluklarda çok ileri gitmelerinden bu yana, Lübnan’ın ne hale geldiğini unutmuş görünüyor. Bir zamanlar tüm uluslararası forumlarda öne çıkan, sergi, festival ve konferansların sponsorluğu ve organizasyonunda öncü olan Lübnan, dünyanın en önemli ticari, finansal ve kültürel organizasyonuna katılım bedelini ödeyecek birisine ihtiyaç duyar hale geldi. Bu tam bir aşağılama, başarısızlığa doğru gerileyen ülkeler konusunda incelenmeye değer bir örnektir.
Bu noktada, Lübnan Devlet Başkanı Mişel Avn'ın korona salgını öncesi BM’nin yıllık toplantısına 160 kişilik bir heyetle katıldığını ve bu ziyaretin 1 milyon dolara (kim ödedi?) mal olduğunu hatırlatalım. Dahası Lübnan’ın bir zamanlar Charles Malik’in konuşmalarıyla, ardından Gassan Tuveyni’nin analizleri ile zenginleştirdiği BM’nin üyelik aidatını ödemediği için üyeliğinin askıya alındığı da söz konusu dışişleri bakanının dikkatinden kaçtı galiba. Cibran Basil'in dünyanın 148 başkentine ve şehrine yaptığı ve 4 milyon dolara mal olan seyahatlerini hatırlatmakta da fayda var. Bu seyahatler uluslararası toplumdan izolasyonu artan, her zaman Lübnan’ın yanında duran ülkelerle eski yöneticilerin kurmak için çabaladıkları eski dostluklarını kaybeden ülkeye hiçbir yararı olmadı. Elbette, sanayi, tarım ve hizmet alanlarında Lübnan ekonomisine de Expo 2020 gibi küresel bir etkinliğin sağlayabileceği herhangi bir fayda sağlamadı. Şeyh Muhammed bin Raşid'in cömertliği olmasaydı, Lübnan zenginlerinin hırsızlıkları nedeniyle Lübnan bu etkinliğe katılma fırsatını da kaybederdi. Bu cömertlik ve iyiliği, devlete çöreklenen mafya hariç hiçbir Lübnanlı unutmayacaktır.
Ancak Dubai'de Lübnan pavyonunu ziyaret edenler, üzücü durumda olduğunu ve sergilediklerinin birtakım içecekler, tatlılar ve el sanatları ürünlerinden ibaret olduğunu, ziyaretçilerinin çoğunun hiç durmadan ve sergilenenleri ithal etmek için hiçbir sözleşme imzalamadan geçip gittiklerini söylediler. Bunun nedeni de ülkeden sorumlu olanların, onu itibarsızlaştıranların, tarım ürünlerinin içinde uyuşturucu ihraç edenlerin, standartları ve kaliteyi düzenleyen düzenleyici kurumları ortadan kaldıranların, ihracatın temeli olan istikrarı engelleyenlerin, gurur duyduğumuz turizm sektörünü sonsuza kadar vuranların karşısında durmamaları.
Lübnan pavyonundan sorumlu olanlar, bunlar yerine patlamanın kurbanlarından biri olan 3 yaşındaki Alexandra Neccar'ın ve ölüme gönderilen itfaiyecilerin fotoğraflarını sergilemelilerdi. Mafya devletinin dünyayı sarsan ama yargıç Bitar’ı susturmak isteyenleri sarsmayan bir suçun izlerini silmek istercesine şimdi ortadan kaldırmaya niyetli olduğu buğday silosundan geriye kalanların fotoğrafını koymalılardı.
Şeyh Muhammed bin Raşid'e bir kez daha teşekkürler, ama keşke Lübnan'ı ucuza satan bir sisteme karşı bu kadar cömert olmasaydı.