Emel Musa
Tunuslu şair ve yazar
TT

Ulus devletin işlevi

Uzun zamandır ulus-devletin rolüne ilişkin söylem, uluslararası bloklaşmaları ve çok uluslu ortaklıkları yücelten diğer bir söylemle karşılaştırıldığında geri planda kalıyor ve sönüyor. Bu durum, genç nesillerin düşüncesinde ulus-devlet fikrine önceliğin verilmediği yeni bir kültür üretmiştir. Ancak korona salgını, ulusal devletin işlevinin geri dönmesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur. Çünkü vatandaşlar, korona pandemisinin zorluklarının üstesinden gelmek ve hastalık için çözüm bulmak adına devlete sığındı. Bu durumla birlikte devletin rolüne ilişkin ruhun geri dönüşüne tanık olduk ve toplumun hayati sektörlerinin çoğunu özelleştirmede büyük ilerlemeler kaydeden kapitalist liberal ülkelerde bile durum farklı olmadı. Korona pandemisi, özel sektörün güvenilirliği ve özelleştirmeye yönelmenin doğruluğu hakkında birçok soruyu gündeme getirdi.
Dolayısıyla pandeminin, hangi görevlerin devletin egemenliğinde kalması gerektiği gibi devletin işlevi konusunu yeniden düşünmek için önemli bir fırsatı temsil ettiği sonucuna varılabilir. Nitekim tecrübeler, eğitim ve sağlığın öncelikle devletin temel işlevleri arasında olması gerektiğini her zaman doğrulamıştır. Bu iki sektörü birden veya büyük ölçüde özel sektöre bırakmak yanlıştır. Aslında Arap ülkelerimizdeki yoksulluk istatistikleri, ulus devlet fikrini, onun merkeziliğini ve işlevlerini savunmamızı gerektiriyor. Nitekim özel sektör her şeyden önce kâr ile ilgilenirken, kamu sektörü ve devlet kurumları vatandaşların beklentilerini karşılamak, yoksullar ve işsizler için çözüm bulmakla ilgilenmektedir.
Ulus devletin rolünü ve özelleştirme konusunda daha ağır adımlar atılması hakkında yeniden düşünmek, devletin -özellikle zengin olmayan ülkeler için- maliyetli hale gelen görevleri karşılayabilmesi için güçlü olmasını gerektirir. Devletin bu bağlamdaki gücü, yalnızca maddi imkanlarla ilgili değildir. Aksine ulus devlet kimliğinin unsurlarına ilişkin algılama, proje ve çalışmanın gücündedir.
Zengin olmayan ulus devletlerin günümüzde yaşadığı en büyük açmazın, ulus devletin merkezi işlevine ilişkin geri planda kalmışlıkla birlikte aynı kaderi yaşayan ulusal egemenlik konusu olduğu belirtilebilir. Fakat görünen o ki, devletin etrafında toplanmaya ve temel toplumsal işlevlere bağlı kalmaya geri dönüş talebi, devletin güçlü rolüyle bağlantılı olan ulusal egemenlik kavramını da yeniden düşünme ihtiyacına dikkat çekmedi. Oysa devletin egemenliği, dünyadaki ortaklarla müzakere ve başarı için ön koşuldur ve egemenliğin bu anlamı ne kadar ön planda olursa halk ve devlet arasındaki bağ da o kadar kuvvetli olur. Ulusal kimlik ve aidiyet duygusu, ekonomik tercihler ve ülke işlerindeki müdahaleleri reddetme kaynağı olur.
Elbette ulus devletten egemenliği boşaltmakla dünyaya açılmak ve ilişki kurmak arasında fark vardır ve Birinci Körfez Savaşı tarihinden pandemiye kadar olan olaylar göz önüne alındığında bu durum, bugün netlik kazanmıştır. İnandığımız fikirler gözden geçirilmeyi veya değiştirilmeyi hak etmektedir. Nitekim ulus devletin sona erdiği ve gerek bugünün gerekse geleceğin uluslararası bloklara ait olduğu yönündeki sözler ve açıklamalar, ulus devletin vazgeçilmez olduğunu ve bu türden büyük krizlerde sorumlu olmaya devam ettiğini gösterdi.
Hiç şüphe yok ki ‘devletin görevi’ anlayışının ve ruhunun geri dönüşü bir gerçeklik haline geldi. Ancak, bireysel haklar, kamu özgürlükleri ve iletişim teknolojisindeki devrimin ürettiği başka gerçekler de var. Bu, devletçiliğe ve totaliterliğe dayanan ‘ilk kuruluşundaki ulus devlet’ ile ‘2021'deki güçlü ulus devleti’ birbirinden ayıran bir gerçektir. Mevcut Arap halkları kanunlarla güçlü, hukukta ve servet dağılımında adaletli, kolay çözümlere başvurmaksızın kalkınma trenine öncülük edecek bir ulusal devleti dört gözle bekliyorlar. Arap dünyası bugün çok boyutlu bir imtihanın ortasındadır. Öyle ki ulusal devletin gücü ve bir devletin kendi halkının önceliklerini müzakere edebilmesini ve savunabilmesini sağlayan egemenliği siyasi seçkinlerimizin verimliliğini ölçtüğümüz şeyler arasındadır.
Öte taraftan ulusal egemenliğe bağlı kalmanın amacının, her ülkenin önceliklerini korumak ve dünyanın güçlü uluslarının kulübüne ait olmayan ülkelerin ulusal egemenliğini hedef alan ülkelerin ekmeğine yağ sürmek tehlikesine karşı bir teyakkuz ve uyanıklık durumuna getirmek olduğu bir sır değildir. Bazıları, sadece ekonomik olarak güçlü olanın egemenliğe sahip olduğunu düşünebilir. Ancak halkların tarihi, bu meyandaki sözleri defalarca anlamsızlaştırdı. Devlet de kültürel bir varlıktır ve her hal ve zamanda aynı olmayan unsurlara göre kendi anlamını kazanır.
Meselenin özü, ulusal öncelikleri savunmanın ve bu önceliklere hizmet edecek şekilde hareket etmenin, egemenliğin fiili olarak gerçekleştiğinin göstergesi olduğudur.