Devrimi ihraç etme yoluyla nüfuzu yayma ve hegemonyayı genişletme, dünyaca bilinen, kanıt ve delile gerek olmayan ilan edilmiş bir İran stratejisidir. Bu strateji, 1979'da Humeyni Devrimi’nin başarılı olmasından bugüne kadar faaliyet gösteriyor. Daha sağlam ve istikrarlı bir “rejim doktrini” ve “iktidar ideolojisi” haline geldiğinden İran, gelecekte bu stratejisinde herhangi bir değişiklik yapma niyetinde değil.
Humeyni’den Hamaney’e 40 yıl boyunca bu İran stratejisi, nasıl hayata geçirileceği, bu hedefe nasıl ulaşılacağı konusunda büyük ve küçük değişikliklere tanık oldu, ama hedefinden asla sapmadı ve onu gözden geçirmedi. Söz konusu strateji Arap ülkelerini doğrudan ve açıkça hedef alıyor, tezahürleri Irak ve Lübnan'da olduğu kadar Suriye ve Yemen'de de yoğun bir şekilde görülüyor. Keza bazı Körfez ülkelerinde casusluk ve terör hücreleri kaynaklı hareketlenmeler, uyuşturucu kaçakçılığı, kara para aklama ve terör operasyonları alanındaki uluslararası faaliyetlerde de görülüyor.
Yukarıda bahsedilen Arap ülkelerindeki İran nüfuzunun dört ana modelinin, amaçları bir olsa da, aralarında gözlemlenebilecek “taktik” farklılıklar bulunuyor. Irak'ta halk, İran’a alenen bağlı partilerden ve milislerden bıktı ve samimi Iraklılar çok geçmeden dikkatli bir siyasi eylemle son seçimleri kazanmayı başardılar. Arap ve uluslararası destekle İran ve sembollerinin, parti ve milis gruplarının hegemonyasını sarstılar. İran buna sessiz kalmadı ki böyle yapması da beklenmiyordu. O ve takipçilerinin gürültüsü, tehditleri ve korkutmaları dünyayı doldurdu. Dolayısıyla hikaye henüz bitmedi, ancak bu seçimlerin sonuçları, İran nüfuzunun dini mantıkla “kader”, Marksist mantıkta “tarihsel kaçınılmazlık” olmadığını kanıtladı. Aksine, kendisi sadece bir politik oyun ve stratejilerin çatışmasıdır.
Lübnan'da hikaye farklı. İran'ın açık ve aleni temsilcisi Hizbullah, Emel Hareketi ile birlikte ve (Lübnanlı düşür Amin er-Reyhani’nin enkazı aşma ifadesine atıfla ) “enkazın geri dönüşünü" temsil eden Avn akımının onlara sağladığı kalkanla Lübnan devletini devre dışı bırakmayı başardı. Tüm Lübnanlı liderler, partiler ve akımlar, Irak'ta olduğu gibi bir çıkış yolu bulamadılar, bir umut oluşturamadılar. Herkes denemeyi ve Arap ülkeleri de desteklemeyi bıraktı, çünkü hiç kimse sahiplerinin terk ettiği veya aleyhine çalıştığı başarısız davaları desteklemez.
Yemen'de Husi milisleri, ne Yemen devletini ne de Yemen halkını hiçbir şekilde umursamayan düpedüz bir İran ordusudur. Bazı çatışma alanları dışında Güney Yemen bölgeleri bu milis grubun tamamen kontrolü dışında bulunuyor. Kontrol alanı temel olarak Zeydi yoğunluğunu temsil eden bölgeler, operasyon ve genişleme çabalarının hedefinde petrol kaynakları ve Suudi Arabistan sınırlarına yaklaşma yer alıyor. Müslüman Kardeşler’in bir etkisinin olduğu alanlarda onun da faaliyetleri kolaylaşıyor. Suudi Arabistan ve Arap Koalisyonu olmasaydı, Yemen’de hikaye daha da kötüye gidecekti.
Suriye'de Esed rejimi iki kıskacın, Rusya ve İran’ın pençesinde görünüyor. İkisi de Suriye’de daha fazla nüfuz, bölge kontrolü ve bağlılıklar elde etmek için birbirleriyle çekişiyor. Öte yandan İsrail, İran'ın Suriye ve bölgedeki stratejisine karşı tetikte, hırs ve hedeflerinin farkında görünüyor. İran'ın bu stratejisini dizginlemek için ABD ve yakın zamanda Başbakanının ziyaret ettiği Rusya’nın yanı sıra dünyanın birçok ülkesiyle birlikte çalışıyor.
Dünyada hiç kimse İran'ın bu yayılmacı stratejisini inkar etmiyor. Dünyada hiç kimse bunun aşırı köktenci bir teokratik ideolojiye dayandığını yalanlamıyor. Ama aynı zamanda, dünya lideri ABD ve Batılı ülkeler hiçbir şekilde onunla mücadeleye hazır olmadıklarından dünyadaki hiç kimse onunla mücadeleyle ilgilenmiyor. ABD ve Batı ülkeleri umutsuzca "nükleer anlaşmaya" tutunuyorlar. İran ise müzakere etmeyi reddediyor ve Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın yıllar önce açıkça uyardığı yıkıcı nükleer silah programında kayda değer ilerlemeler kaydediyor.
Bazıları, fikirlerin ve kavramların etkisini, yaşayan gerçekliğe yönelik tehlikelerini kavrayamıyorlar. Bunlara göre mezhepçilik, köktendincilik, Sünniler, Şiiler, hakimiyet, cahiliye vb. kavramlar geçmişe dönük reddedilen kavramlardır, dolayısıyla gerçekteki yıkıcı etkilerine göz yumulabilir. Bu, tarihin mantığını, insanın doğasını ve ideolojinin gücünü yok saydığı için, hatalı bir mantık. Böyle düşünenler ancak söz konusu kavramlar, insanların yaşamını, devletlerin çıkarlarını ve geleceğin yapımını etkileyen sahadaki yeni bir gerçekliğe dönüştüklerinde uyanırlar.
Bu entelektüel körlüğe bağlı olarak, ister geleneksel sol, ister Avrupa solu, isterse ABD'deki liberal sol olsun, küresel sol başta olmak üzere bazı uluslararası entelektüel akımlar, taraf tutup İran’ın tüm yayılma hırslarının, hegemonya ve etkisini genişletilme çabalarının büyük bir destekçisini oluşturuyorlar. Tıpkı küresel solun Humeyni ve devrimini övmesi, onu ve ideolojisini anlayamaması ve bunun sonucunda ona karşı pozisyonlarının tarihi bir skandala dönüşmesi gibi, Amerikan liberal solu da bu eski hatayı tekrarlıyor. Ama bunu doğal olarak, farklı faktör ve veriler kapsamında gelişen fakat sonuçta aynı amaca götüren mantık ve araçlarla yapıyor.
Kör taklit, bilimin esaslarından yoksundur, dahası, pratik ve gerçekçi bir şekilde uygulandığında zararlıdır. Özellikle de veriler farklı olduğunda, çıkarlar çelişip öncelikler çatıştığında., ABD ya da Avrupa'daki bir siyasi partinin sanat özgürlüğü çağrısı yapması, Hollywood’un onu desteklemesi, siyahların haklarını ya da belki "eşcinsel akımları" savunması, İran'ın kontrolündeki ülkelerde yaşayan Arap vatandaşlar için pek bir anlam ifade etmiyor. Onların asıl ilgilendikleri ve onlar için gerçek bir korku oluşturan şey, yeni sömürgeci tarafından işgal edilmemek, ülkelerinin İran işgali tarafından yok edilmemesi, ailelerinin Hizbullah, mezhepçi milis gruplar veya bir terör örgütü tarafından öldürülmemesidir.
Suudi Arabistan, birçok Arap ülkesiyle birlikte İran'ın “nükleer projesini” açıkça reddediyor. Arap ülkelerinin iç işlerine karışmasını net bir biçimde reddediyor. İran'ın balistik füzelerini açıkça kınıyor. Ancak bu, Batı ile İran arasındaki Viyana müzakerelerinin sonuçlarını beklemek yerine İran rejimi ile doğrudan müzakereler yapılmasına engel değil. En nihayetinde, çıkarları gerçekleştiren, egemenliği koruyan ve geleceği yaratan katı ideolojik tutumlar değil, siyasettir.
Son olarak; bölgedeki büyük projelerin (İran ile Arap ülkelerinin) arasındaki farklılık ve tezat anlaşılmalı. Örneğin Suudi Arabistan, dünyanın enerji piyasalarını etkileyen en önemli ülkesi, hiç kimse bunu inkar etmiyor ki ABD Başkanı Biden da yakın bir zamanda buna değindi. Ancak aynı zamanda, çevrenin korunması, iklim, değişimleri ve zorlukları ile ilgili gezegenin sorunlarıyla ilgilenen uluslararası girişimleri başlatan da Suudi Arabistan’dır. Yeşil Suudi Arabistan ve Yeşil Ortadoğu iki büyük Suudi Arabistan girişimidir ve bu makalenin yayınlanmasından bir gün sonra Riyad'da bu iki girişim için dünya liderlerinin ve karar vericilerin, ekonomik, resmi ve sivil düzeyde katılacağı bir zirve düzenlenecektir.
TT
İran nüfuzu ve yeşil Ortadoğu
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة