Hazım Sağıye
TT

Lübnan’daki çatışma: İdeoloji mi Vatan mı önce gelir?

Lübnanlılar arasındaki ihtilafın bazı kökenleri hakkında ve bizzat ülkelerinin yaşında bir ihtilaf vardır. Bu ihtilafın başlığı, meseleleri anlama ve idrak etmenin iki yöntemidir.
İlk yöntem, vatanın fikirden önce gelmesi, ikincisi, fikrin vatanın önünde olmasıdır.
İlk yöntemin temelleri Maruni aydınlar tarafından atılmış, daha sonra bu dini grubun politikacıları ve halkı onlara katılmıştır. Maruniler, belirli bir vatana sahip olmanın önemini fark eden ilk dini gruptu. Aynı zamanda Osmanlı dönemi başka hiçbir şekil ve biçimde geri dönmemecesine sona erdiği için bir devlete sahip olmanın öneminin de ilk onlar ayrımına varmıştı.
“Vatan” basitçe nüfus, toprak ve çıkarlar gibi bir dizi maddi veridir. Lübnan cumhurbaşkanlarından birinin, geniş bir siyasi programın başlığı olarak anavatanın yüzölçümünü 10 bin 452 metrekareye yükseltmesi sebepsiz değildi.
Bu yüzden vatanın önce geldiğini düşünenlerin asıl kaygısı her zaman nasıl yönetileceği oldu. Buna göre ilişkiler nüfusun koşullarını gelir, sağlık ve eğitim açısından iyileştiren bir temelde kurulur. İstikrar ile barış ise bunun gerçekleşmesi için iki ön koşuldur.
Elbette onlarca yıl boyunca bu yürüyüş birçok sapma yaşadı, yolsuzluk, adaletsizlik ve muamelede eşitsizlik ile gölgelendi. Ancak kazanımları da az değildi.
Daha yaşlıların sözlerinde canlanan iç savaştan önceki dönem nostaljisini, o dönemin politikacılarını ve “bir zamanlar Lübnan” hakkında kesintisiz akıp giden fotoğraf albümlerini ve hatıraları anmayı milli bir hobiye dönüştüren de muhtemelen budur. O bizim güzel dönemimizdi.
Şii toplumunun Musa Sadr aracılığıyla altmışların başı ve yetmişlerin başı arasında bu projeye ve bu vizyona (vatan fikirden önce gelir)  katılmaya çalışması boşuna değildir.
Lübnanlı Sünnilere gelince, aynı şeyi doksanlarda Refik Hariri ile daha geniş bir şekilde yaşadı. Böylece, “İdeolojiden önce vatan” teorisi, her grup onu kendi yerel rengiyle boyamaya devam etse bile, Marunilerle sınırlı olmaktan çıktı. Daha sonra ideolojilerin çöküşü, kardeş “vesayet”in kurulması ve direnişin mahiyetinin netleşmesiyle birlikte, bu teoriyi benimseyenler güçlendi.
Ancak bu, fikirler ile “ideolojiden önce anavatan” projesi arasında bir ilişki olmadığı anlamına gelmez. Zira, Lübnan’ı “Bir mesaj anavatanı”, “zanaatların anavatanı” ve “medeniyetlerin kavşağı” olarak tanımlayan çok sayıda hastalıklı ve folklorik fikirler tanıdık. Bu ortamdan, bir fikir olarak Lübnan’a dair pek çok vasıf çıktı. Ne var ki zamanın kısalığı ve birçok zorluk, demokrasi, adalet ve hoşgörünün yanı sıra  mezhepçilik ve etnik milliyetçilik hakkında daha ciddi fikirlerin gelişmesini engelledi. Ancak her durumda, çoğunluk fikirden daha güçlüydü. O sağlam bir başarı, konfor ve eğlenceydi. Neyse ki, bu yaygın fikirler bir Lübnan milliyetçiliği oluşturamayacak ya da bizleri Lübnan milliyetçilerine dönüştüremeyecek kadar çok yetersiz ve zayıf görünüyordu.
“Anavatandan önce ideoloji” destekçileri ise, mevcut vatandan duydukları sıkıntıyı her zaman dışa vurdular. Uzun bir zaman bir tür emperyal algının cazibesine kapıldılar ve bu algı ne kadar gerçekleştirilemezse, fikir de gittikçe daha fazla alternatif bir vatana dönüşüyordu. Önce Suriye birliği, sonra Arap Birliği, ardından Filistin’in kurtuluşu ve siyasal İslam algısının cazibesine kapıldılar. Bu fikirleri her zaman bir tür direniş çevreliyordu.
Bu noktada ülke, geçici bir ayrıntıdan ibaretti. Onunla ya da onsuz dava yaşardı. Onsuz, daha iyi yaşardı, çünkü  eğer ülke varsa toprağı bir çatışma arenasına dönüşür, insanlar hem savaşır hem de öldürülürlerdi. Bu ekolü en iyi ifade eden şey, “ulusal” terimine verilen şu garip ve olumsuz anlamdı; bu ekol kendince sömürgecilik ve Siyonizm ile savaşmaktaydı.
Aslında  “Anavatandan önce ideoloji” teorisi herhangi bir vatanın en az üç temelini hedef alır. Güvenlik ve istikrarı hedef alır çünkü insanları bir direniş hali içinde yaşatır. Özgürlük ve çoğulculuğu hedef alır çünkü direniş kutsaldır ve bir ortak kabul etmez. Ona ortak olmak isteyen mutlaka lekelidir. Sakinlerinin çıkarlarını hedef alır çünkü  mal ve sermaye sağlayanlarla değil, silah sağlayanlarla dost olur.
Bu nedenle, “Anavatandan önce ideoloji” teorisi, mutlaka sakinlerin yaşamı, refahı ve özgürlükleri ile çatışır. Onlara nihayetinde bolca “şan, şeref ve onur” ile boyalı olsa da ölümden başka bir şey vaat etmez. Böyle bir durumda nostalji, insanları fikirden önce anavatan, kahramanlık şiirlerinden önce başarının egemen olduğu zamanlara götürür. İstikrarlı bir yaşam ve bir tür refah içinde yaşayan insanların, direndikleri ve savaştıkları günleri anmalarının ve geri dönmeyi istemeleri imkansızdır. Zorla savaşa itildikleri bu günleri onurlandırabilirler, ancak bu günleri tekrar yaşama arzusu, normal ve huzurlu bir yaşamı, karmaşık yaşama göre kuru ve yavan bulanlarla sınırlıdır.
Bu durum yalnızca Lübnan için geçerli değil. Fikir denkleminin kazandığı, dolayısıyla fikrin öncelikli olduğu, insanların ikinci planda kaldığı, yaşamın zorluklarından etkilendiği, özgürlüklerinin kısıtlandığı, darlık içinde yaşadıkları her yer için geçerlidir.
Dahası anavatan belirli iken fikir esnektir. Bu yüzden ondan sorumlu olanlar onu yorumlayıp kendileri için tamamen işlevsel bir şey haline getirebilirler. Bugün Lübnan'da tonlarca kan, şehitlik ve kutsallık taşıyan bir fikrin, İran'ın nüfuzunu genişletmek için nasıl bir araca dönüştüğünü görüyoruz. Suriye başka bir anlamlı örnek.
Suriye’de "Birlik, Özgürlük ve Sosyalizm" ideolojisi, insanlara boyun eğdirerek ve ezerek hayatını sürdüren bölgesel bir rol haline getirildi. Ekonomi, sağlık ve eğitim ile ilgili haberler arayanlar kayda değer bir şey bulamazlar. Suriye ile ilgili haberler, tam aksine, kararlılık ve direniş, silahlanma, projeleri akamete uğratma, stratejik ittifaklar inşa etme, en az onun kadar stratejik düşmanlıklarla mücadeleden bahsederler.
Doğu Almanya bir duvar ile korunmak istenen bir ideolojinin pratik uygulaması olarak  belki de zamanımızın en önemli tecrübesidir.
Yarım asırdan az bir süre o duvarın bir taş yığınına ve taşlarının da hatıra eşyasına dönüşmesi için yeterliydi.
Lübnan bu ideolojinin toynakları altında ezilmezse Lübnanlılar da bir gün taş ve hatıra eşya koleksiyoncularına dönüşebilirler.