Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

Suriye’de İran yerleşimciliği

Makalenin başlığı bazı okurlar için çağrışımdan yoksun değil, nedeni de altında ve etrafında yer alanları okumaya alıştığımız bir başka başlıkla benzerlik içermesidir. Bahsettiğimiz başlık, Filistin’deki İsrail yerleşimciliğidir. Golan’da İsrail yerleşimciliği ve Batı Şeria’da İsrail yerleşimciliği gibi bu başlığa eşlik ve takip eden bağlantılı başlıklar da vardır. Ancak İran’ın Suriye’deki politikalarının gerçekliği ve sonuçları incelendiğinde bu çağrışım azalacak ya da kaybolacaktır. Söz konusu politikanın sonuçlarından bazıları, başka Arap ülkelerinin, özellikle de İran’ın tamamen kontrol altına almak için silahlı aparatlarını öne sürdüğü Irak, Yemen ve Lübnan’da olduğu gibi sakinlerinin ve oluşumlarının sıkıntı çektiği ülkelerin gerçekliğinde de fark edilebilir.
Çağrışımdan kaçınmak ve onu hafifletmek, daha fazla açıklamak için, Golan halkından Suriyelilerin, Şeria sakinlerinden Ürdünlülerin, 1967’deki İsrail işgalinden önce Gazze Şeridi’nde yaşayan Mısırlıların aralarında olduğu diğer Arapların onları takip ettikleri Filistinlilerin kurbanı oldukları İsrail yerleşimciliği düşüncesi ve içeriğine dönülebilir. İsrail yerleşim projesi, Filistin'e gelen ilk Avrupalı ​​göçmenlere dayansa da, diğer ülkelerden Yahudileri de içerdi ve kendisine hizmet ettirdi. Bu çeşitli ülkelerden gelenler arasında; Filistin’deki Yahudiler ile diğer Arap ve İslam ülkelerinden gelen Yahudiler de vardı. Bunlar kendilerinden önce gelenlerle birleştiler ve siyasi, sosyal, kültürel, dini ve askeri yerleşimci çerçevelerinde onları takip ettiler. Vaat edilen topraklarda bir Yahudi vatanı inşa etme esasına dayanan dini bayrak, toprağa sahip olan, sakinlerini kovan ve gelen yabancıları yerlerine yerleştiren, bölgesel çevresine düşman ve büyük güçlerle arasında stratejik çıkar bağlantıları olan siyasi bayrak altında toplandılar.
İsrail yerleşimciliğinin yukarıda bahsedilen özellikleri ve fikrinin içeriği, İran'ın 20’inci yüzyılın yetmişli yıllarının sonlarında başlayan Suriye politikasına bir giriş niteliğindedir. Beşşar Esed’in başa geçmesinden sonraki 20 yıl boyunca bu politika devam etti ve rejiminin Mart 2011’den itibaren Suriyelilere karşı topyekun savaş kapısından girmesinden sonra gittikçe tırmandı. Başladığı işi ve ilk etaplarda başardıklarını tamamlaması için İran’ın yerleşimci projesine kapıyı ardına kadar açtı. Bunu art arda adımlar takip etti. İranlılar Beşşar Esed rejimine askeri ve güvenlik uzmanlarının yanı sıra teknoloji uzmanları gönderdiler. Daha sonra Suriyelilere karşı savaşında Esed’e katılmaları için dini ve siyasi olarak kendilerine tabi, onların emrinde olan milis gruplarını sevk ettiler. Bunlar, ilk Yahudi yerleşim yerlerine benzer üsler ve topluluklar halinde örgütlediler. Tek başlarına veya rejim güçleriyle birlikte savaştılar. Birçok köy ve şehir sakinlerini öldürdüler, diğerlerini tamamen ya da kısmen yurtlarından kovdular. Evlerini işgal edip topraklarını ve mülklerini gasp ettiler. Şam’ın güneyindeki Seyyide Zeynep bölgesi ve çevresinde, Kalamun’un batısındaki Yebrud bölgesi ve çevresinde, Humus’un batısındaki Kuseyr beldesi ve çevresinde olduğu gibi el koydukları şehir ve köylere yerleştirmek için ailelerini ve yakınlarını getirdiler. İranlı milislerin el koydukları şehirler ve beldelerin kapıları doğal olarak kovulan sakinlerinin yüzüne kapandı. Filistinlilerin İsrail yerleşim yerlerinden ve çevresinden geçmeleri nasıl yasaksa Suriyelilerin de milislerin kontrolündeki bölgelerden geçmeleri yasak hale geldi.
Lübnan, Irak, Afganistan, İran ve diğerlerinden getirilen İranlı milislerin güçleri sınırlı olduğu için Esed rejimini güvence altına alıp korumayı, ülke üzerindeki kontrolünü yeniden sağlamayı başaramadılar. Bu, Devrim Muhafızları’nı General Kasım Süleymani liderliğinde bazı güçlerini Suriye’ye sevk etmeye itti. Kasimi, İran'ın çabalarını ve Suriye dosyasına dahil olan çeşitli taraflarla ilişkilerini koordine etme, özellikle de İran kuvvetleri ve milislerinin hareketlerinin Esed rejimi ve Rus kuvvetleriyle eşgüdümlü olmasını sağlama görevini de üstlenmişti. Ancak İran'ın askeri hareketleri, milislerinin faaliyetleri, Suriyelilerin yerlerinden edilmeleri ve yerlerine yabancıların yerleştirilmesi, Suriye’deki yerleşimciliğin somutlaşmış örneklerinden sadece birkaçını oluşturuyor. Başka örnekleri de var ve bunların en öne çıkanı, İranlı din adamları, askeri ve istihbarat görevlileri tarafından yürütülen Şiileştirme kampanyasıdır. Bu kampanya doğuda Deyrizor’dan sahil bölgesindeki Tartus ve Lazkiye’ye, kuzeyde Halep’ten Hama, Humus, Şam’dan oluşan orta hata ve oradan da güneydeki Suveyda’ya kadar genişletildi. Şiileştirme kampanyalarında 3 sınıfa odaklanılıyor; aşiret liderleri ve rejim destekçisi yerel figürler. Bu iki gruptan şahsiyetlerin vicdanları satın alınıyor. Şiileştirme kampanyası kapsamında ayrıca en basit ve temel yaşam gereksinimlerinden yoksun ve muhtaç yoksullar da sömürülüyor. Şiiliği kabul edenler arasından bazıları da İran’a bağlı milis gruplara katılmaları, Lübnanlı Hizbullah ile Iraklı kardeşinin deneyimini taklit eden Suriye Hizbullahı’na üye olmaları için seçiliyorlar. İran’ın bu Şiileştirme ve seferber etme tecrübesi, geçen yüzyılın yetmişli ve seksenli yıllarında İsraillilerin yaptıklarını hatırlatıyor. İsrail bu dönemde Batı Şeria ve Gazze köylerindeki iş derneklerini, Güney Lübnan’da önce Saad Haddad, ardından Antoine Lahad komutanlığında Güney Lübnan Ordusunu seferber etmişti. İran'ın Suriye'ye müdahalesinin tehlikesi, bir yönüyle, aşırılık noktasına varan katılığında yatmaktadır. Yumuşak yumruk politikasına boyun eğmeyenlere karşı aşırı fiziksel ve sözlü şiddet uygulamak, onları öldürülmeleri gereken terörist olarak tanımlamak ve gerçekten de öldürmektir. Buna kovulan Suriyelilerin toprakları üstünde Hüseyniyelerin inşası ve eğitim merkezlerinin kurulması eşlik ediyor. Ancak bu toprakların bir kısmı, ideolojik ve güvenliğe dayalı gereklilikler sebebiyle İranlılar tarafından kararlaştırılan ve dayatılan orijinal değerlerini aşan meblağlar ödenerek elde edildi. Bu da, İsrail'in Filistinlilerin topraklarına el koyma politikalarını hatırlatıyor.
Benzer veya yakın bir yerleşimcilik durumunu temsil eden bir kalıba göre İsrail yerleşim politikası ile İran'ın Suriye'de izlediği politika arasındaki benzerlikleri sıralamak için, belki de burada sahip olduğumuzdan daha fazla alan ve zamana ihtiyacımız var. Bununla birlikte, aralarında dikkate değer bir paradoks da gözlemlenebilir. Bu paradoks, İran’ın yerleşimci politikasının İsrail’in politikasını dahi aştığı ve geride bıraktığı şeklinde özetlenebilir. Zira milisleri ve özellikle de Lübnan Hizbullahı, Suriye’de kurbanlarının çocuklarını, bilhassa ailelerini kaybedenleri veya savaş sırasında kaybolanları saflarına katarak onları eğitiyor, ardından halklarını ve vatandaşlarını öldürmeleri, ülkelerinden geride kalanları yok etmeleri için onları kendi saflarında savaşmaya yönlendiriyorlar.