Abdulaziz Tantik
TT

İslam ile sahih bir bağ kurma…

Yaşadığımız çağda İslam ile sahih ve sahici bir bağ kurma arayışının temellendirdiği tartışmaları izliyoruz. İleri sürülen fikirlerin çoğunun yaşam karşısında zaafa düştüğü söylenebilir. Mevcut durumu analitik düzeyde analiz edecek, eleştiriyi makul ve mantık çerçevesinde sistemleştirerek yöneltecek ve karşı bir duruşun teorik ve pratik ağırlığını hissettirecek yeni bir bakış hala ufukta görülmemektedir. İstisnai bir durum olarak şahıslarda mevcut duruma alternatif arayışlar vardır ve olmalıdır da… Ancak, hala kamuoyu ile paylaşılan ve sorunların çözümünü işaret edecek sistemli veya sistematik bir bakışın varlığı gözlenmemektedir. Bu yüzden, ısrarla sahih ve sahici bir bağ kurma arayışında yeni bir yaklaşım, bakış ve yöntem arayışı kendisini dayatmaya devam etmektedir.
Mevcut yaklaşımlar içinde geleneksel yapıya yaslanan bakışın kendi içinde sorunlu ve sorunlara yönelik çözüm arayışının eksik ve zaaf taşıdığını ifade ederken, gelenek ile geleneksel olan ayrımını dikkatten kaçırmamalıyız. Mevcut durumu doğru anlamadan, İslam ortaçağındaki sorunları bugüne taşıyarak sorunu çözme arayışının kendisinin bizzat sorun oluşturduğunu belirlemek elzemdir. Ayrıca din ve dinin tarihsel yorumu arasındaki fark kadar, tarihsel yorumun günceline dair bakışı ile o günceli çözme yöntemi arasındaki farkı da dikkate alma zorunluluğunu duymalıyız. Yoksa meselenin sahih ve sahici dayanakları konusunda bir uzlaşı arayışı boşa çıkacaktır. Bu noktada hem geleneksel tarihsel birikim ile hem modern düşünce ve uzanımları ile ilişkide dikkatli bir çaba ve gözlem çok önemlidir. Geleneksel müktesebat ile ilişkide dikkat kesilmesi gereken bizzat yöntemin kendisi olmalıdır. Yöntemi ise güncel meseleyi çözüme kavuşturup kavuşturmadığı konusunda, çözüme kavuşturduğu meselede tarihsel bir süreklilik sağlayıp sağlamadığı meselesi de ehemmiyet kesbeder. Aynı şekilde modern düşünce ile bir yüzleşmede de modern düşüncenin kendisi ile ideolojiye dönük boyutu arasındaki farkı dikkate almadan sahih ve sahici bir değerlendirme mümkün olmaz! Burada modern düşüncenin, ideolojik boyutu kadar, maddi âleme yönelik gözlem, deney ve akıl yürütmelerin öne çıkardığı veriyi mutlak kabul edip etmeme konusunda da bir bakışa sahip olmalıyız. Modern düşüncenin verileri, elbette ki mutlak bir kimliğe sahip olamaz. O zaman o bilgi ve tecrübelerin başka bir bilgi ve tecrübe ile yanlışlanmadığı sürece ve kesin itikadi sorunlara neden olmadıkça mutlaklaştırmadan kabulünde bir mahzurun olmadığını kabullenerek yol almakta yarar var.
Bu noktada mesele sadece Müslümanlar değil, insanların çoğunun bir yol göstericiliğe ihtiyacı olduğu aşikârdır. Meseleyi ideolojik (düşünceyi indirgeyerek iktidar aracı kılınması anlamında) bağlamın dışına taşıdığımızda sağduyulu her insan ile bir bağ kurmak ve müzakere zemini inşa etmek kolaylaşacaktır. Modern dönem itibarı ile en çok ihtiyaç olan şey, mutlak bir bilgi olmadan birlikte var olmanın koşullarını değer ve sağduyu eksenli bir ortam ve ortaklık üzerinden inşa ederek birlikte yaşamanın zeminini kurmaktır. Bu zemin ise bir dayatma yerine ikna edebilme; gönülden kabullenişi bir mühendislik faaliyeti sonucu olmayacak şekilde gerçekleşmelidir.
Bu olgunun gerçekleştirilmesi bağlamında İslam düşüncesinin kendi otantik hali içinde gerçekleştirme ihtimal ve imkânını hala barındırdığı açıktır. Tarafgirlik pozisyonunu taşımayan her insan, yeterli bir araştırmayı yaptığı zaman bu gerçekliği göreceği de bedihidir. Bu tespit uçuk bir tespit değil, İslam düşüncesinin hala insan ve insan etrafında meydana gelebilecek sorunlara yönelik en sahici ve sahih bilgiyi, yöntemi ve çözüm önerilerini ilkeler düzeyinde taşıdığı gerçeği ile ilişkilidir. Son üç yüz yılın sonunda gelinen noktada modern düşünce ve bu düşünceye dayalı ideolojik yaklaşımlar; liberal, sol, sosyalizm, komünizm, sosyal demokrasi vesaire gibi görülebildiği kadarı ile sorunları çoğaltmaktan öte bir adım atamamıştır. Yeni yaklaşımlardan trans hümanizm, post hümanizm, post truth çağı ve benzeri nitelemeler de insana yeni sorunlar taşımaya aday görünmektedirler. Bu da sorunu çözme yerine yeni sorunlar üretme potansiyelini işaret etmektedir.
Bu yeniçağ ve durumu anlamlı kılacak doğu felsefesi, kadim felsefe ve İslam düşüncesinin kendi iç tartışmaları içinde mevcut olmuş akımlardan da bir çözüm önerisinde bulunacak zemini bulmaları ciddi tartışmaları içinde barındırmaktadır. Yeni bir durum ve bu yeni duruma kadim/eski/tarihsel süreklilikten kopmadan hem yeniyi anlama ve hem de çözüm arayışını temellendirmek asıl olmalıdır. Parçacı yaklaşımların iflas ettiği bir çağ geride bırakılıyor. Bütünselliğin öne çıktığı yeni bir döneme geçiş yapılıyor. Bu yeni dönemde bütünselliğe yapılan vurguda ise fark kavramının ve farkın taşıdığı temel aksiyomları ve yönelimleri doğru bir şekilde betimleyerek yerli yerine koyma istidadı yeni bir düşüncenin varlığını izhar edecektir.
Bu söylediklerimizin üç önemli eşiği bulunmaktadır. İlki, psikolojik eşiktir. Mevcut durumun dışına çıkma arayışındaki psikolojik engeller, korku, tedirginlik, konforun kaybı endişesi vesaire… Yeni bir durumun oluşturacağı psikolojik tedirginlik çok önemli… O yüzden bu tedirginliği aşacak ve yeni bir adım için hazır olabilecek olan psikolojik bir vasata olan ihtiyaç çok önemli ve hayati bir eşiktir. İkincisi, cesaret ve güven… Cesaret ve güvenin psikolojik vasatla ilişkisi olduğu kadar, epistemik tutumun kendisinde de olması gerekeni işaret eder. Mevcut durumun dışına çıkma arzusunu cesaret ile tamamladığımızda bu güven oluşacaktır. Bu yüzdende mevcut bilginin, hem bilgi ve hem de yöntem olarak yetersizliğini idrak edecek bir cesaret ve güvene olan ihtiyaç açıktır. Bu da hem bilgi süreçlerine hâkimiyet, hem mevcut bilginin tekabül ettiği zemini doğru anlamlandırmak ve yetersizliğine kani olmak, hem de bu bilginin farklı bir kurgu içinde yeniden anlamlandırılabileceğine dair bir bakışa sahip olmayı içerir. Üç, düşüncenin salt düşünce olarak varlığını görebilmek… Düşünce ile içeriği arasındaki derin ayrımı görebilmek ve bu çerçeve içinde var olan bilginin yeni bir yöntem ve içerik ile veya yeni bir düşünce mekaniği ile yeniden ele alınabilmesine olan itimattır. Bu seviyeye gelmeden mevcut durumu aşmak neredeyse imkânsızdır. Ancak ilahi müdahale hariç tabi ki…
Yukarıdan itibaren anlatıldığı şeyi bir kaotik durum olarak algılayarak kötümserliğe kapı aralamamak elzemdir. Bilakis, çözümün bittiği noktada yeni bir çözüm arayışı kendini tebellür eder. Bu da bütünsellik arayışının tezahürü olarak mevcut hal yerine yeni bir bakışın ve geleceğin varlığını bize işaret eder. Bu bütünselliği ortaçağ tartışmalarında kalan bilim ve din tartışmalarında veya modern dönem, bilim, felsefe ve din tartışmalarında kaybedildiğini söylemek durumundayız. Elbette ki farklı yaklaşan ve bütünsellik üzerinden bağ kurarak kendini ifade eden kişiler olabilir. Ancak ana akım yaklaşımlar, parçacı yaklaşımı öne çıkarmışlardır veya o akımlar süreç içinde parçacı bir yaklaşıma dönüştürülmüşlerdir. Bu da ideolojik tarafgirliğin ürettiği bir sonuçtur.
Bu noktada atılacak ilk adım; İslam düşünce geleneğini kendi bütünselliği içinde anlamlandırmak ve geçmişte meydana gelen akımlara taraf olarak değil, neyin nasıl olup bittiği meselesi üzerinden yaklaşım göstererek sağlam bir betimlemesini ortaya çıkarmaktır. Günümüzde bu konuda yapılan çalışmalar olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bu çok önemli ve hayırlı bir gelişmedir. Tarihte de bu bütünselliği öne çıkaran ulemanın varlığı olumsallığı artırıyor. Din ile sahici bir ilişki kurmanın imkânının tarihsel süreçte de mevcut olduğu bakışı, cesaret ve güven arttırıcı bir psikolojik vasat ile epistemik zemin sunar.
Yukarıdan itibaren söylemeye çalıştığım şey; insanlığın sosyal varlık olarak sosyal yaşamın kendisinin insanın aleyhine oluşmaması meselesi ile ilişkilidir. Elbette ki müslüman insanların kendi tekillikleri içinde müslüman olarak varlıklarını koruduklarını ve eylemlerini Salih amel bağlamında inşa ederek kendi kurtuluşlarını sağlayabilecek bir zemine sahip oldukları gerçeğini göz ardı etmeden söylediklerimi dile getirdiğimi belirtmeliyim. Ama insana yüklenen teklifin varlıkta barışın ikamesi olduğu gerçeğini dikkate aldığımızda mevcut durum, felsefi, bilimsel ve dini düşüncede dâhil barışın ikamesinde zaaf taşıdığıdır. İşte bu zaafı ortadan kaldırarak topyekûn bir barışın ikamesi bağlamında her insanın kendini gerçekleştirmesini sağlayacak bir atmosferin varlığını inşa edecek bir zemini kurmada düşünce ve sistematik bir yöntem şarttır. Bu sistematik yöntemin üzerine bina edileceği epistemik vasatı kurma olmazsa olmazdır. Bu düşünce yukarıda dile getirdiğimiz üç şart ile sınırlı olmamak şartı ile zorunlu bir bağ kurmaktadır. Yeni bir çıkışın, yeni bir umudu ve yeni bir dirilişi muştulaması ise kaçınılmaz olandır. Bu da ancak tepkiselliğin dışına çıkacak ve inşa edici bir pozisyonu zorunlu kılacak bir durumu gösterir. Tepkiselliğin hakikati parçaladığı gibi salt karşı çıkma opsiyonu da kısmi hakikate sahip olduğu gerçeğini açıklar. Ancak bütünsellik, inşa edici olmak zorundadır. Bu zorunluluk onu, parçayı bütün içinde yeniden anlamlandırma ve tanımlama istidadını dışarı çıkarmaya iter. İşte bu şekilde bütünsellik hakikati kendi boyutluluğu içinde taşıma imkânı ve istidadı gösterir.
Yazıyı okuyanların somut cümle beklentilerini hesaba katıyorum. Ancak her somutlama girişimi beraberinde bir tartışma ve çatışmayı barındırır. Bu da hakikatin yaralanması anlamına gelecektir. İşte bundan kaçınmak ve meseleyi karşıtlık üzerinden değil müzakere ve adabı dikkate alan bir vasat üzerinden konuşmak, eksiği gediği birlikte ortaya çıkarmak adınadır bu satırlar.
Meramım, düşünce dediğimiz insanlık mirasını bugün için yeniden ele alırken, kendimizi herhangi bir akıma mecbur kılmadan kendi durumumuzu en iyi işaret eden yaklaşımı ele almak için her bilgiye açık olmayı ve her bilgiyi yeniden değerlendirmeyi de içerme zorunluluğunu anlatmaktır. Bu noktada din ile dini düşünceyi ayırdığımız gibi bilim, felsefe ve bunlara dayalı düşünceleri de ayırmayı öğrenmeliyiz. Bize dayatılan her hangi bir şeyi kabul etmek yerine bugün sorunlarımızı çözüp çözmeyeceğini bir mesele olarak bağlamını dikkate alarak ele almaktır.
Müslüman kişi, ilahi emirleri ve nehiyleri kendi yaşamının odak noktası kılar. Ama imtihan dünyasında var olduğunu dikkatten kaçırmadan her insanın kendi imtihanını kendisinin vermesi gerektiğini ilke olarak kabul ederek başkasının özgürlük alanına musallat olmaz ve kendi özgürlük alanına da musallat olmayı reddeder. Bu temel çerçeve sosyal yaşamın temel omurgasını inşa ederken, yeni bir bakışın ve yöntemin de temelini kurmalıdır.