Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

İran milislerinin en tehlikeli yönü  

İran'ın Arap Şii vekilleri, ‘direniş’ adı altında, yasadışı yollarla ağır bir silahlanmaya giderek, bulundukları ülkelerdeki devletlerin otoritesini ve yapısını sarsıyor. Bu durum, Beyrut ve Bağdat’ta açıkça, Yemen ve Suriye’de ise daha karmaşık bir şekilde kendini gösteriyor.  
Kasım Süleymani, bölgede oluşturulan 6 milis yapılanması için, doğrudan saldırılmasının önüne geçmek için İran tarafından oluşturulan en iyi savunma stratejisi olduğunu ikrar etmişti. Bu gerçekliği, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye belki de istemsizce ifşa etti. Heniyye birkaç gün önce verdiği bir röportajda, Tahran’ın Hamas Hareketi’ne verdiği desteğin nedenlerinden birinin, “Ortak düşmanı meşgul etmeleri” olduğunu söyledi.
Yani İsrail, Gazze ve diğer sorunlarla uğraştığında, bu İran’ın çıkarına olacaktır, böylelikle iki ülke arasında doğrudan bir savaş yapılmasının önüne geçilebilir. İran’ın Gazze’yi ‘canlı kalkan’ olarak kullanmasının nasıl bir bedeli olacaktır bilemiyoruz. Ancak İran kendi güvenliğiyle ilgili stratejik sonuçlar elde ettiği sürece bu bedelin bir önemi olmayacağını söyleyebiliriz.  
Ancak milislerin etkinliğini sürdürebilmeleri için ‘silahlanmak’ tek başına yeterli değildir. Belki de bu milis güçlerin verdiği en büyük zarar, yaptıkları propaganda ile toplum yönetiminde siyasetin bir mekanizma olarak değerini yitirmesini sağlamaktır. Devletle toplumun arasını açan karalama yöntemlerine başvurarak, halkın, siyasetten ve devlet kurumlarından soğutulmasını hedefliyorlar. Siyasi çözüm süreçlerinin beyhude olduğu yönünde bir algı oluşturmaya çalışıyorlar.  
Örneğin Lübnan'da, Hizbullah’ın, Beyrut limanı patlaması dosyasında soruşturmayı yürüten yargıç Tarık el-Bitar'ın susturulması ve görevden alınması yönündeki ısrarı nedeniyle hükümet doksan gün toplanamamıştı. Daha sonra ‘Şii İkili’ (Hizbullah ve Emel hareketi) hükümet toplantılarına katılacaklarını duyurdu. Açıklamada, aldıkları kararla ilgili bir dizi gerekçe sıraladılar, en dikkat çekici gerekçe ise; ‘toplantıları engellemekle suçlanmamak’ ve ‘vatandaşların ihtiyacına binaen’ bu kararın alındığı yönündeydi. Lübnan’ın kaotik siyaset sahnesinin yanı sıra tarihte görülmemiş zorlu ekonomik ve finansal koşullardan geçtiği de itiraf ediliyordu.  
Hükümeti alenen askıya alan ve ancak dönüşü ile hükümetin toplanabilmesi mümkün olan Hizbullah, insanların akıllarıyla alay ederek, küstah bir şekilde hükümet toplantılarını kendilerinin engellemediğini ileri sürebiliyor. İşin doğrusu, ne ‘vatandaşların ihtiyacı’ ne de ekonomik kriz Hizbullah’ın öncelikleri arasında bulunmuyor. Basitçe ifade etmek gerekirse, Hizbullah, yargıç Bitar konusunda istediklerini elde ettiği için hükümete döndü.   
Lübnan’daki sisteme vakıf olmayan okuyucunun zihnini karıştırmadan ifade etmeye çalışırsak, Lübnan’ın kurnaz bürokratları, soruşturma dosyasından ihraç etmeden el-Bitar'ın etkinliğini dizginlemeyi becerdi. Temyiz Mahkemesi’nde hakimlerden birinin emekli olması nedeniyle toplantı yeterli sayısı kaybedildi. Yeni bir atama yapılana kadar (ki bu uzun bir süre olmayacaktır) Temyiz Mahkemesi fiilen askıya alınmış oldu. Bu durumda sanıkların yargıç Bitar hakkındaki reddi hakim talepleri de görüşülemeyecek, yani yargıç Bitar fiili olarak soruşturmadan çıkarılmış olacaktır. Özetle Bitar, bürokratik tuzaklarla soruşturma dışına itilmiştir.  
Hizbullah, hükümeti askıya alarak istediğini elde edebildi, ardından halkın menfaati söylemleriyle hükümeti serbest bıraktı. Merak ediyoruz, Lübnan’ın kötücül güçleri, yargıç Bitar’ı, bürokratik oyunlarla soruşturmanın dışına itmeseydi, yine de Hizbullah halkın menfaatini düşünecek miydi? Tabi ki de hayır. Şüphe yok ki Lübnan’da kritik bir süreçten geçiyoruz ve hükümetin çalışmaları önemli. Bununla birlikte Hizbullah’ın, siyaseti, aklı ve sağduyuyu küçümseme cüreti kabul edilemez.
İran'ın Irak’taki vekilleri de siyasete benzer bir müdahalede bulunuyor. Bu milis örgütleri, ‘hileli’ olduğunu iddia ettikleri seçim sonuçlarını tanımadıklarını duyurdu. Halbuki oylar elektronik ve elle sayılarak doğrulandı. Seçimi, Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr kazandı ve İran taraftarları ağır bir yenilgi aldı. Seçimleri hileli olarak nitelendirirken, kendilerinin ülkede çoğunluk olduklarını, seçimi kaybedebilmelerinin tek gerekçesinin işin içine hile karışması olduğunu ikrar ediyorlar.  
Bu milis güçlerin temsilcileri, Irak parlamentosundaki ilk oturumda yaşanan arbedeyi yorumlarken ironinin sınırlarını aşıyor. Açıklamalarında, mecliste yaşanan kavganın boyutları ve Irak demokrasisine verdiği zararlar karşısında dehşete düştüklerini iddia ediyorlar. Rakiplerini suçlarken mübalağa yapıp, ‘Zorbaca yöntemlerle yönetime el koydular’ diyebiliyorlar.  
Şiddeti kınayan ve Irak demokrasisini önemseyen bu kişilerin bir kısmı milis güçlerin içinde yer alıyor. Bir kısmı ise Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi’ye silahlı hava araçlarıyla suikast düzenlemekle suçlanıyor. Bu milisler arasında, seçimleri sonuçsuz bırakmak için Bağdat’ta güvenlik sorunları çıkarmayı hedefleyenler de var. Demokrasi katillerinin, demokratik yollarla meclise girerek kavga çıkarmaları da dikkati çeken hususlardan biridir.  
Lübnan'da olduğu gibi Irak'ta da oyun aynıdır; milisler siyasi kimliklerin arkasına sığınıp, siyaseti, demokrasiyi ve devletçiliği yıpratmaktadır. Devlet ve anayasal kurumların işlevselliklerini ve itibarını yitirmesi için sistemli bir çalışma içindeler. İstiyorlar ki halk, devlet ve anayasa ile ilgili her kuruma şüpheyle yaklaşsın. Onlar sadece devlete karşı gelmiyorlar, aynı zamanda vatanı mümkün kılan toplumsal bağlara saldırmış oluyorlar. Çünkü sadece silahlar aracılığıyla bu bağların yok edilemeyeceğinin bilincindeler.