Abdulaziz Tantik
TT

Yaşama dair bütünsel bakış…

Hayat, yaşamın kendisini de kuşatan ve İlahi kudretin Yaratıcı sıfatı ile müdahil olduğu üst bir kavramsallaştırmadır. Yaşam ise bu kavramın bir alt düzeyi olarak insanın özgürlüğünün sorumluluğunu üstlenerek varlık kategorisindeki belirleyiciliğini gösterdiği bir zemini işaret eder. Burada da ilahi müdahale vardır elbette ki… Ama yaşam formu itibarı ile kendisine yüklenilen gayeye doğru çok dinamik ve çok katmanlı bir zemin üzerinden akış üzere kendisine çizilen ufka doğru bir akış içindedir. Sabite ve değişkenin varlığının kesinlik kazandığı bir yaşam zemininde bir bakışın, teorinin, yöntemin yönelimi üzere farklı yaşamların kurgusal zeminden gerçeklik zeminine yöneldiği bir dirimi gözlemleyebiliyoruz.
Hayat, dünya ve ahiret için sıfat olarak kullanılmaktadır ilahi hitapta… Hayatın kesintisizliğini öğreniyoruz, ama yaşamın süresizliği yerine süreliliğini görerek öğreniyoruz. Neredeyse her gün yanı başımızda veya uzağımızdan birilerinin ölüm haberi ile sarsılıyoruz. Her ölüm bir yaşamın nihayete erdiğinin göstergesidir. Fakat hayatın varlığının kesintisizliği bize yaşamın nitelik değişimine uğrayarak varlık kazanacağı bir zemini de işaret etmektedir. Hatta yaşam süresi içinde kişinin kendisinin bile birden fazla yaşam biçimi ile karşı karşıya kaldığı örneklemler bulunur.
Her insanın yaşamı kendisince bir yaşam formu olarak diğerlerinden ayrıştırılabilir bir özelliğe sahiptir. Bu da bize yaşamın sıkıcılığının kalıcı olamayacağı gibi, yaşamın zorluğunun da bir kalıcılığa sahip olamayacağını gösterir. Yani yaşam insanın müdahil olarak dileğini gerçekleştirebileceği bir zemin inşa etmesine imkân tanır. Tabii ki ilahi müdahale sonucu bazı başarısızlıkların varlığı bilinmektedir. Ancak burada da bu durum, insanın yeni bir yaşama yönelirken o yönelimi tamamlayacak unsurlar konusunda düştüğü zaafa da bir göndermedir.
Yaşam: Şeyin şeyliğinin vuku bulması, insanın imtihana tabi kılınarak insanın kendisi ve kendi dışındaki şey, insan ve Tanrı ile kurduğu ilişkinin zemini. Bu zeminin gözlemci ve müdahil olarak ulûhiyetin hükmüne tabi olduğu bir olgudur. Bu olgunun varlığı insanın yeryüzü serüveninde neye göre hareket edeceğini belirtmesi bağlamında da önemlidir. İnsana yaşamını üzerine bina edeceği bakışı, yöntemi, ilkeleri kendisi gibi bir insan olan ‘haberci Elçi’ tarafından getirilmiş ve öğretilmiştir. Yani insan başıboş bırakılmamıştır. Yeryüzünün bir oyun ve eğlence oluşuna yapılan gönderme ise bizzat insanın başıboş bir şekilde gönderilmediği ve bir anlama mebni bir yaratılışa ve gönderiliş amacına sahip olduğuna işarettir. Ayrıca yaşamın bir oyun ve eğlence oluşu ise bir başka açıdan varlığı ile kaim olduğu gerçekliğini işaret eder. Yani bir geçiciliğe/fani oluşa bir göndermedir. Yaşamın ontolojisi geçici bir tabiata sahiptir. Yeryüzündeki yaşam, insanın geçici bir konumlandırılması ve burada imtihana tabi kılınarak onun asıl varlığının gayesini tahakkuk ettireceği hayata geçişinin zeminidir. Burası dikkate alınmadan insan olmanın neliğini tartışmak beyhude olacaktır.
Her şeyin zıddı ile kaim olduğu ilkesi, yaratılış sürecine mebni bir durumu işaret eder. Varlığın çift yaratılışı buna bir göndermedir. Ama yaşam dediğimiz formun ölüm zıddı mıdır? Yaşamı salt dünya ile sınırlı bir zemin olarak düşündüğümüzde ancak ölüm onun zıddı olur. Var olmanın zıddı yok olmaktır. Ama var olduktan sonra artık bir yok oluş ile karşı karşıya kalınmayacağı bedihidir. Çünkü ölüm burada bir yok oluş değil, nitelikli bir sıçrayışı içermektedir. İster yeryüzü yaşamında iyi, güzel ve doğru işler yapın, ister, kötülüklerle meşgul olun hayatın diğer yarısında yeni bir yaşamla buluştuğunuzda bunun karşılığını göreceksiniz. İşte bu nitelikli sıçrayışının bizzat insan yaşarken de çoğu kez fark etmese de karşılaştığı bir durumu işaret eder. Yani yaşam form olarak insana sürekli kendisini hatırlatan ve öğreticiliğini gösteren bir olgu olarak varlık kazanmaktadır. Elbette ki bu yaşamın kendisinde verili olan bir durum değer olayıdır. İlahi olana açık bir form olan yaşamın sürekli değişime açık kılınışı da insan açısından muhteşem bir imkâna dönüşmektedir. Yenileme ve yenilenme ile sürekli kendisini geliştirme dinamiğini insan, lehine veya aleyhine kullanabilmektedir. Burada asıl olan şey kişinin kendisine sunulan bu imkânı elinin tersi ile itmemesi gerektiğinin bilincine ermesidir.
Yaşamı tanımladığım biçimi ile bir zıdda sahip olmadığını var sayabiliriz. Zıddı değil ama sonrası ve ötesi konuşulabilir. Hayat ve memat ise bir karşıtlık üzere konumlandırılabilme konusunda zorluklar taşır. Epistemik zeminde zıtlıklara sahip olunabilir, o çerçeve içinde yaşam zıddı olan ölüm ile tamamlanır. Ama burada zıtlık geçici bir tabiata sahiptir. Bu yüzden yaratılış başladığı andan itibaren bir yokluktan söz edilmesi doğru ve makul olamaz! Ontolojik zeminde ise zıtlık yoktur, birlik söz konusudur. Burada sadece diriliş vardır. Başlayan bu diriliş farklı evreler geçirse de kendi diriliğini devam ettirerek yeni bir diriliş tahakkukunu işaret eder. Hayatın hem dünya’ya ve hem ahiret’e sıfat kılınmasının anlamını böylece idrak edebilmiş oluruz.
Allah'ın hayy sıfatı, diriliğin/yaşamın kaynağıdır, farklı yaşamların varlığını mümkün kılar.
İnsanın yaşamı, hem yeryüzünde hem sonrasında ahirette devam ederken nitelik farkı olacağı açık... İnsanın farklı yaşam tercihleri, yaşam süreci içinde gözleme açık bir olgudur. Her insan tekinin diğer insan teki ile yaşam farkına sahip olduğu da açıktır. İki kardeşin yaşam tercihleri onları farklılaştırabilir. Kültür nispeten bu farklılığı azaltan bir özelliğe sahiptir. Din, farklılığı yok etmeden ortak noktaların varlığını aşikâr kılarak ortak bir davranışlar kümesi inşa edebilmektedir. Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi olmak kadar seküler, laik olmak bağlamında da bu ortak davranışlar kümesi inşa etmek mümkün görünmektedir. Bu da insanın kendi tercihini yaparken bu tercihi ile yargılanması gerektiği şuurunu göz ardı etmemesi gerektiğini ilzam eder.
Yaşam boyunca insanı aşan durumlar söz konusu edilebilir. Ama bu durumların birden fazla etkeni olduğu gerçeğini bilerek asıl etkenin insan ve insan soyunun yaşam karşısında geliştirdiği tepkilerin ürettiği sonuçlar olacağı bilinmelidir. Sonuç itibarı ile sorumluluğu üstlenen insanın, özgür bir fert olarak kendi kararlarını alabileceği bir akıl ve şuur seviyesi kendisinde verili olarak bulunmaktadır. Birden fazla insanın bu durumu yaşayarak göstermesi önemli bir göstergedir.
Ulûhiyetin yaşamın kaynağı oluşu ve yaşamın varlığını derinden etkileyecek bir müdahalenin yapısı yaşama birden fazla bakışı mümkün kılar. Yaşam olgusu çerçevesinde ikili bir iradenin mümkünlüğünü gözlemleyebiliyoruz. Elbette ki nihai noktada ilahi irade belirleyici olandır. Ancak yaşam formu içinde insan kendi iradesi ile yaptıkları üzerinden sorumlu tutulduğu ve mükâfat veya cezaya çarptırılacağı için yaşamı oluşturan şeylerin insana açık bir yapı arz etmeleri başlı başına bir olgusal gerçekliği işaret eder. Bu durumun kendisi insanın varlığının anlamının tezahürü bağlamında ve kendisine yüklenilen tekliğin önemini göstermesi açısından çok önemli bir yere sahiptir.
Varlığın/şeyin sürekli bir değişim içinde oluşu, sürekli yenilenebilir bir karakteri taşıması, müdahale olduğunda biçim kazanması, parçacık ve ışık arasındaki salınımı, atomların sürekli dağılarak ve toplanarak yeni bir şeyin meydana gelişine zemin oluşturmasını dikkatle izlediğimizde, bakışa göre biçim kazanan şeylerin insana yüklenilen sorumluluğun önemini izhar eder. Burada insana yaşam üzerinde bir yaptırım gücü bahşedildiği bedihidir. Doğada yaptığımız şeyler, ürün elde etmeden tutun, yol yapma, ev/bina yapma, kanal açma, tünel yaparak dağları delme vesaire üzerinden kendi gücümüzü tespit edebiliriz. Akıl üzerinden elde edilen teknolojik gelişmelerin doğayı tasallut altına alma konusunda elimizi güçlendirdiği söylenebilir. Bugün insanın elindeki silahların dünyayı birden fazla kere yok etmeye yeteceğini bilmek bile insanın nerede durduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Bütün bu olup bitenleri anlama konusunda insan ne yapabilir? Hangi zemin üzerinden bunu anlamlandırabilecektir? Bu soruların cevabını insanlık tarihini ve felsefi düşünce serüvenini dikkate alarak cevaplamak mümkündür. Akıl ve duyular üzerinden veya tecrübe ve gözlem üzerinden meseleyi vukufiyetle ele almak ve öğrenmek mümkün müdür? Tarihsel tecrübe bunun mümkün olmadığını ve insanlığın ortak bir noktada ortak bir idrake sahip olamadığını bize göstermektedir. Bu durumun işaret ettiği bir gerçeklik zemini de imtihan olgusunun kendisidir. Ama insan yine de bu durumu kendi bütünlüğü içinde anlamlı bir yere konumlandırmalı ki davranışlarına anlamlı bir yön tayin edebilme gücü ve istidadı kazanabilsin. O zaman tekil örneklemler üzerinden mesele anlaşılır olamaz! Farklı tekilliklerin sahip olduğu farklılıklar da bir bütünlük içinde anlamlı olabilir. Yoksa bir saçma ile karşı karşıya kalabiliriz.  Çoklu değişimler, çoklu dinamizm, çoklu yapılar, çoklu katmanlar, çoklu yaşam biçim ve terkipleri, bize bu çoğulculuğu ve çokluğu aşabilecek bir metafizik teoriye ve yönteme ihtiyaç olduğunu işaret eder.
İşte ancak dilemma üzerinden bütünü sezgisel zeminde kavramak mümkün olacaktır. Dilemmadan kastım karşıtlığın birliği tezidir. Farklılığın üst bir zeminde birlik içinde anlamlı bir zemine sahip kılınabilmesidir. Bu durumu açık bir şekilde kavramadan bütünlüğün neye tekabül ettiği meselesi de açıklığa kavuşturulamayacaktır. Bütünlük kendi içinde farklı anlam katmanlarına sahiptir. Örneğin, insan kendi parçacı tasavvurunu kendi bütünlüğü içinde anlamlı kılar. Erkek ve kadın da öyle, insan tür olarak öyle… İnsan, dediğimizde bütün insanoğullarını içine alan en genel tanımı işaret eder. Bu tanım ise tekil her insanı kapsayacak bir özelliğe sahip olmalıdır. Biz varlık dediğimizde tek tek varlık türlerini, cinslerini değil, bir bütün olarak varlığın tümünü kuşatan bir bakışa yönelmek durumundayız. İşte o zaman ulûhiyetin içinde ve kuşatıcı olarak dışındaki varlığını da varlığın tanımına irca etmek durumunda kalırız. Yani Yaratıcı kudreti dikkate almayan her bütüne dair tanım eksik kalacaktır. Burada varlığın içkin ve aşkın ulûhiyetin varlığı ile birlikte yaratılışın, oluşun ve değişimin mihverini de ve her şeyin kendi otantik yapısı içinde yaşama verdiği katkı ile birlikte düşünülerek bir bütünselliğe ulaşıldığı zaman mesele anlaşılırlılık kazanır. 
Düşünmeye devam…