Ömer Özkaya
Yazar
TT

Putin, Biden, Kraliçe Elizabeth ve Roma İmparatorluğu tarihi

Bir önceki yazımızda Doğu Akdeniz'deki doğalgaz ve petrol rezervlerinin beklenen düzeyde olmayabileceğini, bu sebeple Avrupa'nın enerji tedarik kanallarında Rusya'nın tekelinin planlanması ve dahası küresel enerji arz/talep ve fiyatlandırması gibi çok geniş kapsamlı bir operasyonun Ukrayna sorunu bağlamında çözülmesi parkuruna girildiğini ifade etmiştik. İlerleyen süreçte bu analizimiz yanlışlanabilir de ki bu Avrupa ve tüm dünya için iyi haber olur. Enerji arz kanallarının teknik süreçleri hukuksal boyutları da dahil küresel ölçekte dizaynlar söz konusu olunca önemi ikincil sıraya düşebilmektedir. Doğu Akdeniz doğalgaz sahaları ve bu gazı Avrupa’ya nakil hatları da bu kapsamda bir stratejik değer yitimine uğramış görünmektedir.
Bu bağlamda dikkatlerden kaçan birçok gelişme aynı düzlemde çoklu paralel şeklinde gelişti: Öncelikle ABD’nin Afganistan politikaları başkan Obama döneminden itibaren karışık seyir izlemeye başladı. Yine İran’la yapılan nükleer anlaşma/anlaşmama ikilemiyle Hürmüz Boğazı ve Körfez Ülkeleri güvenliğinin sağlanması diri tutulmuştur. Trump döneminde Batı'nın NATO’ya katkısı ve NATO’nun bölgesel ve küresel misyonu ve vizyonu Afganistan bağlamında derinlemesine tartışılmıştır.
Yine bu gelişmelere paralel olarak İngiltere’nin Brexit süreci AB’nin iğneden ipliğe envanter edilmesine ve dağılıp dağılmayacağının sorgulanmasına yol açmıştır. Paralel olarak Rusya'nın Avrupa enerji stratejileri bağlamında doğalgaz boru hatları devletlerin temel ilgi alanlarını oluşturmuştur.
Bu bağlamda gündeme Doğu Akdeniz gelmiştir. Önce Kıbrıs'ta, Mısır’da ve İsrail’de, doğalgaz arama çalışmaları/çatışmaları ve anlaşmaları zincirleme gelişmeye başlamıştır. Yine paralel olarak ABD, AUKUS ittifakını devreye sokarak Çin’i nükleer çembere almıştır. Paralel olarak AB ve NATO genişlemesi Rusya ile gerginliği artırmaya ivme vermiştir. Paralel olarak Çin'in Bir Kuşak Bir Yol Projesi kapsamında Orta Asya ve Ortadoğu’dan enerji tedarik stratejileri devreye girmek üzere start almıştır. Yine paralel olarak Ukrayna’nın doğusunda etnik-siyasal hareketlenme hızlanmış ve sonuçta Luhansk ve Donbass, “Ukrayna’nın doğu sorunu” olarak tanımlanmıştır.
Paralel olarak ABD’de Trump başkan seçilince Rusya'nın ABD seçimlerine Trump lehine siber tekniklerle müdahale ettiği tartışmaları yoğunlaşmış ve olan bitene dünya bir anlam veremez hale gelmiştir ki, paralel olarak bu defa da Trump ‘ın İran, Kuzey Kore stratejileri ve NATO çıkışları, "Bunlar ABD stratejisi mi, yoksa gerçek mi?" sorularını üretmiştir.
Yine paralel olarak Trump, Çin-ABD ticaret savaşlarını gündeme getirmiştir. Biden seçilince de "ABD dönüyor" manşeti altında Afganistan'dan çekilme, İran'la nükleer anlaşmaya dönme testleri yapılmıştır. Doğu Akdeniz'deki doğalgaz üretimi ve Avrupa’ya nakli konusu bir anda gündemden kalkmıştır.
Paralel olarak Rusya, Ukrayna’nın Doğu sınırına yığınak yapmaya başlamıştır. ABD Yunanistan’ın Dedeağaç bölgesini çok kapsamlı askerî üs şeklinde dizayn ederek buraya yerleşmiştir. Ve bu noktada Ukrayna Rusya’nın saldırısı ile karşılaşmıştır.
Yukarıda paralel olarak analizi verilen gelişmeler ülkelerin refleksel askerî, ekonomik, diplomatik ve politik tepkiler verdiğinin de en önemli göstergesidir. Devletlerin mevcut ülkesel, bölgesel ve küresel gelişmeleri göğüslemek ve öngörmek için başvurduğu istihbarat, analiz, simülasyon, analiz ve simülasyon yaygınlaştırma, istihbaratı aşırı dallandırma yöntemleri ve geleceği tam olarak değilse de önemli oranda bilme çabası, tarihsel alışkanlıklar zinciri, ülkelerin reflekslerini normal devlet politikası haline getirmiştir. Bu durumda AB/ABD/NATO ve bileşenleri ile Rusya ve bileşenlerinin birbirlerinin reflekslerini deşifre ede ede ilerleyerek sürrealist uluslararası politika düzlemine ulaştıklarını gözlemlemekteyiz. Bu sıradan gerçeğin abartılması suretiyle de birçok ekonomik, siyasal, askerî ve sair balon ürettikleri görülmektedir. Trajik olansa bu balonların patlamasının uluslararası sistemi yıkacak domino etkisi gösterebilme potansiyelidir.
Paralel olarak analizi daha da geliştirilebilir. Örneğin Suriye ve Afrikalı mültecilerin Avrupa’nın kapılarına dayandığı ve insanlığın yoğun mülteci facialarına tanık olduğu sürece paralel olarak Almanya’nın bir buçuk milyon civarında işgücüne gereksinim duyduğu, İngiltere’nin pandemi sürecinde kamyon ve tır şoförlerinin yetersizliği sebebiyle gıda ve sair ürünlerin lojistiğinde yetersiz kaldığı, pandemi sürecinde Avrupa'da doktor ve hemşire sıkıntıları oluştuğu haberleri medyada manşet olmaktaydı.
Bu bağlamda Ukrayna-Rusya Savaşı'nın bir başka boyutu şüphesiz AB’ye yönelik mülteci akınıdır. Savaşın uzun süreceğini Ukrayna ve Rusya’dan akan haber seli ortaya koymaktadır. Ukrayna’nın bu bağlamda vereceği mülteci sayısının on milyondan çok fazla olacağını öngörmek gerekmektedir.
Mülteci sayısını artıracak gelişmelerin başında Ukrayna'da kent savaşlarına yoğun hazırlık yapılması gelmektedir. Rusya'nın Ukrayna'daki stratejik hedefleri mülteci sayısını on beş milyon düzeyine çıkaracağı yönünde analizi makul hale getirebilecektir.
Öte yandan bu gelişmeler Ukrayna'nın ülke olarak olmasa bile nüfus olarak AB’ye alınması gibi bir tablo oluşturacaktır ki bu durumda AB’deki Ukrayna nüfusu en az on beş ila yirmi milyon civarında olabilecektir. Ukrayna’da savaşın tüm Karadeniz kıyıları dahil olmak üzere çok geniş bir alana yayılacağına ilişkin veriler ne yazık ki yüksektir.
Daha önce geliştirdiğimiz devletlerarası marj daralması kriteri çerçevesinde tarafların nükleer silah kullanma olasılığının giderek artması Avrupa’yı savaş alanına dönüştürebilme riskini de tetiklemektedir. Bu durumda Avrupa'nın mülteci akınından şimdilik kurtulduğu varsayılabilir.
Dünya, Avrupa veya Batı için önümüzdeki günlerde Yalta olmasa bile Cenevre'de veya başka bir destinasyonda küresel dizaynın nasıl olacağı karara bağlanacaktır. Bunun için de Çin büyük olasılıkla Tayvan'ı vurarak AUKUS ittifakını test edebilecektir. Batı’da Rusya preslendikçe Çin tarihsel hesaplarını görmek için fırsat bulabilecektir.
Bir başka ilginç analiz ise Ukrayna’nın hem Batı hem de Rusya zincirinin en zayıf halkası olmasının yanında doğalgaz ve petrol boru hatlarının da küresel bazda önemli ülkeler için zincirin en zayıf halkası niteliğini kazanmış oluşudur.
Ülkeler için zincirin en zayıf halkalarının sayısının artması bir başka dezavantajlı durumdur. Bir dezavantajdan kurtulayım derken başka bir dezavantaja yakalanmak, paradoksal stratejilerin üretimine sebep olur ki sonuç ne yazık ki savaş olacaktır.
Ülkeler için son dönemde ortaya çıkan bir başka olgu da ne yazık ki zincirlerindeki zayıf halkalarının sayısının artmasıdır.
İnsanlık için önümüzdeki en büyük tehlike, kazanın da herşeyini kaybetmesinin mutlak olduğu gerçeğidir.
Öte yandan Afganistan’ın önümüzdeki günlerde Rusya’ya saldırı üssü haline gelme olasılığı da güçlü bir olasılıktır. Rusya'nın ve ABD liderliğindeki Batı’nın 11 Eylül saldırısı gibi terörist eylemlerinden gördükleri zarar bilançosu ortak bir uluslararası ilişkiler rejimi üretir diye beklerken, tam tersi bir refleksle karşı karşıya kalma olasılığı trajiktir.
Bu bağlamda önemli aktör devletlerin savaşı kaçınılmaz olgu olarak gördükleri gerçeği ile yüzleşmekteyiz denilebilir.
Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşın ilerleyen süreçte çok boyutlanacağı, bir anlaşma olmazsa, kaçınılmazdır.
Öte yandan Rusya'nın enerjide oluşturduğu üretim/dağıtım/fiyatlama tekelini kırmak değil de dizayn etmek daha tercih edilebilir görünmektedir. Zira Rusya’nın enerji tekelinin sürdürülemez olup olmadığı da bilinmemektedir. Rusya, sürdürülebilir enerji tekeli yaratmak isterse tüm Batı’yı caydıracak tüm seçenekleri kullanmak isteyecektir.
Savaş en çok kaçınılmaz olduğunda kaçınılabilir haldedir. Onu kaçınılabilir yapan da her iki tarafın kazancıdır.
Bir başka ilginç analiz ise savaş tanrıçası kavramıdır. Antik Yunan’da savaş tanrıçası kadındır. Savaş tanrıçası kadın olmakla birlikte savaştan en çok zarar görenler de kadınlardır. Tanrıça Athena erkekleri savaşta kırmak için savaşlara analık yapıyorsa, kadınlar niye savaşların en çok zarar görenleri olmaktadır? Savaşı Athena dan çalıp, onu barışa çevirecek Prometheus var mıdır? Ya da Gölgelenecek ağaç budanmaz, gölgelenecek ağacı zaman budar. Bu durumda Roma imparatorluğu tarihini bir daha okumak kaçınılmazdır.