İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

Adı konulmayan dünya savaşı

İnsanlar buna ‘dünya savaşı’ demekten kaçınıyorlar ancak bu yeryüzünün neresinde yaşarsanız yaşayın, haritanın Doğu Avrupa sınırlarında, ve Sovyetler Birliği'nden geriye kalanlar ile bu çöküşün ardından Batı’nın yayıldığı kısmı birbirinden ayıran bölgede yaşanan savaşın etkilerini görmezden gelmeniz zor.
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), Avrupa Birliği (AB) ve G7 için Avrupa başkenti Brüksel'de bir günde üç zirve düzenlenirken ve hepsi de Rusya Devlet Başkanı’na karşılık vermenin, savaşı kontrol altına almanın ve Ukrayna'da yaşananların ötesinde bir felaket yaşanmasını önlemenin en iyi yollarını ararlarken söyler misiniz bu nasıl bir dünya savaşı olmuyor?
Doğrudan veya dolaylı olarak tüm ülkeler bu savaşa dahil olmuş durumda. Siyasette olduğu kadar ekonomide, medyada ve uluslararası ilişkiler yönünde, savaşın patlak vermesinin üzerinden daha bir ay geçmesine rağmen etkileri oldukça bariz görülüyor. Nadiren tek bir kişinin kararı böyle bir değişiklik meydana getirebilmiştir. Bu değişikliğin tüm insanlığı etkilediğini söylesek abartmış olmayız.
İster benzin deponuzu dolduruyor olun, ister mahalle bakkalından bir paket ekmek alıyor olun, ister döviz piyasasında paranızın değer kaybetmesini izliyor olun, isterse akşam haberlerine bakmak için televizyonu açıyor olun… Bu savaşın etkisi doğrudan ve derin olacak. Gıda fiyatları arttığı gibi, petrol fiyatları da varil başına 120 doları aşarak rekor seviyelere koşuyor ve buna bağlı olarak Avrupa ekonomileri yükselen enflasyon oranları ile karşı karşıya kalmaya başladı. Peşinden diğer sanayileşmiş ülkeler de gelecek. Ülkeler, petrol ve diğer temel emtia fiyatlarındaki artıştan ve dolar rezervlerindeki azalmadan dolayı para birimlerini devalüe etmek zorunda kalırken, Rus petrol ihracatına uygulanan yaptırımlardan dolayı, alıcılar enerji ihtiyaçlarını karşılama hedefiyle diğer petrol üreten ülkelerin dostluğunu kazanmak için adeta birbiriyle yarışıyorlar. Her şeyden önemlisi, sayıları Suriye, Irak, Libya, Afganistan ve diğer savaşlardan kaçan mültecilerin sayılarını olağanüstü derecede geçen milyonlarca mülteci var. Ukrayna'dan 4 milyon insan komşu ülkelere kaçtı. 40 milyonluk ülke nüfusunun dörtte biri, evlerini terk etmek ve başka ülkelere ya da henüz yıkıcı bombaların düşmediği daha güvenli yerlere sığınmak zorunda kaldı. Özellikle göç dalgaları ve Ukrayna şehirlerindeki yıkım, halkı dönmeye karar verse bile onları kabul edemeyecek duruma gelecek şekilde daha da kötüleşirse bu göçlerin Avrupa kıtasındaki ülkelerde yol açacağı demografik, kültürel ve toplumsal değişikliklerin boyutunu bir hayal edin.
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin yaptığı gibi dünyayı birleştiren bir savaş bu. Kovid-19 pandemesi ile birlikte aşıların keşfedilmesi, ecel korkusunu ortadan kaldırdı ve bir umut penceresi araladı. Ancak mantıksal olarak Rus-Batı savaşı olarak adlandırılan Rus-Ukrayna savaşı ne yazık ki böyle bir umut vaat etmiyor. Buna dahil olan tarafların hiçbiri yenilgiyi kabul etmeye tahammül edemez çünkü bu savaş bir kampın sonuyken bir diğerinin zaferi olacak. Bir yanda askeri gerginliğin diğer yanda ekonomik gerginliğin baskısı ve Soğuk Savaş'ın en kötü dönemlerinde bile doğu ve batı kampları arasında var olan iletişim hatlarının kesilmesi ışığında arabuluculuk kapıları birer birer kapandı. Batı dünyası, Putin'in ordusunun yaptıklarını kabul ederek bir emsal oluşturamaz ve Rusya, Batı füzeleri ve bombaları ile desteklenen Ukrayna ordusu karşısındaki bir yenilgiyle yaşayamaz. Putin, Rusya'nın olmadığı bir dünyanın var olmayı hak etmediğine inanıyor. Putin, Moskova'nın karşısına çıkacak ülkelerin "tarihlerinde hiç tanık olmadıkları bir son yaşayacakları" konusunda açıkça uyarıda bulundu. Selefi Dmitri Medvedev, Batı'yı Rusya’nın yenilmesinin tehlikeleri konusunda uyarıyor. Medvedev, Rusya'yı istikrarsızlaştırmaya yönelik bir plan olduğunu söylüyor ve bu planda ABD’nin başarılı olmasının, en büyük nükleer gücün (yani Rus gücünün) istikrarsız bir siyasi liderlik altında ve ABD ile Avrupa’daki hedeflere yöneltilmiş daha fazla nükleer başlık olacağı anlamına geleceğini söylüyor.
Bu savaş nasıl biterse bitsin, insanlığın geleceğine duyduğu güven eskisi gibi garanti altında olmayacak. Soğuk Savaş'ın sona erdiği rivayet edildikten sonra var olan uluslararası ilişkilerin doğası geri dönülmez bir biçimde değişti. Finlandiya, Avusturya ve İsveç gibi ülkeler tarafından izlenen tarafsızlık kavramı, artık içi boş bir kavram haline geldi. 2. Dünya Savaşı Avrupa'yı yutarken tarafsızlığını korumayı başaran İsviçre bile tarafsızlığından utanıp, Batı'nın Rusya'ya yönelik kararlarına uyuyor. İşlemlerinin gizliliğinden gurur duyduğu bankacılık sektörü, Batı yaptırımlarının bir parçası olarak Rus mevduat sahiplerinin hesaplarını dondurmaya yöneliyor. 2. Dünya Savaşı'ndan artakalan sonuçlar yüzünden askeri taahhütlerden ve silahlanmaya yapılan harcamalardan uzak durmayı politikalarının değişmez bir kaidesi olarak gören Japonya ve Almanya, artık Batı tarafının tutumlarını tamamen destekliyor. Berlin'deki sosyalist hükümet, Nord Stream 2 (Kuzey Akım 2) doğalgaz boru hattını dondurmaya karar vermesinin ardından Putin'in politikalarına tamamen muhalif olmuş durumda. Moskova'ya ilişkiler açısından en yakın Asya ülkelerinden biri olan Japonya da Rusya Merkez Bankası'nın rezervlerini dondurma kararı aldı.
Bu savaştaki konumu hakkında ortada birçok soru dönen Çin'e gelirsek, en çok başı ağrıyan ülke Çin. Batı gücünün kırılmasında bir mani görmüyor ancak, Avrupa ve ABD ile Rusya ile arasındaki ticari ve ekonomik çıkarlardan daha ağır basan çıkarları olması nedeniyle, Avrupa ve ABD ile ilişkilerini bozmamaya çalışıyor. Çin aynı zamanda Putin'in arkasından yürüyemez ve doğu Ukrayna'daki iki ayrılıkçı cumhuriyetin ‘bağımsızlığını’ da tanıyamaz. Çünkü bunu yaparsa, Tayvan üzerindeki egemenliğini geri kazanma hakkını savunma gücünü kaybeder.