Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Suudi Arabistan ve güç dengesinin bozulması

ABD tarihteki en güçlü imparatorluktur, gücü Rusya veya Çin ile kıyaslanamaz. Ancak Başkan Obama’nın döneminden bugünkü Başkan Biden’e kadar dünyadan çekilmeyi ve izole olmayı tercih etti. Irak ve Afganistan gibi birçok uluslararası güvenlik sorunundan elini çekti ve Doğu Asya ile Çin’e yönelik artan ilgisiyle birlikte Ortadoğu'nun sorunlarını da arkasında attı. Elbette ABD’nin istediği politikayı seçme ve dünya ülkelerinin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etme hakkı vardır. ABD’nin geri çekilmesinin yarattığı boşluğu her düzeyde dolduracak çeşitli taraflar ortaya çıktı. Çin bu boşluğu ticari olarak, Rusya ise önce Suriye’de ve sonra Ukrayna’da askeri olarak doldurdu. Afganistan'da açılan boşluk ise Taliban hareketi tarafından dolduruldu.
ABD’nin dünyadan elini eteğini çekme vizyonuyla müttefiklerini terk etmesi, onları çıkarlarını muhafaza etmeye ve inisiyatif almaya sevk etti. Suudi Arabistan liderliğinde ve BAE’nin yanında yer aldığı enerji politikaları, İsrail ile bir dizi Arap ülkesi arasındaki tarihi buluşma ve Suudi girişimine dayanarak Körfez İşbirliği Konseyi tarafından çağrıda bulunulan Yemen'deki ateşkes, bölgesel ve uluslararası güç dengesinin yeniden düzenlenmesinin tezahürleridir. Mesaj açıktır. Şayet ABD müttefiklerinin çıkarları, güvenliği ve istikrarı ile ilgilenmezse, müttefikler de ilgisini ve pusulasını kaybeden bir ittifakla ilgilenmezler.
ABD yönetiminin Suudi Arabistan'a, Körfez ülkelerine veya Arap devletlerine yönelik yaptığı anlamsız açıklamaların bir bedeli var. Bu güçlü ülkeler, uluslararası güç dengeleri üzerinde açık, önemli ve tarihsel bir etkiye sahiptir. Şayet Arap liderlerinden biri Suudi Arabistan ve BAE'nin aldığı tarihi kararları alsaydı, şairler, aydınlar ve yazarlar onu yüceltir ve adına şarkılar bestelenirdi. Ancak ideoloji kördür. Bu açıklamalardan daha tehlikeli olanı ise, bölgedeki devletlerin çıkarları pahasına İran rejiminin “Nazi diktatörlüğüne” kur yapma amaçlı politikalardır.
Birkaç gün önce Dubai'deki “Dünya Hükümet Zirvesi”nde Suudi ve BAE enerji bakanlarının açıklamaları, karar verme gücüne sahip bağımsız ülkelerin ve tarih yazabilecek cesur liderlerin var olduğunun en açık örneğidir. Batı’nın, Suudi Arabistan Krallığını ve BAE'yi vuran balistik füzeler hususundaki sessizliğinin büyük bir bedeli var. Burada şüphe uyandıran şey sessizlikten ibaret de değildir. Bazı “uluslararası kuruluşların” Yemen'deki İran destekli “Husi milislerini” savunmaya yönelik eylemleri de bunun bir parçasıdır. Bu, oradaki çatışmanın doğasını görmeye imkân tanıyor ve uluslararası pozisyonlara ışık tutuyor. Sakince, akıllıca ve rasyonel bir şekilde politikalar yürütüldü, kararlar alındı ​​ve pozisyonlar oluşturuldu. ABD ve Batılı ülkelerin “İran rejimi” ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerindeki çelişki, gerek siyasi pozisyonlarda gerek bölgesel güvenlik ilkelerinde birtakım değişiklikleri de beraberinde getirecektir. ABD ve Rusya’nın İran ile yürütülen Viyana müzakerelerinde nükleer anlaşmaya yönelik pozisyonlarını gözlemlemek ve İran'ın Arap ülkelerine yönelik tüm düşmanca politika ve stratejilerini ‘siyasi irade ve bilinç’ oluşturulduğu takdirde durdurmanın mümkün olduğunu bilmek yeterlidir.
Batı’nın Ukrayna’ya ilişkin politikaları işe yaramadı. Rusya, askeri ve siyasi olarak ilerlemesini sürdürdü. İngiltere, her zamankinden daha yüksek bir gürültü çıkararak alışılmışın dışına çıktı. Bu bağlamda, Almanya ve Fransa gibi Avrupa ülkelerinin pozisyonlarıyla karşılaştırıldığında, Washington'ı desteklemekte daha fazla yol kat ettiği görülüyor ki, Avrupa ülkeleri çıkarlarına ve stratejik güvenliklerine aykırı olduğu için bunu yapamaz. Uluslararası güç dengesi rastgele hareket etmez. Her eylem sonuç doğurur. Büyük imparatorluklar politikalarını ve stratejilerini değiştirmeye karar verdiklerinde her şey hareket eder. Bu nedenle dünya, yaşanan değişimlerin doğası gereği yeni bir uluslararası düzenin eşiğindedir.
1980’lerde Afganistan'da olduğu gibi, Almanya'nın vaat ettiği Sovyet füzelerinden, Amerika'nın vaat ettiği Sovyet tanklarına kadar çeşitli silahların satın alınıp Ukrayna'da Rusya'yı vurmak adına Ukrayna'ya ihraç edilmesi, Rusya'yı tuzağa düşürerek içinden çıkamayacağı bir bataklığa sürüklemeye çalışan Amerikan politikalarına dayanıyordu. Ancak Ruslar, neler olup bittiğinin yeterince farkında görünüyorlar. Ne Ukrayna'ya karşı kapsamlı bir savaşın içine çekiliyor ne de NATO'nun Ukrayna'yı ‘bir hançer haline getirmekteki ısrarı’ karşısında geri adım atıyorlar. Rus politikaları bir taraftan büyük, hızlı, benzeri olmayan ve mantıksız yaptırımlar karşısında denge bulurken; diğer yandan geri döndürülemez hale geldi. Batı’nın tutumlarında, ülkeler arasındaki çıkar çatışmalarıyla birlikte bir gerileme yaşandı.
Tüm bunlar yaşanırken Çin, pozisyonlarını ve politikalarını hassas bir şekilde tartıyor ve usulca hareket ediyor. Son yıllarda, geri çekilen Amerika'ya karşı güçlü bir tutum takındı ve Bir Kuşak Bir Yol gibi uluslararası girişimlerle dünyanın birçok ülkesini kendine bağlamaya çalıştı. Buna ilave olarak dünyanın birçok ülkesine çelişkili Batılı politikalardan uzak siyasi, ekonomik, askeri çözümler sundu.
ABD’nin açıklamalarındaki değişimler, kişisel yargılar ya da söylem ve siyasetin derinlemesine gözden geçirilmesiyle değil; daha çok kâr ve zararlara ve saf çıkarlara dayalı olarak gerçekleşti. Dünyada ve Ortadoğu'da çok şey değişti. Artık eski ve geniş ittifakla ilgilenmeyen ve tarihsel olarak kazanılmış zaferleri -ki en önemlisi Soğuk Savaş sırasında doğu kampının yenilmesi ve mevcut uluslararası sistemin kurulmasıydı- önemsemeyen bir müttefiki korumanın anlamı yok. ABD’li temsilciler, bölge ve bölgenin acil sorunlarına ilişkin açıklamalarının yanı sıra bölgenin yetkilileriyle yaptıkları görüşmelerde ve bölgeyi ziyaretlerinde kendilerini gerçekçi seçimler ve rasyonel politikalarla karşı karşıya buldular. Artık ideallik iddiasında bulunan siyasi ideolojiye dayalı açıklamalarda bulunamaz ve bu çerçevede pozisyon alamazlar. Her politikanın bir bedeli olduğu ve her pozisyonun olumlu ya da olumsuz olarak ödenmesi gereken bir karşılığı olduğu ortaya çıktı.
Rus büyükelçisi İngiltere'yi, Rusya'nın neler olup bittiğini bildiği konusunda uyardı. İngilizlerin gelişmiş silahlarının Ukrayna'ya girmesi halinde “meşru hedefler” haline geleceğini söyledi ve bu adımların savaşı daha şiddetli ve kanlı hale getireceği konusunda uyarıda bulundu. Gözlemci için Ukrayna'nın askeri olarak Rusya karşısında dayanamayacağı ve Ukrayna’ya desteğin onu yakacağını bilmek zor bir şey değil.
Son olarak Körfez ve Arap ülkelerinin politikası nettir. Akılcılık ve siyasi gerçekçilikle hareket eder, uluslararası güç dengelerindeki dengesizlikleri gözlemler ve bu dengenin yeniden inşasına katılırlar.