İnsanlık bir temel ikilemin tam ortasında görünüyor: Büyük güçler mümkün olduğunca en geniş alanı kontrol etmek amacıyla savaşırken, dünyamız yakın bir tehlikenin eşiğinde görünüyor. Ne yüksek çığlıklar ne de son yıllarda boy gösteren pankartlar insanları uyarmak başarılı olamadı, aksine kafa karışıklığını daha da artırdı. Bunlardan en sonuncusu, geçen kasım ayında Glasgow kentinde gerçekleştirilen 26. BM İklim Değişikliği Konferansı (COP26) idi. Sanki Nuh kavmi tekrar döndü, fakat yakında gelecek olan tufandan yaradılışı kurtaracak hiçbir dağ yok.
Peki, son zamanlarda ne oldu da böyle kasvetli bir konuşamaya zemin hazırladı?
NASA’nın, Kutup Bilimsel Araştırmalar Merkezi ile ortaklaşa yayınladığı bildiride, Antarktika bölgesinde İtalya’nın başkenti Roma büyüklüğünde bir buz sahanlığının çöktüğü bilgisi yer aldı. Bu okumanın ardındaki ana neden bu ve geçtiğimiz günlerdeki yüksek sıcaklıklardır. Bu çöküş, devasa buz kütlelerinin ilk hareketi değil. Geçtiğimiz birkaç yılda buna benzer olaylar gördük ve görünen o ki bu son olmayacak. Bilim adamları, Florida eyaletinin yüz katından daha büyük olan “Thwaites” buz sahanlığının erimesiyle ilgili kesinliğe varacak derecede korkuların olduğu yönünde açıklamalar yapıyorlar.
Florida'nın alanı yaklaşık 170 bin 312 kilometrekaredir. Okurlar bu miktarda buzlu bir bölgenin nasıl eriyeceğini hayal edebilir ki, bu da bilim adamlarının neden bu sahanlığa “Kıyamet Günü Buzu” dediklerini açıklıyor.
İklim bilimciler, Doğu Antarktika’nın son haftalardaki sıcaklıklarda olağandışı artışlara tanık olduğunu bildirdiler. Concordia İstasyonu, mart ayında eksi 11 gibi rekor bir sıcaklık kaydetti ki bu, daha önce kaydedilen normal seviyelerden 40 derece daha yüksek.
Küresel ısınma artık yalnızca çorak araziler, ovalar, dağlar ve yaylalar üzerinden konuşulan bir ifade değil. Aksine şu anda Antarktika kıtasının atmosferindeki küresel ısınma anlamına gelen ‘havanın gazabı’ gibi yeni bir ifade kullanılıyor. Bu, tarımın çöküşünün yakın olduğunun ve denizlerde ve okyanuslardaki su seviyelerinin yükselmesiyle sellerin akın edeceğinin kanıtıdır.
Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, geçtiğimiz ayın sonlarında, sanki ‘toprak ananın’ geleceği için insanlığa yalvarıyor gibi görünüyordu. The Economist dergisinin düzenlediği Sürdürülebilirlik Büyüme Zirvesi’nin oturum aralarında, büyük ekonomilerin kriz durumuna rağmen, sera gazı emisyonlarını artırmaya devam ettiği konusunda uyarıda bulundu ki, sanki Glasgow'da olan her şey insanlık için hiçbir anlam ifade etmiyormuş gibi unutulmaya yüz tutmuştu.
Başkan Biden yönetimi doğuya doğru genişlemekle meşgul görünüyor ve NATO’nun alanını öfkeli Sezar'ın coğrafyasına doğru yakınlaştırıyor. En büyük tehlikenin Moskova'nın hipersonik füzelerinden gelmediğinin, etrafındaki deniz seviyeleri olduğunun farkında değil. ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’nin (NOAA) şubat ayında yayınlandığı araştırmada, çevresindeki suda yarım metreye kadar yaklaşan bir artış göründüğü kaydediliyor. ABD, doğuda Atlantik ve batıda Pasifik olmak üzere iki okyanus arasında sıkışmış bir ülkedir. Dolayısıyla söz konusu su seviyesindeki artış, ülkeyi benzeri görülmemiş bir selin vuracağı anlamına geliyor. Beyaz Saray Ulusal İklim Danışmanı Gina McCarthy bunun üzerine şu açıklamada bulundu:
“Deniz seviyesine ilişkin yeni veriler, Başkan Biden'in de ifade ettiği üzere, iklim krizi riskinin kırmızı tehlike sınırına ulaştığını teyit etmektedir.”
Ancak Başkan Biden'in yönelimlerinin bir ön siyasi analizi, tam tersi bir sonuca götürüyor bizi. Nitekim son olarak Rusya petrolünü boykot etme ve ABD Stratejik Petrol Rezervinden çekilme kararını açıkladı. Bu, karbonlu kömür kullanımına geri dönüş için kapıyı sonuna kadar aralıyor. Ondan önce Çin, Glasgow Konferansı'nın üçüncü gününde benzer bir hamlede bulunmuştu. Bu durum ‘bırakın dünya nereye gidiyorsa gitsin’ gibi bir anlayışın tezahürleri gibi görünüyor.
“2025 yılına kadar dünya yaşanabilir bir gezegen olmaktan çıkabilir.”
Bu korkunç uyarı, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli tarafından 4 Nisan'da yayınlanan raporda yer aldı. Burada insan yaşamı, önümüzdeki üç yıl içinde gaz emisyonlarının azalmasına bağlıdır. Doğal dünya egemen sınırlar altına alınamadığından ve büyük güçlerin bu emisyonları azaltma taahhütlerini yerine getireceklerine dair hiçbir garanti bulunmadığından, insanlık yakın bir felaketten korunmakta başarısız olacaktır. İklim değişikliği nedeniyle bunaltıcı bir yaz bizi beklerken, enerji savaşları da hız kesmeden devam ediyor. Önümüzdeki günlerde bizleri nelerin beklediğini kimse bilmiyor. Rusya, Avrupa'yı cezalandırmaya karar verirse, soğuktan ölmek ya da karbon enerjisi kullanımından ölmek arasında bir seçim yapmak zorunda kalacağız.
Günümüz insanı artık bu dünyadaki asıl yerinin ne olduğunu göremiyor, sadece kendi etrafında dönen pozisyonları benimsiyor, merkeze kendini yerleştiriyor ve ‘kullan at’ mantığıyla hareket ediyor. Modern insan, çevresel veya insani her türlü dışlamayı haklı çıkarıyor, ötekini ve doğayı salt meta olarak ele alıyor.
Bu dünya gezegenini nasıl bir gelecek bekliyor?
TT
2025: İklim felaketi ve insanlığın sonunun başlangıcı
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة