Abdulaziz Tantik
TT

Merhametin kayboluşu…

İnsan, ilişkiler ağı içinde varlık kazanır, var olur ve kimliğini inşa eder. İlişkiler ağının belirleyici atmosferi ne ise ona göre kişilikler anlam kazanır. Bu belirleyici psikolojik vasatın varlığını en çok savaş dönemlerinde hissedilir şekilde görürüz, sevinçli günlerde, bayramlarda gözlemleriz. İster savaş, ister sevinçli günlerde olsun, insanlar o vasata göre biçim alırlar ve şiddet ortamında katı, sert, yabancı ve keskin ile kesin tavırlar takınırlar. Affedici olmazlar. Sevinçli günlerde ise, yumuşak, affedici, istemediği bir şeyi görmezden gelici, büyüklük gösterici, tahammül edici vesaire gibi yaklaşımlara sahip olur. Bu diğer psikolojik vasatlar içinde geçerli. Kişi, hangi ruh ikliminde var oluyorsa o iklime uygun bir karaktere dönüşür. Bu durum ancak iradi bir kesinliğe sahip fertler açısından bir istisna olarak ön görülebilir.
İnsanın yaşadığı atmosferin belirleyiciliği çok açık. Bu atmosferin oluşumunu belirleyen şey ise içinde var olduğu inanç, düşünce ve kültür atmosferidir. Yani farkında olalım veya olmayalım, bizi terbiye eden sistemin karakteristik yapısını taşırız. Bu yüzden insan kendi sorumluluğunu üstlenmeli ve hangi inanç, kültür ve düşünce atmosferine tabi kılındığını araştırmalıdır.
Yeni bir inanç, düşünce ve kültür inşa edilirken, eski inanç, düşünce ve kültürün insan karakterine yaptığı olumsuz etkiyi gidermeye matuf bir arayışın sonucu olduğu ifade edilir. Yani geçmişte eksik, zaaf, yanlış, olumsuz yönlendirme yoksa niye değişime uğrasın ki? Yetersizliği; ana tekabüliyeti de zaafa uğramışsa ıslah edilir. Değiştirilmez!
Şimdi dönelim merhamet kavramına; ilişkiler ağını yumuşak, ince, nazik, kibar, ahlaki, affedici ve ıslah edici özelliği ile vazgeçilmez bir kavramdır. Bu kavramın metafizik bir anlamı vardır. İlişkiler ağı içinde yeni bir anlam kazanır. Siyasal ve toplumsal zeminde bir karşılık oluşturur. Kişilik gelişiminde karakter eğitiminde farklı bir anlama sahiptir vs.
‘Allah’ın rahmeti gazabını geçmiştir’ sözü benim için Rahmet ’in temel Gazab’ın ise ikincil özelliğe sahip olduğunu belirtir. Ya da rahmet, asli varlığın belirleyici temeli, ilke, gazap ise, geçici, değişime açık, sınırlı bir zeminde gerekli olduğunda kullanılacak olana işarettir.
Rahmet, merhamet ile her varlığın yaratılışının kendi doğası ile uyumlu bir şekilde var olma hali ve bu var olmayı idame edecek vasatın varlığını da garanti eden bir durumu ifade eder. Ki varlığın kendini idamesi, ilahi olandan bağımsız düşünülemeyeceği için rahmetin ilahi karakteri ve özelliği de açığa çıkar. Rahman sıfatının bütün sıfatları kuşatıcı bir özellik olarak öne çıkartılması, Allah için kullanıla bilinmesi de rahmetin asli hüviyetini işaret eder.
Rahman, rahmeti ile yaratıcılığını gösterir. Varlığı, varlığa çıkarır ve idamesi için gerekli şartları da onlardan bağımsız olarak onlar için var eder. İşte bu yüzden her varlık, İlahi inayet karşısında şükür hali üzere olur. Bütün varlık teslim olarak Allah’a yönelmektedir. Bu varlığın ilkesi olarak varlık kazanmaktadır.
Bu temel hakikati dikkate alarak meseleyi değerlendirmek elzemdir.
İslam düşüncesi bu bağlamı içinde ilişkiler ağını merhamet üzerinden ahlaki olana hamletmiştir. Hukuk ise ahlaki olanın yokluğu sadedinde ilişkiler ağının sağlıklı yürütmek için gerekli görülmüştür. Bu yüzden ahlaki olan merhametli olanı taşır. İnsanın kendi bencilliğinden kurtulması ahlaki zemine işarettir. Kendi hakkını araması ve koruması ise hukuki zemine gönderme olur. Böylece merhametin ahlaki ve dolayısıyla anlam ile irtibatı da görülmüş olacaktır.
Merhametin varlığının idamesi bağlamında hadd/sınır kavramının önemine vurgu yapmak burada kaçınılmaz bir sorumluluğa dönüşecektir. Her varlığın kendi sınırını bilmesi ontolojik bir meseledir. İnsan hariç, varlıklar kendi sınırları içinde varlıklarını idame ederler. İnsan ise sürekli kendi sınırlarını aşmaya mütemayil bir karakter taşıyarak fesada kapı aralamaktadır. Şeytan bu işin başlangıç adımını secdeye davet edildiğinde kabul etmeyerek atmıştır. İnsan şeytanın adımlarını izlediğinde bu fesada kapı aralamakta ve kendi sınırlarını aşma arzusu onu hem kendisine ve hem de varlığa, dolayısıyla Yaratıcısına karşı da yabancılaştırmaktadır. İşte sınır tanıma, tevazuu sahibi olma, şükür hali üzere bulunma, merhamete sahip olma ve merhamete açık olma halini birlikte taşıyor. İnsan açısından tanışıklık, merhamete kapı aralayan bir konumu ihtiva eder. Tanış olmak, ilişkiler ağı içinde tahammül etmeyi, acele davranmamayı içerir. İşte tanışıklığın merhamet ile kurduğu bağ burada açığa kavuşur. Tanışıklık ise sınır bilme ile birebir ilgili bir durumdur. Tahammül, merhametin öncesi bir konumu ihtiva eder. Kişi, kendisine yöneltilmiş bir tavra yönelik tahammül gösterdiğinde acele etmemiş olur. Bu da tanışıklığı beraberinde taşır, tanışıklık ise o tavrı doğru anlama ve okumaya neden olarak, tavrı tahammül sınırları içinde tutarak ona merhamet ile yaklaşmaya zemin oluşturur.
İslam, insanın merhamet ile muamele edilebilmesi için kendisinin de merhamet ile muamele etmesi gerektiğini ilzam eder. ‘Merhamet etmeyene merhamet olunmaz’ ilkesi de buna göndermedir. İlkelerin merhamete yönelik bir yaklaşımı içermesi, kişiyi merhamete teşvik etmesi ve bu merhamet ile muamelenin kendisine de merhamet edilmesini sağlayacağı ilkeleri, doğal olarak kişiyi merhametli olmaya ve merhametli bir dünya kurulmasına zemin oluşturur. Merhametin çoğaldığı bir zeminde ise merhamet sahibi olmak doğal bir karaktere kavuşur. Böylece merhamet ile dolu bir yaşamda selamın yaygınlaşması kaçınılmaz olacaktır.
İslam, tarih boyunca merhamet ağırlıklı bir ilişkiler ağı içinde yaşamaya davet etmiştir. Kadim kültürlerin büyük bir çoğunluğu da merhameti temel ilke olarak kabul etmişler, dar veya geniş zeminde merhamet üzere hayatlarını idame ettirmeyi başarmışlardır. Ama modern dönem başlı başına bir yabancılaşma döneminin başlangıç adımı olmuştur. Tarihte de yabancılaşmanın olduğu zaman kesitleri olmuştur. Belirle zaman ve mekânlarda yabancılaşma öne çıkarılmıştır. Ancak dünya ölçeğinde yabancılaşmanın başladığı tarih modernleşme tarihi ile başlamıştır.
Modern düşüncede yabancılaşma, öncelikle yaratılışın belirgin sınırlarını yeniden tanımlamaya başlayarak başlatılmıştır. Doğa üzerine yeni tanımlar, fizik ve matematikte yeni buluşlar, doğaya yönelik yeni tanımlama imkânları sunmuştur. Bu yeni tanımlamalar, beraberinde yeni sınırlar oluşturmaya başlamıştır. Kadim sınırlar ile modern sınırların farklılaştığı bir zeminde yabancılaşma kaçınılmaz olmuştur. Aşkınlığın/ulûhiyetin yok sayıldığı veya geri planda tutulduğu bir zeminde doğa üzerine başlayan tanımlama insana da yöneltilmiş ve ilişkiler ağı yeniden tanımlanmıştır. Ahlaki zeminden hukuki zemine geçiş yapılmış ve böylece kadim bilgideki bütün sınırlar yeni sınır tanımlamaları eşliğinden yok sayılmıştır. Yeni bir tip, yeni bir sınır ve yeni bir ilişkiler ağı; işte yabancılaşmanın temelini kuran bakış…
Sınırların değişmesi, yabancılaşmayı beraberinde taşımıştır. Ahlaki olandan hukuki olana yönelme ise tahammül olayını bertaraf etmiştir. Başkasını düşünmek yerine kendini düşünme öncelendiği için de merhamet ile davranmayı zayıflık olarak görme öne çıkarılarak vazgeçilmesi çağrıları yüksek sesle dillendirilmiştir. Yani kurulan yeni ilişkiler ağı sistemi bizatihi yabancılaşmayı besleyen bir karakter taşımıştır. İşte yapay zekâ ve teknoloji üzerinden robotik dönemin başlangıcı da ancak bu yabancılaşmanın kurumsal bir karakter taşıması üzerine başarılabilecek bir durumu gösterir.
Modern düşünce, modern dönemi ve kültürü inşa etmiştir. Bu inşa yabancılaşmanın bizatihi kendisi üzerine bina edildiği için hukuk tek belirleyici etkene dönüşmüştür. Bu yüzden de ahlaki olandan vazgeçildiği için kişinin kendisinden ödün vereceği bir zemine ihtiyaç kalmamıştır. Bu da merhametsizliği beslemiştir. Tabi ki küçük ölçekli ve lokal seviyelerde hala merhametli tavırlar görülebilir. Ama sistem bazında bugün bu mümkün görünmemektedir.
Yaşamın kendisi sürekli yabancılaşmayı ürettiği için merhametsizliğin karakteristik bir yapıya bürünmesi de kaçınılamaz oluyor. Sınırların güç üzerinden belirginlik kazandığı bir zeminde ise şiddet ve çatışma kaçınılmaz olurken, kaotik bir olgu içinde yaşamın sürdürülebildiği bir zeminde ise psikolojik vasatın sağlıklı kalabilmesi mümkün görünmemektedir. Bu yüzden kahır ekseriyet insanların psikolojik danışmanlara başvurduğu bir yaşamın içinde varlığımızı sürdürüyoruz. Bu yabancılaşma merhametsizleşmeyi güçlendirerek yaşamdaki gücünü katlamaktadır.
Bu durumun tersine dönüştürülmesi mümkün mü?
Tabi ki, ama çok zor!
 Çünkü modernleşme, dünya çapında bir yaşam formu inşa etmiştir, gücü ve iktisadi yapısı ile belirleyici olurken, eğitim ve kültür hamleleri ile de muhalif düşüncelere hayat hakkı tanımamaktadır. Yani despotik bir tutumu hukuki bir zemine yaslandırarak meşrulaştırmaktadır. Son on yılın ülkeler sathında meydana geldiği işgallere bakın, ne söylemek istediğimi daha net anlayacaksınız! Irak, Suriye, Afganistan, Yemen, Libya vesaire…
Bu cendereden çıkış ise; mevcut modern düşüncenin kavram tahakkümünden kurtulmak, düşünceyi belirleyen temel ilkeleri yeniden eleştiriye tabi kılmak ve oluşturduğu zorunlu zarar hakkında bilgi sahibi olmak ile birlikte mevcut eğitim paradigmasına yönelik ciddi bir itiraz ile birlikte alternatif eğitim modelleri oluşturma çabalarına sahip olmaktan geçer.
Dün merhamet üzere bir yaşamın varlığını ve ilişkiler ağını belirleyen insan, bugün yabancılaşmayı derinden hissederek yeniden merhamete yönelmeli ve kadim bilgeliğin ruhundan beslenerek İslam düşüncesi zemininde yeniden ayağa kalkabilecek bir vasata sahip olabilir. Modern düşüncenin kendisine de merhamet göstererek onu iyileştirecek bir zeminin kurulmasına ön ayak olabilir. Bu insanlığın hayrına olabilecek bir olguyu hayata geçirmek anlamına gelecektir.