Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Akletmeyen çoğunluğun akledenlere tahakkümü

Sokrates ile bir öğrencisi arasında şöyle bir diyaloğun geçtiği anlatılır:
Öğrenci Sokrates'e  "Eğer demokrasi çoğunluğun kararını kabul etmekse, adil olan da bu değil midir? Mesela yüz kişinin oy kullandığı bir yerde, elli bir kişinin kararına mı uymak daha adil ve doğru olur, yoksa kırk dokuz kişinin kararına uymak mı? Hem daha çok insanın daha az sayıda insana nazaran yanılma ihtimali daha azdır öyle değil mi? diye sorar ve şunu ekler, o halde sizin demokrasiye karşı çıkmanız doğru olmadığı gibi haklı da sayılmaz."
Bu soru üzerine Sokrates, öğrencisine arka arkaya sorular sorar:
"Bize söyler misin bilge olmak mı daha zordur yoksa cahil olmak mı daha zordur?"
Öğrenci: "Şüphesiz ki bilge olmak daha zordur. Bilge olmak için çok okumak araştırmak ve yorulmak gerekirken cahil olmak için bir şey yapmaya gerek yoktur."
Sokrates: "Peki o halde bize yine söyler misin toplumlarda cahil insanların sayısı mı çok olur, yoksa bilge insanların sayısı mı çok olur? "
Öğrenci: "Elbette cahil insanların sayısı daha fazladır."
Sokrates: "Peki bize yine söyler misin, bir gemide yüz yolcu bulunsa, geminin nerde nasıl hangi yönde yelken açması gerektiğini kaptan mı daha iyi bilir, yoksa o yüz yolcu mu?"
Öğrenci: "Eğer yolcular içinde denizcilik bilgisi olan yoksa pek tabi en iyi bilen kaptandır."
Sokrates: "Peki o halde diyebilir miyiz ki herkes her konuda karar veremez. Herkes bildiği yerde konuşmalı. Her iş ehline verilmeli..."
Öğrenci: "Olması gereken budur."
Sokrates: "Peki o halde, kimin hangi konuda bilgili olup olmadığını bilmeden, sadece çoğunluk oldukları için kararlarını doğru bulmak adil ve doğru olabilir mi? Hem sen de kabul ettin ki, bir toplumda cahillerin sayısı bilgelerden hep daha çok olur.
Bu ve benzeri örneklerden hareket ettiğimizde rahatlıkla şunu ifade etmek mümkün olur ki her sayı bakımından çokluk beraberin doğruluğu ve haklılığı getirmeye yetmez. Çünkü nice çok sayıda insan menfaatleri ve arzuları gereği yanlış ve batılın yanında yer almış ve yer almaya devam etmektedir. Eğer gerçekten çoğunluğun verdiği kararların ve yaptığı tercihlerin doğru olması isteniyorsa onların doğru ve erdemli bir eğitime tabi tutulmaları gerekmektedir.
Burada altı çizilmesi gereken husus doğru ve erdemli bir eğitimin neye göre yapılacağıdır. Mü’min insanlar için öncelikli olarak eğitim yapılırken dikkate alınması gereken vahiydir. Sonra da bütün insanlığın ortak değer olarak kabul ettikleridir. Örneğin, adam öldürmenin, hırsızlık yapmanın, başkasının malına ve iffetine göz dikmenin kötü oluşu vs. gibi.
Bugün demokrasinin faziletinden bahseden ve onu dayatan egemen güçlerin demokrasiden anladıkları görebildiğimiz kadarıyla şudur: “Bizim istediklerimizi karşıladığı sürece iyidir.” Aksi durumda iterse herkes aynı noktada ittifak etsin arzu etmediğimiz bir sonuç olası ise demokrasi rafa kaldırılabilir. Cezayir’de, Filistin’de, Mısır’da seçimlerin sonuçlarına gösterilen tepkilerde, Birleşmiş Milletler’de alınan kararlarda ve egemen güçlerin müdahale ettikleri birçok ülkede bunun örnekleri rahatlıkla görülmektedir.
Bu sebeple adı, şekli ne olursa olsun insanlığın sadece güce değil, ilme, hakkaniyete, adalete dayalı işleyebilecek ve uygulanabilecek yönetim anlayışlarına ihtiyaç vardır. Güç sahibi olanlar sadece kendi güçlerini arttırmak yerine mazlum olanların haklarını korumak adına bu güçlerini kullanmalıdırlar.
Vahyin bu konuda uyulmasını istediği-tavsiye ettiği temel ilkeyi hatırlamakta yarar vardır: Mal, servet ve bunlara bağlı yönetim sadece “Zenginlerinizin arasında dolaşıp duran bir güce dönüşmesin!”[1] Zira ekonomik gücü eline geçiren; söz söyleme, yönlendirme ve yönetme hakkını kendinde görmekte ve diğerlerini dikkate almamaktadır. Ekonomik gücü ellerine geçirenler tekelleşmekte ve sahip oldukları imkanlar sebebiyle bazen sayısal çokluğu da elde edebilmektedirler.
Şunu ilahi uyarıları da göz önünde tutmak gerekir: ekstra çaba gösterilse de[2] insanların çoğu iman etmezler[3], ahiretin varlığını kabul etmezler[4],  hakikati bilmezler[5], verilen nimetlere şükretmezler[6], uyarılara rağmen küfürde diretirler[7], fasıktırlar[8], Allah’ın kevni ve kitabi ayetlerinden gafildirler[9] üzerinde düşünmezler ve peygamberlerin tüm çaba ve gayretlerine rağmen şimdiki insanların çoğunun dalalette olması gibi önceki insanların çoğu da dalalette idiler.[10]
O halde yapılması lazım gelen şey, sadece gücü ve niceliği arttırmaya odaklanmak değil, niteliği, hakkaniyeti gözetme ve adaletle yönetebilme bilincini arttıracak çalışmalara ağırlık verilmelidir. İnsanlık tarihi boyunca apaçık belgelerle gönderilen elçilere, insanların adâleti ayakta tutmalarını sağlamak için, kitap ve bu kitap sayesinde, doğruyu eğriden ayırt etmeye yarayan adâlet ölçüsü ve müthiş bir potansiyel güç ve birçok faydalar barındıran demirin[11] verilmesinin temel hikmeti bu olsa gerek. Zira adaletten ve kontrolden yoksun güç, sadece zulüm üretir!

[1] el-Haşr 59/7
[2] Yûsuf 12/103
[3] Hûd 11/17
[4] er-Rûm 30/8
[5] el-A’râf 7/187; Yûsuf 12/21
[6] el-Bakara 2/243; Yûsuf 12/38
[7] el-İsrâ 17/89; el-Furkān 25/50
[8] el-Mâide 5/49
[9] Yûnus 10/92
[10] es-Sâffât 37/71
[11] el-Hadîd 57/25