ABD daima Suriye gibi ülkelere Amerikan katarına binmelerini ve SSCB’den uzak durmalarını telkin etmiş ve öğütlemiştir. İkili diplomatik görüşmelerde Muhammed Maruf Devalibi gibi Suriyeli yetkililere bu talep iletilmiştir. Bununla birlikte Washington Amerikan ekseninde yer alan ülkelerin bağımsız bölgesel politikalar izlemesini de hazzetmezdi. Çizmeyi aşmak olarak görürdü. Kısaca nüfuz olarak Suriye’nin kendisine bağlanmasını yeğler ama Bağdat-Paktı ülkelerinin ekseni içinde yer almasını veya nüfuzu altına girmesini istemezdi. 1955 yılında kurulan Bağdat Paktı’nın kurucu iki mühim simasından birisi Nuri Said Paşa diğeri de Başvekil Adnan Menderes’tir. Bir zamanlar Osmanlı ülkesi için Enverland denildiği gibi Irak için de (Nuri) Saidland yakıştırması veya ifadesi meşhur olmuştur. Irak iki dönemde iki adamla özetlenebilir. Kraliyet döneminde Nuri Said Paşa cumhuriyet döneminde de Saddam Hüseyin. Nuri Said Paşa tabir caizse mutlakiyet dönemi gölgesinde mutlak bir otorite sürememiştir. Üzerinde kral vardır. Bu iki adamdan Nuri Said Paşa darbe sonucu linç edilmiş, Saddam Hüseyin ise işgal sonrasında idam edilmiştir. Hayatta olduğu dönemde yine de kendisini diktatör olarak ananlar vardır. Şeyh Muhammed Rıza eş Şebibi’nin kendisine ‘diktatör’ diye takılması üzerine Nuri Said Paşa şöyle karşılık verir: Ben bir foseptik çukuru üzerinde oturuyorum, kapağıyım, kalkarsam kokudan duramazsın! Irak da sen de gününü görürsün.
Baas darbesine gitmeden evvel ara devrede ya da Birleşik Arap Cumhuriyetine giden günlerde Suriye’nin sola kaydığını gören Bağdat Paktının iki mimarı Nuri Said ile Adnan Menderes Suriye ile hem siyasi hem de askeri olarak sürtüşmeye başlarlar. Suriye’yi Irak ile Türkiye’nin parantezine almak çabasındadırlar. Bu hususta bölgesel faktör ve aktörlerle yüzleşirler. Bunlardan birisi Cemal Abdunnasır’dır. İkincisi de Suriye’deki sola yatkın zümreler ve azınlıklardır. Said Havva Hatıratında Suriye’nin Mısır ya da Anadolu’nun çekim alanında olması gerektiğini aksi takdirde azınlıkların eline düşeceğini öngörür. Bağdat Paktı İngiltere ile ABD’ye yakınlığıyla bilinir. Lakin Amerikalılar bu şemsiye altında kendilerinden bağımsız siyaset icra edilmesine razı olmazlar. Bu nedenle de 1957 yılında Suriye üzerinde icra edilen çekişmede Amerikalılar Adnan Menderes ile Nuri Said Paşa’yı kösteklerler. Bölgede Türkiye’nin nüfuzunun pekişmesine razı olmazlar. Böylece Suriye Nasır’ın önüne açılmış olur. Bir yıl sonra (1958) Mısır ile Suriye’nin Birleşik Arap Cumhuriyeti unvanı altında birleşmesine denk gelen günlerde Nasır ikinci zaferini de Bağdat’ta kazanır. Suriye Nasır’ın eline düştüğü gibi Bağdat da yandaşlarının eline düşmüştür. Kısaca ABD, NATO’da ve Bağdat Paktında müttefiki olan Türkiye’ye karşı pasif de olsa Nasır kampında yer almıştır. Ya da Bağdat Paktı ülkelerini yeterince desteklememiştir. Bağdat’ta 1958 yılında yaşanan darbe ve Menderes’in bölgesel ortağı Nuri Said’nin devrilmesi domino etkisi yapmış ve iki yıl sonra aynı sahne Türkiye’de tekrarlanmıştır.
Nasır coğrafi şartlardan ve yanlış idari kararlardan dolayı Suriye’yi elinde tutamaz. Birleşik Arap Cumhuriyeti, Mısır ve Suriye arasında 1 Şubat 1958'de ilan edilen ve her iki ülkedeki plebisitlerle onaylanan siyasi birleşme sonucu kurulmuştur. Başkanı, garbın Eyüp Han’ını andıran Cemal Abdül Nasır'dı. Bir askerî darbenin ardından Suriye'nin Mısır'dan bağımsızlığını ilan etmesiyle, 28 Eylül 1961'de son buldu. Takiben çalkantılı kısa bir dönemden sonra Suriye’nin dümenine 1963 yılında darbe ile Baas Partisi geçti. Yine Said Havva’nın ifadesiyle azınlıklar tarafından Truva atı gibi kullanılan Baas Partisi sayesinde Esat ailesi 1971 yılında ülkede mutlak kontrolü ele geçirmiştir. Suriye’nin bu duruma düşmesinde SSCB’den önce İngiltere ile ABD’nin sorumluluğu vardır. Hüsnü Zaim’in darbeler sürecini açmasında ve başlatmasında ABD’nin parmağı ve katkısı olduğu gibi. 1957 yılı çekişmesinde Menderes-Nuri Said kampına karşı Nasır kampını destekleyen ABD dolaylı olarak meydanı Baascılara bırakmıştır. O dönemde (1956) Üçlü Saldırı karşısında Nasır’ı destekleyen ABD (ile Rusya) akabinde Suriye’de Nasır çizgisinin tutmasına vesile olmuştur.
1976 yılında Suriye’nin Lübnan’a müdahalesine vize veren Kissinger olmuş ve Suriye rejiminin bu ülkede azınlıkların ve mezhebi yapıların selametini gözeteceğini ifade etmiştir. Kısaca azınlık rejimine ve azınlıklar ittifakına doğru evrilen Şam rejiminin komşu ülkede de azınlıkları gözeteceği varsayılmıştır.
2000 yılında iktidar baba Esat’tan oğul Esat’a intikal ederken yeni dönemin siyasi kirveliğini Musevi asıllı Amerikan Dışişleri Bakanı Madeleine Albright yapmıştır. Hem Taliban yönetimine hem de Irak’a karşı katı tutumuyla tanınan Albright – nedense- sadece Suriye rejimine karşı anlayışlı davranmıştır. 2011 yılında patlak veren Suriye’deki iç kargaşada da 1957 yılında Nasır’ı destekleyen ABD ve Batı kampı bu defa da sessiz sedasız bir biçimde doğrudan olmasa bile İran’ı desteklemiştir. En azından Türkiye’nin önüne engel koyduğu gibi İran’ın önüne fiili engeller dikmemiştir. 2015 yılındaki nükleer anlaşmadan sonra bu iyice aleniyete dökülmüştür. Sonuçta bir denge politikası gözetmiştir ama bu kazanma ihtimali yüksek olan tarafı dengelemeye matuf bir denge anlayışı ve politikasıdır. En azından Esat rejimini ayakta tutmaya müsaade etmiştir. Esat rejiminin alternatifi yok diyerekten muhalefete desteği esirgemiştir. Ama PYD konusunda aynı tutumu sergilememiştir.
Elbette bazen SSCB’nin bölgeye sarkmasına karşı Türkiye’ye de bölgesel roller vermek istemişse de bu pek pratiğe yansımamıştır. Sonuca bakıldığında hep kazananlar ABD’nin resmi müttefiklerinin dışında kalanlar olmuştur. Nasır ya da Hamaney rejimi gibi. Nuri Salık’ın Syrian Foreign Policy (1945-1963) adlı doktora çalışması bu hususta yararlanılabilecek materyaller ihtiva etmektedir ( ORION).
1998 yılında Apo’nun teslimi konusunda Şam yönetimiyle çıkan gerginlikte Bill Clinton Demirel’e bir mesaj göndermiş ve mesajında Arap dünyasında uyanacak infial karşısında Türkiye’nin yanında yer alamayacaklarını söylemiştir (Büyükelçinin Gözünden Suriye, s: 45). Ömer Önhon da Arap Baharı’nın Suriye’yi yaladığı sırada Amerikan diplomatlarının PYD ile temaslarını ve gizli kapaklı ilişkilerini saklamaya çalıştıklarını ve kendilerine karşı kaçamak ve kaypak davrandıklarını gözlemlemiştir.
Kısaca: ABD Suriye de doğrudan PYD, dolaylı olarak ya da konum olarak Suriye rejimi ile birlikte İran’ın yanında yer almıştır. Ürdün Kralı Abdullah II, Bağdat işgalinden sonra bu durumu Şii Hilali ile izah etmiştir. Şii Hilali Bağdat’ta kalmamış Şam’a da sıçramıştır. Bu bir duruş politikasıdır. Somut desteğiyle değil belki ama duruşuyla Şam rejiminin ayakta kalmasına hizmet etmiştir.
Kısaca, 70 yıldan beri Suriye’de ABD ile hiç müttefik olamadık. Suriye aynasında Türk-Amerikan münasebetlerinin tarihçesi böyle görünüyor.
TT
Suriye aynasında Türk-Amerikan münasebetleri
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة