Yasir Abdulaziz
TT

Herhangi bir olumlu yayın yapmak yasak!

Son 10 yılda, Arap bölgesi yüksek derecede sinir harbine, gerilimlere ve çatışmaların kızışmasına tanık oldu. Bu yıllarda derin siyasi dönüşümler yaşandı, devrimler ve iç savaşlar patlak verdi ve bölge topraklarına ve içişlerine yapılan uluslararası ve bölgesel müdahalelerin en parlak dönemi yaşandı.
Medya, bu çatışmaların ve dönüşümlerin ortasında güçlü bir şekilde durdu. Genellikle söylendiği gibi yalnızca bir tanık, taşıyıcı, yorumcu ve analist değildi, aynı zamanda birçok durumda önemli bir faktör ve başroldü.
Bazı yabancı ve yerel güçler, yıllardır süren ayaklanmalar ve büyük dönüşümler ile şekillenen kızgın gerçekliği akıllı ve etkili bir şekilde merkezileştirmek ve etkilemek için çalışma stratejilerini oluşturdular. Medya bu stratejilerin önemli bir bileşeniydi. Ancak zamanla bu güçler, diğer çalışma araçlarının etkisinin azalması sonucunda varını yoğunu yalnızca medyaya yatırdı. Böylece en nihayetinde medya son pazarlık kartı olmadan önce bir ana eylem aracı haline geldi.
Arap ulusal devleti kendisinin devrilmesini, kaosun ikame edilmesini ve parçalanmasını hedefleyen bir turda geçici bir zafer kazanmış gibi göründü. Ancak sonra medya, bölgedeki durumların yeniden çerçevesini oluşturmayı amaçlayan müzakerelerde bir yandan asgari düzeyde istikrarı garanti edecek ve diğer yandan bir çıkar dengesi kuracak şekilde son pazarlık kartı haline geldi.
Bu noktada ordular, savaşçı milisler, terörist gruplar, kaynayan ‘isyancı’ eğilimler, şiddetli sosyo-ekonomik dalgalanmalar ve sert siyasi ve diplomatik müdahaleler gibi sert büyük aktörlerin hepsi bir köşeye çekiliyor ya da gözle görülür bir biçimde etkileri zayıflıyordu.
Ancak saldırgan, devrimci ve kışkırtıcı medya, bu aktörler arasında yeni gerçekleri ve yeni gerçekliğin dayattığı mantıksal temellerde müzakerede bulunmayı en az kabul eden taraftı. Çünkü tek taraflı ‘savaşçı’ rolünü değiştirmeyi kabul etmesi, sadece görevinin özünü ve işinin temellerini oluşturan kuralları terk ettiği anlamına gelecekti.
Bu medya iki temel çerçevede vücut buluyor. Bunlardan ilki, ‘yaratıcı kaos’ mekanizmalarıyla ayaklanma ve ‘devrimci’ değişim projesini benimseyen Arap, bölgesel ve uluslararası başkentlerde kurulmuş, faaliyete geçmiş ve insanların seslerini duyurmasına yardımcı olan ‘geleneksel’ platformlardır. İkincisi, geniş bir yelpazesi olan sosyal medya uygulamalarıdır. Bu yelpaze, bu araçların icat ettiği veya belirli amaçlara hizmet etsin diye kullandığı dönemin tüm tezahürlerini kapsamaktadır. Elbette bunların içinde ‘elektronik tugaylar’, yapay zeka teknikleri ve çalışmalarını yaymak ve etkilerini en üst düzeye çıkarmak için ‘geleneksel’ platformların çalışmalarını alanlar da vardır.
Bu sistemin uzun yıllar süren çalışmaları ve kendisine harcanan büyük kaynaklar sayesinde, ılımlı Arap ülkeleri, ulus devlet fikri, istikrar kavramı ve ulusal sistemlerin ve kurumların meşruiyeti ve performanslarına duyulan güven seviyelerine karşı kapsamlı bir anlatı üretilebildi. Bu anlatı, birkaç uzman gazeteci ve medya uzmanının yanı sıra amacı kaos yaratmak ve kurumların çalışmalarını baltalamak olan şüpheli siyasi projelere mensup birçok muhalif ve politikacı tarafından üretildi, yerleştirildi ve yayıldı.
Bu anlatının başarılı olabilmesi ve istenen etkiye sahip olabilmesi için, üretiminden ve sürdürülmesinden sorumlu olanların, bu anlatıya güvenen veya maruz kalan Arap vatandaşlarının yaşadığı paralel bir gerçeklik inşa etmesi gerekiyordu. Bu gerçeklikte, liderlerin kimliği sorgulanacak, kurumlardan kuşku duyulacak, halkın güveni sarsılacak ve meşru ulusal sistemler aracılığıyla sahada elde edilen her değere, eyleme veya başarıya olumsuz sıfatlar ve roller yakıştırılacaktı.
Bu bağlamda, daha önce sözünü ettiğim mecralarda çalışan medya uzmanlarından birinin, bölgedeki başkentlerden birinde çalıştığı dönemden bahsederken söylediği sözü neden yazımızın başlığında kullandığımızı anlayabiliriz. Medya uzmanı geçen Cuma günü Al-Arabia kanalı tarafından yayınlanan ‘Son Çatışma’ adlı önemli bir belgeselde konuşurken, İhvan-ı Müslimin’in (Müslüman Kardeşler) kanallarında ‘Mısır'la ilgili herhangi bir olumlu yayın yapılmasına izin verilmediğini’ söyledi.
Bu da basitçe şunu gösteriyor ki, söz konusu medya sistemi, izleyicilerin hedeflenen devlet ve toplumda elde edilen somut başarılar ve olumlu haberlerle bağlantısının kesildiği bu paralel gerçekliği oluşturmayı seçti. Tabii ki bununla paralel olarak olumsuz haberlere, uydurma bilgilere, dezenformasyona, şüpheciliğe, umutsuzluk tohumları ekmeye ve güveni sarsmaya odaklandı.
Bu sistemler, medya kartı dışında etkili baskı unsurlarına sahip olmayan tarafların siyasi uzlaşmalarında bir pazarlık aracına dönüştükten sonra şu anda bunları ehlileştirme veya susturmaya yönelik adımlar işe yarıyor gibi görünüyor. Ancak 10 yıl boyunca kasıtlı olarak olumlu hiçbir şeyin aktarılmadığı yozlaşmış içeriğe tek taraflı olarak maruz bırakan yanlı anlatılardan başka bir şeye alışık olmayan halkın büyük bir kesiminde sorun var olmaya devam edecek.