Müslüman olmayı kendi otantik yapısı içinde mevcut kılarak sahih ve sahici bir dindarlığın mümkünlüğünü işaret etmek her zamankinden daha zordur. O yüzden, Müslümanlığın ne olduğu yerine ne olmadığını göstererek Müslüman olmanın imkânlarını ortaya çıkarmak mümkün görünmektedir. Bu yöntemin elbette kendi içinde sorunlu tarafları olacaktır. Ama bu sorunlu tarafların da ortadan kaldırılacağı samimi bir ortamın kurulması mümkündür.
Tabi ki güncel müslümanlaşma deneyimlerinin neye tekabül ettiğini gözlemleme ve değerlendirme imkânları elimizde bulunmaktadır. Bu çerçeve içinde sağlıklı bir dindarlığın varlığı kendini izhar edemiyor. Sürekli, yanlı yansız dindarlığa yönelik eleştiriler, çürütücü ve özgüven yıkıcı bir pozisyonu haklılaştırıyor. At izinin it izine karıştığı bir zeminde sağlıklı bir yapı, sahih ve sahici bir dindarlık inşası zorluğu içinde taşıyor. Bu yüzden önceliği yanlış bilginin neliğine yöneltmek ve yanlış bilgi üzerinden din ile kurulabilecek ilişkiyi peşinen reddetmek elzemdir. Doğru bir yöntem üzerinden elde edilmeyen bilgi sınıfta kalan cinstendir. Doğru yöntem nedir sorusu; bugün kullanılan yöntemlerin doğru bir sonuca ulaştırmadığı bilgisi bize yeni bir yöntemin mevcut yöntemlerin dışında kurulması gerektiğini ilzam eder. Mevcut dini anlama yöntemlerin bir şekilde etki tepki üzerinden sorunlu hale geldikleri görülmektedir. Modernist, geleneksel veya tarihsel müktesebatı atlayarak kaynaklara yönelmeyi de içeren yöntemlerin hepsi sınıfta kaldı. Sufi/sezgisel yöntemin kendisi de sorunu çözmeye yönelik ciddi zaaflar ürettiği görülmektedir. Yani açıkçası, tarihsel müktesebat ile kurulan yanlış ilişkiler, modern düşünce ile kurulan yanlış ilişkiler, doğal olarak yanlışa kapı aralayan yöntemlerin oluşumunu belirlemiştir. Bu yanlış yöntemler üzerinden din ile ve dindarlık ile kurulan ilişkilerde yanlış sonuçlar doğurmaktadır.
Yeni bir yöntemin doğru bir zeminde kurgulanabilmesi için gerekli olan zemin; tarihsel müktesebat ile ve modern müktesebat ile kurulacak ilişkinin mahiyeti bugün kurulan mahiyetin dışında olmakla mükellef tutmadadır. Yanlışı sürdürerek doğruya ulaşmanın imkânsızlığını mantık ve akıl kendi iç tutarlılığı bağlamında ortaya koyar.
Tarihsel müktesebat ile kurulacak ilişki, din ve dinin doğasının sahih ve sahici bir algısını kurduktan sonra belirlenmelidir. Müslüman olmanın doğası, tarihsel müktesebat ile kurulacak ilişkinin mahiyetini belirler. Tarihsel müktesebat ile kurulacak ilişki, sabit ve değişkenin neye tekabül ettiği konusunda bir açık fikre sahip olmayı sorumluluk addeder. Sabit ve değişken, mevcut sosyal teorilerin ürettiği zemin üzerinden değil, bilakis, İslam’ın hedeflediği bir sosyal yapının doğasını dikkate alarak inşa edilecek öncüllerin üzerinden düşünülmelidir. Din, hedefi ve yetiştireceği fert ve üzerine bina edilecek ahlaki yapı, ilişkiler ağı ve buna dayalı oluşturulacak hukuku da dikkate alan bir ilişki biçimini şart kılar. Bu, en temelde dinin kendi doğasını belirttiği temel hükümleri öncül olarak kabul edip ona göre yeni bir sosyal teori inşa edildiğinde yeni bir Müslüman ferdin örnekliğini ve yeni bir Müslüman cemaatin örnekliğini inşa edilebilir. Bu yüzden bu teoriyi inşa edecek zihnin arınık ve aydınlık olması esasa taalluk eder.
İçinde yaşadığımız dünyanın kaotik zemini üzerinden zihinler de kaotik duruma getirilmiştir. Mevcut kaotik durumu kavramadan yeni ve doğru bir teori üretmekte mümkün olmayacaktır. Yani teori bu yeni kaotik durumu dikkate alarak inşa edilmeli ve dili de bu kaotik zemine uyarlanabilir kılınmalıdır. Şunu açıklıkla kabul etmeliyiz ki; mevcut zihin ve dil ile algı dünyası modern kaotik düşünce üzerinden kurulmuştur. Bu kaotik zemini kuran post modern kültürün ürettiği bakıştır. Bu bakış hakikati görelileştirmiştir. Hakikati öznelliğe mahkûm kılarak her parçayı hakikatin kendisi kıldığı için doğru/hakikat anlamını yitirmiştir. Bu yüzden bu zihni dikkate almadan kurulacak yeni dil işlevsiz kalabilme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir.
Bu noktada dikkate almak ile etkilenmek arasındaki mahiyet farkına dikkat çekmek isterim. Elbette ki mevcut din ve dine dayalı düşünceyi eleştiriye tabi kılarken benzer bir duruma düşmemek elzemdir. Yani demem o ki; mevcudu bir tarafa bırakırken, amacımız doğru bir zeminde doğru bir bilgiye ve anlama ulaşmak ve bu doğru bilgi ve anlam üzerinden meselelerimizi çözümlemeye çalışacak bir yöntemi sahih ve sahici bir şekilde kurabilmektir. Burada dikkat ve rikkat en temel özellikler olarak öne çıkmaktadır. Sürekli müteyakkız bir halde istikametin kesinliği üzerine bina edilmiş bir duygu durum ile birlikte yol alınmalıdır.
İşte bu çerçeve içinde tarihsel müktesebat ile kurulacak ilişkide elde edilecek doğru önermeler, doğru bakışı, doğru bakış ise doğru bir yöntemi inşa etmekte yarar sağlayacaktır. Bu arada tarihsel müktesebat ile kurulacak temel ilişki normu; İslam’ın reel hayata tam olarak yansıdığı zemin olarak tarihsel sürekliliği sağladığı noktada oluşur. Bunu hangi zeminde gerçekleştirdiği konusunda ciddi bir çabayı ortaya koymanın gerekliliği üzerinden din ve dine dayalı yorum arasındaki mahiyet farkı da gözetilmelidir. Dini olanın tarihsel sürekliliğini dikkate alarak dini yorumun ise dini olanın taşıyıcısı olabildiği ölçüde kabulüne yönelik bir mazhariyeti ortaya koymaya çalışılmalıdır. İşte bu yaklaşım bize değer/norm ve onun inşasına yönelik kurulacak bakış ve yöntemi belirlerken kılavuzumuz olacaktır.
Modern müktesebat ile kurulacak sahici bir ilişki de yeni bakışımızı ve yöntemimizi kurarken elimizi güçlendirecektir. Bu noktada modern bilgi ile modern bilgiyi inşa eden ideoloji arasındaki derin çatlağı dikkate almalıyız. Modern ideoloji üzerinden üretilmiş bilginin insanı kendisine yabancılaştırdığı bilinen bir gerçektir. Bu yüzden modern ideoloji ile arasına mesafe koyarak modern ideolojiyi besleyen modern bilgi ile de araya mesafe koymakta kararlı davranılmalıdır. Ama modern bilgiyi modern düşüncenin ve ideolojisinin tasallutundan kurtaracak yeni bir teorik zemine ve bakışa olan ihtiyaç ise kaçınılmazdır. Bu noktada sahih bir din idraki ve sahih ve sahici bir Müslüman olma şuuru sağlandığı andan itibaren modern bilgiyi yeni bir çerçeve ve bakış içinde yeni bir yöntemde kullanılabilir hale dönüştürmek mümkündür. Bu nokta ehemmiyetini her zaman gösterecektir. En küçük bir dikkat dağınıklığı yanlış sonuçlara taşır. Ama bu meseleyi dikkate almadan yapılacak bütün çalışmalar da boşa kürek çekme mesabesinde kalabilir. Bu yüzden, meseleyi derinliğine ele alarak, öznelliği aşabilecek bir nesnel zeminin varlığını teorik olarak ispat etmek ve böylece her öznelliği yeni nesnel zemine taşıyabilecek bir düşüncenin varlığı ile sorunu çözmek mümkün hale gelir.
Mesele, hem İslam düşüncesinin tarihsel müktesebatı ile bir hesaplaşma ve hem de modern düşüncenin ürettiği sosyal yaşamın kendisi ve sürekliliği ile bir hesaplaşmayı kaçınılmaz kılmaktadır. Bu arada dün, bugün ve yarın arasındaki kopmaz bir bağ olarak tarihsel sürekliliği de dikkate alarak sabit ilkeler olarak devam eden yapıyı gözeterek bu hesaplaşmayı yapmakta fayda var. İlk peygamber Âdem ‘(as)’dan son peygamber olan Muhammed (as)’a kadar SABİTKADEM gelen temel ilkeler ortadadır. Kâinatın üzerine bin edildiği ve ilk insandan bugüne kadar kendi tarihsel sürekliliğini devam ettiren ilkeleri de gözeterek bir arayışı yönlendirmeliyiz.
Yani bize sunulan yaklaşım biçimlerini, değerleri, anlam üretme yöntemlerini ve teorik yöntemlerini bir tarafa bırakarak istikametimizi belirtmeliyiz. Onları kendi inşa oldukları bağlamlarından bağımsız kılabilecek bir teoriyi inşa ettikten sonra işimize yarayacaksa kullanmakta bir beis olmayacaktır. Ama ilk iş, kirlenmemiş, işlevsel, arı duru bir zihin üzerinden din ve bilgi ile ilişkiyi kurabilmektir. Oradan elde edilecek temel kıstaslar ile yukarıda dile getirdiğimiz hesaplaşmaları yapmak doğru olacaktır.
He şeye rağmen ilahi din olarak İslam’ın varlığı bize nesnel bir zeminde durma imkânı sunacaktır. Bu dinin üzerinde ittifak edilmiş temel parametreleri sanıldığı kadar göreli değildir ve kişisel yoruma açık olamazlar. Çünkü ilahi bilgi yorum üstüdür. Aşkınlığı esastır. Bu temel bakış üzerinden kurulacak bir ilişki istikameti sağlamlaştıracaktır. Bu noktada Müslüman kendi aklına güvenmediği kadar ilahi bilginin ve inayetin kendisini istikamet üzere tutacağına güven duymalıdır. İlahi inayeti devre dışı tutan ve ben başarırım diyen zaten dinin kendi doğasının dışında modern doğa ile uyumlu bir yaklaşım geliştirmiş olur ki bu baştan reddedilmelidir.
En temelde elimizi güçlendirecek olan şey, beşeri olan ile ilahi olanın ayrıştırılmasıdır. Beşeri akıl ile elde edilecek olanın eksiğini görerek o eksiği ilahi inayet ve bilgi ile giderilmelidir. Beşeri zaafın, ilahi emir ve nehiyler ile giderilebileceğine dair şuur ve tam bir teslimiyet ile bağlanıldığı zaman ilahi inayetin her şartın üstünde bir yardımı gerçekleştirdiğini ve insanın kurtuluşunu sağladığını idrak etmektir. Yani insanın beşer boyutu ile ilahi boyutu arasındaki gerilimi doğru okumak ve ilahi inayet ile beşer olan insanın insanlığını gerçekleştirerek ilahi güvene liyakat kesp ettiği gerçeğini bilmek elzemdir. Beşeri boyutu yaşama yönelik zaaflarıdır. Bu zaaflar kötülüğün temsiliyetini inşa ederler. İnsan ise iyidir. İyiliğe yönelik istidadı onu beşer olmaktan Âdem olmaya taşır. İyi ve kötü hasletler insanın yeryüzü serüveninde ona eşlik edecektir. Bu temel gerçeği dikkate almayan her teorik zemin eksik kalacaktır. İmtihan olgusu ve insanın karşı karşıya kalacağı bela ve musibetler ya da inayetler insanın tepkisi ölçüsünde değer veya kötülük olarak tavsif edilir.
Bu açıdan bakıldığı zaman kaotik bir zemin kaotik bir kişilik ve kaotik bir düşünce karşısında kaotik olmayan ama kaotik olana yönelik bir ilgi ve dili bulunduran bir bakış ve yöntem insanlığı kendi yabancılaşmasına karşı koruyabilecektir. Meseleleri en yalın hali ile ele alarak netlik kazandırmak ve bu netlikler üzerinden adım adım ilerleyerek yol almak ve buna dikkat kesilmek çözümü bulma konusunda umudumuzu çoğaltır.
TT
Müslüman olmanın doğru zemini…
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة