Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Dini arzu ve hevesleriyle hareket edenlerden korumak

Bu yılki hac mevsiminde Müslüman cemaate Arafat’ta imamlık yapması ve hutbe irad etmesi için görevlendiren Dr. Muhammed el-İsa’ya yönelik yapılan saldırıya şaşırdığımı baştan itiraf etmek isterim. Bunun sebebi Sahveciler, siyasal İslamcı gruplar, İmamcılar, DEAŞ ve el-Kaide mensupları olarak isimlendirilen kimselerle olan farklılıklarımızın azlığı değildi. Onlarca yıldır onlarla, dinde ve Müslümanların birbirleriyle, bir arada yaşadıkları kimselerle ve dünyayla olan ilişkilerinde önemli beş konuda ayrı düştük. İslam ve cihat adına uyguladıkları şiddet nedeniyle onlarla anlaşamadık. Onlarla aynı fikirde olmadık. Cinayet, köleleştirme, suikast, mezhepçilik ve terörizmi yayma gibi faaliyetlerine karşı dünyayla bir olup onlara karşı savaştık. İster veliyi fakihin ister Devrim Rehberi’nin devleti olsun, devlet hakkındaki anlayışları konusunda onlarla ihtilafa düştük. Ayrıca şeriatı uygulama iddiaları ve devletin bunu yerine getirmekle yükümlü olup olmadığı konusunda da onlarla anlaşamadık. Dünya genelinde ve sivillere karşı Hamaney, DEAŞ veya el-Kaide adına gerçekleştirilen terör eylemleri konusunda onlarla uzlaşmadık.
Tüm bu yönleriyle ayrılık kolay değildir ve bugün ya da yarın buna çözüm bulamazsınız. Ancak yine de teselli veren bir şey var ki, o da bir taraftan Müslümanlar arasında, diğer taraftan dünya ile neredeyse bir ittifakın sağlanmış olmasıdır. Suikastları, kargaşayı ve mezhepçiliği yaymayı, Müslüman değiller diye insanları köleleştirmeyi kim onaylayabilir ki? İran'ın Arap ülkelerinde yol açtığı bu tahribi ve sabotaj eylemlerini kim kabul edebilir? Muhammed el-İsa’nın Arafat’ta imamlık yapmasına hücum eden kimselerde dikkatimizi çeken şey, onlara göre namaz, imamet, hac ve diğer ibadetlerin özünde politik ve stratejik bir anlam taşımasıdır. Onlar, dini rükünleri manipüle etmek istiyorlar. İnanç birliği, ibadet birliği, din eğitimi ve fetva da bunların arasında yer almaktadır. Bunlar, ilim erbabının yükümlü olduğu vazifelerdir ve haklarında tartışmak caiz değildir, çünkü onlarla oynamak dinde parçalanmak demektir. Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir ilkesi bunlar için geçerli değildir. Bunlar, bozmaya kimsenin cesaret edemeyeceğini düşündüğümüz şeylerdir.
İbn Teymiyye üç çeşit yasadan bahseder: Münezzel (vahyedilmiş), müevvel (yorumlanmış) ve muhavvel (dönüştürülmüş). Müevvel yasa, fakihler ve ilim erbabı tarafından tatbik edilir. Sözü edilen birliklerin sorumluları ve emanetçileri bu kimselerdir. Muhavvel yasa, arzu ve hevesleri doğrultusunda hareket eden kimselerce benimsenir ve uygulanır. Burada birtakım özel amaçlar ve faydalar için din bir sömürü aracı olarak kullanılır. İranlıların, Müslüman Kardeşlerin, siyasi İslamcı grupların ve diğerlerinin on yıllardır siyasi amaçları için dini kullandıklarını biliyoruz. Kendileriyle bir konuda ihtilafa düştüğümüzde, onlar için liberalizm, insan hakları ve özgürlük iddiasında bulunmakta bir beis yok. Daha önce söylendiği üzere, devletlerimizi ve halklarımızı rahatsız eden bu ciddi meselelerdeki tartışmalar dinmek bilmiyor.
Ancak insanların çoğunluğuyla birlikte şu iki birliğe sımsıkı sarılıyoruz: İnanç birliği ve ibadet birliği. Oysa onlar muhavvel yasalarıyla bize, “Sizin namazlarınız ve haccınız bile ihtilaflıdır” diyorlar! Bunlar ilim erbabı değillerdir. İnanç ve ibadet birliği söz konusu olduğunda ihtilaf asla kabul edilmez. Bunlar dediğim gibi ilim erbabı değil, bilakis sosyal medya demagoglarıdırlar. Onlar bu yüzeysel iddialarıyla, ancak meselenin aslını bilmeyen cahil bir kitleyi kandırabilirler.
Yaklaşık otuz kırk yıldır İranlılar hac konusunda mırıldanıp duruyorlar. Yeni olan, İhvancıların, Hamasçıların, el-Kaide mensuplarının, cihatçıların ve diğer siyasal İslamcı grupların da İran’ın şemsiyesi altına girmiş olmasıdır. İranlılar ve siyasi İslam gruplarıyla birlikte dini tartışmalara girmekten kaçındık. Onlar iki nedenden ötürü cüretkar davranıyor ve dinin asıllarına müdahale ediyorlar. İlki, Suudi Arabistan, Mısır ve Abu Dabi'ye karşı bölgesel ve uluslararası kuruluşlara dayanarak oluşturdukları tabanı kaybetmeleri sonucu maruz kaldıkları baskılardır. İkinci sebep ise hepsinin İran adına çalışmaya başlamış olmalarıdır.
İran dini propagandadan siyasi propagandaya ne kadar uzak görünürse görünsün, o ve mollaları bizimle dini sabiteler konusunda çatışmaktan geri durmuyorlar. Söylenildiği üzere, stratejik ve siyasi rekabetler bitmeyecek. İlim erbabına gelince, Maverdi'nin de dediği gibi dinin sabitelerini ve kuşatıcı örfünü muhafaza etmek onların birincil önceliğidir. Biz birlikte namaz kılar, birlikte hac yapar, birlikte oruç tutarız. İnanç, ibadet, fetva ve eğitim birliği görevleri, taviz verilmemesi gereken görevlerimizdir.
Öte taraftan dinin küçük veya büyük siyasi amaçlar için istismarı konusu İslam'a özgü değildir. Nitekim Cumhuriyetçi Parti liderleri de iktidara gelmek için neo-evanjelikleri kullandılar. Aynı şey Hindistan Başbakanı Modi'nin partisi için de geçerlidir. İranlılar da bunu uzun bir zamandır yapıyorlar. DEAŞ, suç işlemeleri için duygularını harekete geçirerek büyük bir kitleyi büyüledi. Dinin şu veya bu şekilde çetelerin elinde bir sömürü aracına dönüştürülmesi, Müslümanlar için büyük bir sorundur. İki hususta ısrarcı olmalıyız: Dinimizin istismar edilmesini engellemek için dinde reform ve inanç ve ibadet ilkelerine bağlılık. Böylece arzu ve hevesleriyle dini bozmaya ve tefrika çıkarmaya çalışanların önünü alırız.
Dr. Muhammed el-İsa’nın şahsı adına amaçladığı bir şey yoktu. O, Dünya İslam Birliği (Rabıta) Genel Sekreteri ve Yüksek Alimler Konseyi üyesidir. Ayrıca Müslüman alimlerle birlikte 2019 yılında büyük “Mekke-i Mükerreme Beyannamesi’ni” yayınlayan kişidir. Diğerlerinin amaçları ise Krallığın, Araplar ve Müslümanlar için liderliğine şüphe düşürmekti ve hala öyledir. Ayrıca amaçlanan diğer husus, İranlıların, Sururilerin ve diğerlerinin, büyük İslam alimlerinin otoritesi gibi otorite sahibi olduklarını iddia etmektir. İsmail Haniye, Husilere ve Suriye'deki yetkililere Kurban Bayramı münasebetiyle tebriklerini iletti. Her iki durumda da onlar bizimle değil, İran ile birlikteler! Din, her ne pahasına olursa olsun şahsi çıkarlarının peşinde olan insanların eline bırakılmamalıdır.