Halid Berri
TT

Biden'ın Suudi Arabistan hakkında yazmadığı mektup

Sevgili vatandaşlar; siyasi çalışmalarda iki tür nüfuz ile karşı karşıyayız. İlk türe aromatik nüfuz diyebiliriz. Siyasi yönetimde başarılı olan, çevresindekilerin de buna şahit olduğu hırslı ve aktif bir devlet. Küresel ekonomiye olumlu katkı sağlayan ancak aynı zamanda hayatın o olmadan da devam edebildiği... Herhangi bir düşmanlık durumda izole edilebilir ve kısıtlanabilir. Böylece çevresi üzerindeki etkileri önemsizleşir.
İkinci tür ise köklü nüfuzdur. Dışarıdan sakin görünür ancak uzanan kökleri, dallanıp budaklanması nedeniyle istikrarlı ve sağlamdır. Bu iki tür arasındaki fark, her birinin sabit ve değişken olanlarıyla, yerel ve küresel düzeyde sahip olduklarıyla ilgilidir.
Suudi Arabistan’ı ele aldığımızda aklımıza petrol ve küresel etkisi geliyor. Bu anlaşılır. Petrol, şu ana dek modern yaşamın yakıtı konumunda oldu. Suudi Arabistan küresel pazarda neredeyse en etkili tek ülkedir. Tek başına bu faktör Suudi Arabistan'ı zamanımızın köklü, nüfuzlu ülkesi haline getiriyor.
Ancak Suudi Arabistan ile çalışacakların dikkate almaları gereken tek husus bu değil. Öncelikle, başka herhangi bir ülkenin etkisi olmadan tek başına en az 1 milyar Müslüman üzerindeki manevi etkisinden bahsetmek gerek. Suudi topraklarıyla daima bağlantı içerisindeki bu insanlar, günde beş defa namaz kıldıkları sırada Mekke’ye yöneliyorlar. Bu durumun çağdaş Batı toplumunda benzeri mevcut değil.
Seçim kampanyamda bunu idrak etmedim mi? İlişkileri bozmak değil, düzeltmek istediğimi bir önceki konuşmamda söylemiştim. Belki de ifadelerimi farklı bir bağlamda düşündünüz. Bu manevi etkiden bahsederek başladım zira böyle bir şeyi hissetmemiş olsanız dahi anlamanız ve hayal etmeniz kolay. Ancak burada da bitmiyor. Ortadoğu toplumlarını ele alan herhangi biri, Suudi Arabistan'ın sosyo-ekonomik ağırlığından haberdardır.
Sosyo-ekonomik dedim, zira yalnızca komşu ülkelerin ekonomisi, hükümetlerle doğrudan ilişkiler üzerindeki etkisi ile kalmıyor, milyonlarca ailenin toplumsal durumuna etkide bulunma yönünde de daha kapsamlı hale geliyor. Suudi Arabistan'daki eylemi hem mâli düzeyi ve hem de medeni durumunda bir değişikliğe yol açtı. Ona övgüde bulunanlar ve eleştirenler, varlığının ve etkisinin büyüklüğü konusunda hemfikir.
Batı toplumlarının bu tür bir toplumsal etkiyi anlaması zor. Zira siyasi söylemimiz genellikle soyut ekonomik ilişkiler üzerinden göç konusuna odaklanıyor. Belli başlı çıkarları için belirli sektörlerde belirli sayıda göçmen isteyen bir ülke...
Suudi Arabistan'da mesele ekonomik ve kardeşlik düşüncesinin karışımı üzerinden dönüyor. Yalnızca ev sahibi ülkenin çıkarları değil, aynı zamanda vatandaşlarını gönderen ülkelerin çıkarları da dikkate alınıyor. Batı'da bu tür bir yönetimin uygulanabilirliğini anlayamayabiliriz. Ancak Ortadoğu'da bu, Suudi Arabistan'ı kompleks bir nüfuz haline getiriyor.
Dolayısıyla Suudi Arabistan'ı kısıtlamaya yönelik herhangi bir girişim yalnızca bu ülkeyi değil, aynı zamanda komşu ülkelerden oluşan bir zinciri de doğrudan etkileyecektir.
Belki de bu, ABD ile geçtiğimiz yıllarda yaşanan hikâyenin neden tekrarlandığını açıklıyor. Seçim kampanyası sırasında siyasi lobiler, Suudi Arabistan ile bir ‘yüzleşmeye’ gidilmesi yönünde baskı yapıyor, aday da bu baskıya boyun eğiyor. Ardından iktidara geldiğinde ise siyasi ergenliğin bu ‘köklü’ nüfuzu olan tür karşısında aciz kaldığını anlıyor.
Suudi Arabistan'ın sahip olduğu nüfuzun boyutunu anlamak için “Arap Baharı” olaylarına bakılabilir. Bu dış medyanın, ABD ve Avrupa desteğinin, aynı zamanda doğrudan NATO müdahalesine eşit bir ağırlıktır. Suudi Arabistan birkaç yıl içinde desteklediği takıma ağırlık vermiştir.
Ortadoğu ile ilgilenenler, Suudi Arabistan'ın manevi, siyasi ve ekonomik açıdan yabana atılamayacak bir faktör olduğunu biliyor. Bu, bir sonraki başkanın da aynı şeyleri denemeyeceği değil, girişimin çoğu zaman bir iradeyi dayatmaya dönüşmeyeceği anlamına geliyor.
Gelecekteki her başkan, ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkinin dünya savaşı, Soğuk Savaş ve uluslararası sistemdeki radikal değişiklikler yoluyla nasıl Roosevelt'ten bugüne uzadığını anlayacaktır.
Böylesine uzun bir süre, yalnızca bir tarafın çıkarına bağlı olamaz. İki taraftan biri diğerini bir başkasıyla değiştirseydi yahut değişimin kendisi için daha faydalı olduğunu düşünseydi bu böyle sürmezdi.
Bu, Suudi Arabistan'ı eleştirmediğim anlamına mı geliyor? Hayır. Suudi Arabistan'ın ABD politikasıyla ilgili çekinceleri olduğu gibi benim de çekincelerim var.
Suudi Arabistan liderliğinin geçtiğimiz yıllarda kaydedilen bazı gidişata dair çekinceleri olduğunu söyleyebilirim. Suudi Arabistan'ın onlarca yıldır tanık olduğu en büyük siyasi ve toplumsal değişim paketini durmadan uygulamaya çalıştıklarını da...
Ancak bu, mesuliyet konumunun başkanın konuyu bağlam içine dahil etmesini, daha kapsamlı bir perspektifte görmesini sağladığı anlamına geliyor.