Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

Biden'ın ziyareti ve Arap mutabakatı

Son yazımın sonunda sorduğum “Biden'ın Suudi Arabistan ziyaretinden Washington ne fayda sağladı?” sorusuna cevap vermek için gelin durumu tersten okuyalım. Diyelim ki koronavirüs krizi sona erdi, küresel ekonomi yeniden toparlanmaya başladı ve Rusya ile Ukrayna arasında bir savaş çıkmadı. Bu durumda ABD, Çin, Rusya ve Suudi Arabistan'ın tutumları ne olurdu?
Washington, yeni önceliği olan Çin ile olası bir çatışmaya karşı Avustralya ve Japonya ile ilişkilerin güçlendirilmesini ele almak için Doğu'daki yeni konumlanma planını hayata geçirirdi. Çin, batıya, Ortadoğu ve Avrupa'ya ve hatta yüksek kaliteli ve ucuz fiyatlı mallarıyla doldurduğu ABD'ye kadar genişleyerek ekonomik planlarını tamamlardı ama aynı zamanda Tayvan’da tetiklenmesi beklenen herhangi bir çatışmaya hazır olurdu. Rusya, Suriye'deki hegemonyasını engelsiz bir şekilde sürdürür, İran’ın varlığının ötesine geçmek için kültürel ve sosyal varlığını derinleştirir, aralarındaki sessiz çatışmayı tamamlardı. Avrupa'nın karşısındaki askeri üsleri tartışma konusu olurdu ama Rusya'nın 2014'te ele geçirdiği ve kendisi ile ilgili tartışmalar savaşın başlamasından önceki 8 yıl boyunca devam eden Kırım gibi üsleri Washington'ı kışkırtmaya yetmezdi. Suudi Arabistan, çıkarlarını eksenlerin baskısından uzakta gerçekleştirmeye devam ederdi. Suudi Arabistan, askeri iş birliğinde ABD ile rekabet eden Çin'in en büyük petrol tedarikçisi olduğu için kolları doğuya ve batıya uzanırdı. Petrol piyasaları, varil başına 50-75 dolar arasındaki uygun bir oranla istikrarlı ve herkes için tatmin edici, OPEC+ ise istikrarın garantörü ve destekçisi olurdu. Washington bu varsayımsal koşullarda, tüm sorunları ve avantajlarıyla ilk kez Ortadoğu'dan uzaklaşırdı. Çünkü çıkarları gerçekleşmiş ve yeni korkuları bölgeden çok uzakta kalırdı. ABD ile bölgeyi birbirine bağlayan, İsrail’e İran'ın nükleer silah elde etmemesini garanti eden ince bir ipten ibaret olurdu.
Washington'da bazı analistler, Ukrayna savaşının Biden yönetiminin doğuya yönelme kararının doğruluğunu teyit ettiğini ve bunun yani savaşın beklenen yüzleşmeyi hızlandırdığını söylüyorlar. Aslında, ilginç olan paradoks, Washington'ı Ortadoğu'ya geri getiren şeyin de bu savaş olması. Nedeni de Ukrayna'nın kaderinin onu endişelendirmesi değil, savaşın enerji ve gıda güvenliğindeki büyük zayıflıkları ortaya çıkarması. Bugün savaşın yansımalarını yaşayan tüm dünya ülkeleri orta ve uzun vadede çıkarlarını yeniden değerlendirecekler. Donald Trump'ın ittifakının istikrarına ve dolayısıyla enerji piyasalarının istikrarına katkıda bulunduğu OPEC Plus'ın çözülmesi zor bir düğüm olduğu Washington için netleşti. Çünkü OPEC ve Rusya arasındaki anlaşmalar ABD’nin bir talebiyle feshedilemez. ABD mevcut durumu kabul etmeli ve örgütün Ruslarla yaptığı anlaşmaya saygı göstermeli.
Amerikan medyası, Biden'ın Suudi Arabistan'a yapacağı ziyaretin hedefleri olan üç dosyaya odaklandı. Bunlar güvenlik, enerji ve insan haklarıydı. Ancak ziyaret aslında bu dosyalarda yeni bir dönüşüme yol açmadı. ABD'nin bölgenin güvenliğini, özellikle de İran'ın bölge ülkelerine karşı saldırgan davranışlarından koruma, DEAŞ gibi aşırılık yanlısı milislerin temsil ettiği terörle mücadele, Biden'ın vurguladığı ve ABD’nin geri döndüğü sözü ile doğrudan duyurduğu eski bir taahhüt. Savaş ve Rusya'ya yönelik yaptırımlar nedeniyle petrol fiyatlarındaki artış, doğal gaz arzındaki kesintiler, Moskova'nın Avrupa'ya gaz akışını durdurma tehdidi, Avrupa’nın "OPEC+" dışında alternatifler aramasına neden oldu. Ancak gündeme gelen tüm alternatifler yetersiz, çünkü ya Katar gibi ihracatçı ülkeler açığı telafi etmek için yeterli üretim kapasitesine sahip değiller yahut İran ve Venezuela gibi bazıları haydut olarak tanımlanıyorlar. Nükleer anlaşma imzalanıp İran petrolü piyasaya sürülmedikçe alternatif olarak onlara güvenmek Avrupa ve ABD için utanç verici. Kaldı ki Rusya, Avrupa'ya baskı yapmak için nükleer anlaşmayı ertelemeye çalışıyor. Riyad'a gelince; "OPEC+" üyelerinin üzerinde anlaştıkları başlıklara bağlı kalacağı açıktı.
İnsan hakları dosyasına gelince, skandal derecesinde siyasi ikiyüzlülükle lekelendi. Batı'nın Afganistan savaşından Bağdat'ın düşüşü ve milyonlarca kişinin hayatına mal olan veya evsiz kalmasına yol açan Arap Baharı lekesine kadar 20 yılda insan haklarına karşı işlediği suçlar, insan haklarını ihlal eden ülkeler listesinin başında yer alması için yeterli. Bunların hepsi Batı vicdanına yük oluşturuyor ve bu dosyayla ilgili konuları değerlendirirken pozisyonunu etkiliyor. Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesinde olduğu gibi, yanlışlıkla yaşanmış münferit bir olayı ülkeleri tüm sakinleriyle sarsan ve halkların kaderiyle kumar oynayan büyük projelerle kıyaslamak mümkün değil.
Biden'ın ziyareti, ki benim açımdan başta sorduğumuz sorunun yanıtı budur, ABD'ye bir rota düzeltmesi ve Ortadoğu bölgesinin çıkarları açısından öneminin tanınmasından başka bir şey sunmadı. Ancak bölge için önemli faydaları beraberinde getirdi. BM güçlerinin Tiran ve Sanafir adalarından çekilmesi, dolayısıyla Suudi Arabistan'ın Bab'ul Mendeb Boğazı'na ek olarak önemli bir uluslararası su yoluna sahip olması. Bölgeye hizmet edecek imar projeleri ile ıssız adaların yaşayan bir hazine adasına dönüştürülmesi... Buna ek olarak Riyad’a yeniden askeri savunma finansmanı sağlanması ve daha önce imzalanmış anlaşmaların yeniden etkinleştirilmesi gibi...
Başkan tarafından Ortadoğu'ya yapılan ziyaret, ABD açısından en önemli iki ülke için planlandı: İsrail ve Suudi Arabistan. Ancak Suudi Arabistan, daha önce Donald Trump'ın ziyaretinde olduğu gibi, KİK (Körfez İşbirliği Konseyi) ve büyük Arap ülkeleri liderlerini ABD Başkanı ile görüşmeye davet etti. Çünkü Riyad, Arap bloğunun bu tür toplantılarda bölgeye büyük önem kazandırdığına inanıyor. Arap bölgesinin bugün daha iyi durumda. Enerji istikrarı, terörizme karşı savaş ve iklim gibi önemli uluslararası sorunların çözümünde önemli bir rolü olduğuna dair net bir mesaj gönderdiğini düşünüyor.