Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Tunus sahnesine dair bir okuma

Birçokları Tunus'un 21. yüzyılın ikinci on yılında Arap bölgesinin tanıdığı feci fırtınalar sahnesinde bir istisna olduğu fikrindeydi. Tunus bir istisna değil, ayrıntılar farklı olsa bile sonuçlardaki benzerliği kanıtlayan bir gerçeklik. Pazartesi günü Tunuslular, Cumhurbaşkanı olan anayasa hukuku profesörünün tarzı kendisine nüfuz etmiş olduğundan Kays Said'in anayasası olarak adlandırılabilecek yeni anayasayı oylamak için sandık başına gittiler. Ancak referandum nihai durak değil. Tunus’un doğum sancısı uzun ve zorlu, çünkü referandumun ilk sonuçları katılımın düşük olduğunu gösterse de anayasa zorlu bir toplumsal bölünmenin ortasında onaylandı. Bugün Zeynel Abidin Bin Ali rejiminde hüküm süren yolsuzluğun ne boyutta olduğu biliniyor. Sessiz kalanlar ve başta yabancılar olmak üzere şirket başkanları, artık o dönemde Tunus'ta şirketlerinin üstlendikleri projeler için masa altından yapılan ödemeleri, devletin ayrı, cumhurbaşkanının ayrı bir ödeme yapılan temsilcisi olduğunu anlatıyorlar. Devrim olsa bile bu yolsuzluk kökünden sökülüp atılamadı. Aksine, onları eski yolsuzluklar hakkında sessiz kalmaya ve belgelenen yeni yolsuzluklar icat etmeye iten çeşitli çıkarları olan başka yönetici gruplar geldi.
Tunus'ta genel sahne üç temel gerçeğe atıfta bulunuyor ve bu gerçekler, bu yüzyılın ilk on yılının sonundan beri Tunus'tan Arap sahnesinin büyük bir bölümüne taşıyor.
İlk gerçek, açık bir dille söylersek, dinamik İslam’ın modern, şeffaf, demokratik ve kalkınmacı bir sivil yönetim modeli sunmakta başarısız olduğudur. Tunus’ta yönetim, Tunus seçkinlerinin ulaşmak istediği 4 temelden, modernite, şeffaflık, demokrasi, kalkınmadan yoksundu.
Bu yönetim sloganlara dayanıyordu ve yönetim pratiklerine hiçbir yenilik getirmedi. Akıllı ve sağgörülü bir yönetimin, halkı herhangi bir ideolojinin önüne geçirmeyi gerektirdiği bir zamanda ideolojiyi halkın önüne geçirdi! Tek derdi, yönetimi ele geçirmek, uzun ve çoğu baskıcı bir yönetim dönemi planlamaktı. Mısır ve Sudan gibi diğer Arap ülkelerinde iktidarda olan kendi türünden ve ideolojisinden yoldaşlarının birbiri ardına başarısız olduklarını görünce sosyal sahnedeki adımlarını düzeltti. Ancak siyasi yönelimi özünde değişmedi. Tunus devleti artık tüm Tunusluların değil, sadece bazılarınındı. Aslında yaptığından daha iyisini yapamazdı, çünkü düşünsel yapısı buna izin vermezdi. Gelecekte de dinamik İslam'a dayalı herhangi bir deney başarısızlıkla karşı karşıya kalacaktır. Kâğıt üzerinde bir hayal olan dinamik İslam'ın “arzu edilen kalkınma” için gerekli panzehiri sağlayabileceğine inanan ya da hala buna inanan iyi insanların niyetleri bir yana, başarısızlık bu hareketlerin ikinci doğasıdır.
İkinci gerçek ki, bundan bahsetmek bazılarımız için acı verici olabilir, az sayıdakiler dışında halklarımızın tek adam yönetimini arzuladıklarıdır. Tunus ya da seçkinleri, Tunus toplumuna aşılanamayacak, "parlamenter başkanlık yönetimi" adı verilen muğlak ve ortak bir sistemle ülkeyi yönetme hevesine kapıldı. Bu, aslında Tunus devletinin üç başlı olmasıyla sonuçlandı; parlamento ve başkanı, hükümet ve başkanı ve neredeyse hiçbir yetkisi olmayan bir cumhurbaşkanı. Bu troyka, bir dizi sorun ortaya çıkardı. Sözgelimi parlamento başkanı dışişleri bakanı ve hatta cumhurbaşkanı ile paralel hareket etmeye başladı; büyükelçileri kabul ediyor, anlaşmalar yapıyor ve bağışları kabul ediyordu. Başbakan, hükümette temsil edilen partilerin parlamentodaki sandalye sayısı ile sınırlanmış kâğıt üzerindeki yetkilere sahipti. Cumhurbaşkanı (sesi yüksek çıkan), halk tarafından seçilmiş, hiçbir yetkisi yok, ancak devletin başarısızlığından o sorumlu. Bu çekişme Tunus kamuoyunun önünde gerçekleşti, böylece yolsuzluk kapıları daha da açıldı ve devletin kaynaklarını sömürenlerin sayısı arttı. Egemen devlet kurumları, modern Tunus'un tanımadığı, birbirine karşıt bir üçlü komuta altına girdi. Yön kaybedildi ve bir zamanlar nispeten gelişmiş ekonomi geriledi.
Tunuslular, nesillerin her sabah Tunus radyosunda (liderin sözleri bölümünde) sözlerini dinlemeye alıştığı Büyük Mücahid Habib Burgiba döneminde olduğu gibi, totaliter ve görece adil olabilecek bir cumhurbaşkanının özlemini çekiyorlar. Burgiba’nın sözleri dinleyicilerin işe veya okula gitmeden önce saygıyla dinlemesi gereken günlük derslerdi! Totaliter ve görece adil yönetimin yerini, Tunus toplumunun geniş bir kesiminin sindiremediği bir üç başlılık aldı. Tunus, kurumlarda bir bozulmaya, zehirli bir kota sistemine, değişen yüzlere, seçim sandığı ve aslında banka hesapları aracılığıyla bariz bir çekişmeye tanık oldu. Bazı siyasi taraflar alenen dış güçlere güveniyorlardı. Eski rejim tarafından tüketilen hazine, yeni güçlerin doğrudan hedefi haline gelerek boşaltıldı. Bu nedenle Tunus kamuoyu, “adil totaliter” yönetime özlem duymaya başladı. Büyük Mücahid'i çokça anar ve hatta bir kesimi Bin Ali'yi bir tür hasretle(!) hatırlar oldu. Bu yüzden Cumhurbaşkanı’nın adımları göreceli olarak kabul edildi, ancak Cumhurbaşkanı zamanlamaları ayarlamayı başaramadı!
Üçüncü gerçek, birinci ve ikinci gerçeklerin sonucudur. O da Arap siyasi kültürünün katılım ve ortaklığı kabul etmediği ya da daha doğrusu çeşitli yönelimlerle ortaklığı nasıl başaracağını bilmediğidir. Arap siyasi kültürü totaliter (size sadece gördüğümü gösteriyorum) bir politik kültürdür. Tunus'u aşarak Arap toplumlarına (bir sistematik hataya düşmekten korkmasaydım tamamına derdim) yayılan kültürel bir bileşendir.
Yeni anayasa ile Tunus çıkmazdan çıkmadı, aksine çıkmaz genişledi. Tunus bilhassa yeni anayasanın bir hesap sorma mekanizması veya cumhurbaşkanının yetersiz olması ya da anayasayı ihlal etmesi durumunda değiştirilmesi için bir yol sunmadan cumhurbaşkanına anayasal dokunulmazlık sağlama kusuru nedeniyle gelecek labirentlerine girdi. Halihazırda devlet başkanı olan Said’in iyi karakterli olduğunu varsaysak bile, halefinin nasıl davranacağını kim garanti edebilir. Tunuslu aydın seçkinlerin ve hatta Tunus'un komşularının korktuğu şey de bu. Yeni anayasa, Kays Said’in kurtulmak istediklerinin, yönetime dönüşlerine temel sağlayabilir. Tunus'taki yeni anayasa çalışması, sosyal sözleşme yazımının en önemli kuralını görmezden geldi: “Kalıcı bir toplumsal sözleşme kurmak istiyorsak, onun ebedi olmasını değil, onun aracılığıyla yenilenme temellerini inşa etmeyi hayal etmeliyiz.” Çünkü insanlık tarihi boyunca toplumsal norm, insanların yaşamlarında değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu söyler.
Son olarak, Habib Burgiba’nın anıt mezarının kapısında şöyle yazar: “Burada modern Tunus’un kurucusu ve kadınları özgürleştiren yatıyor”… Halklar başarılarından vazgeçerler mi?