Ömer Özkaya
Yazar
TT

Küresel ilkelleşme istenci

Uluslararası sistemin yeniden mîmârize edilmesi ile ilgili rekabet yoğunlaşması, Rusya, Türkiye, İran arasında yapılan Tahran’daki Astana Zirvesi, Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne gözlemci sıfatı ile davet edilmesi, Putin ile Erdoğan arasındaki Soçi görüşmesi sonrası FT’nin Batı’nın Türkiye’yi izleme ve irdelemeye aldığı analizi, ABD’den Pelosi gibi devlet hafızasının Tayvan ziyaretinin Çin’de oluşturduğu jeopolitik deprem, Avrupa’da doğal gaz kesintilerinin sebep olduğu ekonomik ve toplumsal sismik hareketlilik ve Batı bazlı küresel navigasyon yazılımında gerçekleşen sorunlara Çin-Rus bazlı jeopolitik ve jeostratejik navigasyon yazılımının ikame edilememesi gibi artık diplomatik ve jeopolitik ansiklopedi hacmi kazanmış küresel diplomatik tablo, devletler arası marj daralması panosunu bir önceki Sidereus Nuncius başlıklı yazımız bağlamında içeriğe dönüşü zorunlu kılmaktadır.
Bu bağlamda “devletler arası marj daralması parametresini izlemek dünyanın geleceği hakkında gerekli verileri derleyebileceğimiz temel kaynaklardan biridir” diye daha önce vurgulamamızın ve bu saptamanın doğruluğunu zaman teyit etmektedir.
Dünyanın geleceğini öngörmekte klavuz olacak diğer parametre ise kitlelerin yaşamlarını idame ettirecek emtiaların tedariği, lojistiği, fiyatlandırması ve tedarik kanallarının en uygun maliyetlerle çeşitlendirilmesi parametresi olacaktır.
Devletler arası marj daralmasını besleyen tüm unsurlar, kitlelerin yaşamlarını idame ettirecek stratejik emtiaların temininde ziplenmiş durumdadır.
Bilişim, ulaşım, iletişim, inşaat, giyim ve hizmet sektörlerindeki hızlı gelişimin yarattığı küresel coğrafya küçülmesi, klasik deyimle dünyanın bir köye dönüşmesinin ilk ürünü küresel vizyon yitimleri oldu. Bunu küresel ekonomik, siyasal, diplomatik, ideolojik, felsefî, dinsel, ırksal, bilimsel ve teknolojik alanlardaki derinlik yitimi izlemektedir.
Geçmişteki ülkeler arasındaki mesafe kavramının ortadan kalkması, ufuk, vizyon ve ileri bakma gibi önemli yetileri kaybetmemize sebep olmaktadır. İnsan, devlet ve kurum vizyonu, bu olağanüstü küçülme karşısında miyoplaşmaktadır.
Zihin dünyamızdaki giderek artan çölleşme, düşünce, davranış ve fikir donukluğu, dünyamızdaki tüm organizasyonları ve bireyleri giderek artan bir hızla içinde bulunduğumuz nehirden su içmeye gelen canlıları tuzağına düşürerek avlayacak timsaha dönüştürme eğilimini aşırı bir uca taşıyor.
Bu süreci tersine döndürecek küresel bir aydınlanma Bing Bang’i ne yazık ki gerçekleşecek gibi görünmüyor.
Devletler arası marj daralmasına enerji veren bu ortam, vicdanî, insanî, felsefî, duygusal, mitolojik, umutsal, psikolojik ve hatta dinsel tüm olası katkıları da tüketmiş vaziyettedir.
İnsanların, insanlardan artan oranda nefret etmelerini sağlayacak tüm yaşamsal, ekolojik, toplumsal, ahlâksal, adâletsel, dinsel, varlıksal, ticarî ve hatta ailevi parametreler bile iflas etmiştir.
Her ulusta, uluslararası topluluklarda, toplumsal kesimde ve küçük toplumsal birim ailede ve aileyi oluşturan bireylerde basıncını artırmakta olan nefret denilen zehirli gaz, küresel bir radyoaktiviteye sebep olma eğilimindedir.
Sonsuzlaştırdığımız gereksinimler listesi ve herşeyini yitirmiş te ne pahasına olursa olsun onu tekrar kazanmak için dünyayı yıkacak antik Yunan tanrısı profilimizle, sorgulama ve mâkulü aramayı terkeden yapımızla son sürat tüm insanî niteliklerimizi kaybetmekteyiz.
İskandinav coğrafyasına sığmayan kadim Vikingler gibi şiddeti, yağmayı ve katliamları varlık ve erlik sebebi sayan sanal bir kahramanlık psikolojisi bataklığına her geçen gün daha da batmaktayız.
Ne yazık ki bu kusursuz vahşet tablosunu yadırgayan, “bu böyle olmamalı” diyen, “kendimize gelelim” diyen, insanlığı bir an için bile olsa küresel bir tefekküre davet edip küresel vicdan oluşturacak tüm kalpler, akıllar ve gönüller küresel ısınma ile birlikte sanki yanıp yok olmuştur.
Bu sürekli iktidar elde etme istenci ve sürekli vurguladığımız tanrılaşma eğiliminin çıldırttığı insanlık, kendi cehennemini yaratarak orada kendini yakıp yok edecektir.
ABD yıkılırsa dünyanın kurtulacağına inanan devletler ve insanlara, Rusya, Çin, Almanya, İngiltere, Fransa, İran, Suudi Arabistan, Mısır, İsrail, Türkiye ve Japonya gibi devletlerin de çökerse insanlığın kurtulacağına iman eden kitleler eklenmektedir.
Batı çökünce dünya kurtulacak, Çin durdurulursa Batı kurtulacak, bilimsel ve teknolojik ilerleyişe bir dur çekilirse insanlık kurtulacak diye düşünen milyarlarca insanda gelişen bu ilkelleşme istenci, küresel bir duaya, yakarışa dönüşmektedir.
İnsanlığın, ilerleyen ve bu ilerleyişini bilimsel ve teknolojik donanımlarla destekleyip emperyal hale de gelebilen güçlerin yıkılışı ile kurtuluşa ereceğini düşünen bir ahlaki ve zihinsel çöküş yaşaması, dehşet vericidir.
Gelişmiş devletlerin yanlışlarını önceleyip kendi kusurlarını yok sayan küresel ilkelleşme istencini kısa sürede aşamazsa insanlık, Tanrı yeni bir Nuh bulup dünyayı yeniden kurma bilimi ve modülü ile görevlendirecektir.
İsa Mesih’in misyonunu da iptal edecek küreselleşmiş bir zıvanadan çıkma durumunun eşiğinde olan insanlık için hangi kadim uygarlığa bakacağız?
Kıyametçi öğretilerin bile misyon yitimi gerçekleşmiş durumda.
Bing Bang gibi ani bir patlama yaratma eğilimi olağanüstü artmış bir dünyada Titanik’teki müzisyenler ve dinleyicileri gibiyiz sanki.
Doğru sorularla sorgulamayan insanlık evren için felakettir. Doğru parametrelerle tarihe bakmayan insanlık uluslararası ilişkiler için birer mayındır.
Amacımız küresel bir insanlık ve vicdan manifestosu oluşturmak değildir. Ne yazık ki o eşik geçilmiştir. Küresel bir paniğin nelere sebep olduğunu ve nelere sebep olacağını ortaya koymaktır hedefimiz.
Her devletin, her organizasyonun, her ailenin ve her bireyin aklî, fikrî ve ahlâkî sükûneti sağlamak birincil görevi olmalıdır.
Birleşmiş Milletler’in küresel ölçekte aklî, fikrî ve ahlâkî sükûneti sağlama konusunda yüksek misyonu olmalıdır. 2023 yılının küresel sükûnet yılı ilan edilmesi bir adım olabilir.
Tüm korkuları, kaygıları, endişeleri, yoksullukları, krizleri, kıtlıkları ve hatta zenginliğin kusurlarını yenmenin yolu küresel bir aklî, fikrî ve ahlâkî sükûnet iklimi sağlamaktan geçmektedir.
İnsanlık ya akılsal, düşünsel ve etik sükûneti sağlar ya da sonsuz vahşetleri yaşar.
Bir süredir çizdiğimiz bu umutsuz tablonun sebebi devletlerarası marj daralmasının artmasıdır.
Unutulmaması gereken bir tarihi anekdot şudur: Almanlar, Birinci ve hatta İkinci dünya savaşlarına özellikle de Birinci Dünya Savaşı'na gireceklerini hiç düşünmedikleri bir anda kendilerini savaşın içinde bulmuşlardır.
Don Kişot vâri de değerlendirilebilecek bu insanlığı akılsal, düşünsel ve etik sükûnete çağrı, küresel sistemin hızla savrulmasını gözlemlemenin sonucudur.
Antik Yunan tanrıları akılsal, düşünsel ve etik sükûnetini kaybetmiş insanlığın facialarını tanrısal düzeyde sergileyerek yol göstericilik yapmıyor mu?
Hz. Muhammed, Veda Haccı’ndaki olağanüstü beyannamesi ile ulusal ve uluslararası düzenin ve barışın nasıl sağlanacağını bizzat göstermiyor mu?
Hz. Musa, Hz İsa ve birçok hümanist manifesto, insanlığa kendi zihinsel hastalıklarından kurtuluşun reçetesini yazmıyor mu?
İnsanlığın bir diğer felaketi de öğretilmiş çaresizlik gibi öğretilmiş stratejiler, kurnazlıklar, hileler ve akıllar yoluyla yönetsel statüde bulunması değil midir?
Dünyaya atabileceğiniz bir sükûnet bombası yok mu?