Ahmed Mahmud Ucac
Lübnanlı yazar
TT

Çin ve ABD arasındaki savaşta kim galip gelir?

Çin ile ABD arasında, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin Tayvan ziyareti ile ilgili son zamanlarda yaşanan sözlü atışmalar olağan sınırını aştı. Tartışma öyle bir noktaya vardı ki Çin Dışişleri Bakanı, ABD’nin Çin'in çizdiği asgari çizgiyi aşarak Pelosi'nin Tayvan ziyareti konusunda ısrar etmesi halinde, ‘güç kullanarak karşılık vereceklerini ve ABD’nin tüm sonuçlarına katlanacağını’ söyledi. ABD tarafından gelen yanıt askeri oldu. ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mark Milley, Pelosi'nin güvenli bir şekilde Tayvan’a inişini sağlamak için askeri destek istenirse bunu verebileceğini söyledi.
Yapılan bu karşılıklı açıklamalar iki şeye işaret ediyor: Birincisi Çin, gerilimi artırma yoluyla ABD’yi Tayvan'da savaş yapmadan teslim olmaya zorlamak istiyor (ki bu yaratıcılığın zirvesidir). İkincisi ABD, halen süper güç olduğu ve ABD’lilerin nasıl ve nereye seyahat edeceğine kimsenin karar veremeyeceği konusunda Çin’i ikna etmek istiyor.
Bu durum, ülkelerin tarihine bakıldığında hiç de alışılmışın dışında bir durum değil. Zira antik Yunan tarihçisi Tukidides bize, süper gücün başka bir ülkenin yükselişe geçip kendi nüfuzunu tehdit ettiğini hissettiğinde, bunu önlemek ve zirvede tek ülke olarak kalmayı garantilemek için elinden gelen her şeyi yapacağını söylüyor. Ancak Yunan tarihçi, her biri diğerinin artan gücünün kendisine bir tehdit oluşturduğunu düşündüğünden iki ülkenin bu tavrının kaçınılmaz olarak silahlanma yarışına girmelerine yol açacağı konusunda bizi uyarıyor. Bu sıfır toplamlı denklem Tukidides’in iddia ettiği gibi askeri bir çatışmaya yol açacaktır. Bu yüzleşme, bilgelik kefesi siyasetçi kefesine daha ağır basarsa çıkabilir. Burada kastettiğimiz şey şu: Çin Devlet Başkanı makul bir akılla mı yoksa gerçekçi bir politikacıyla mı düşünecek?
Politik bir çerçeve olarak komünizm ile ekonomik bir ivme sağlayıcı olarak kapitalizmi entegre eden ve bu şekilde Çin'in kalkınmasına öncülük eden Çinli lider Deng, önemli bir denkleme inanıyordu: “Gücünü sakla, zamanını bekle (Tao guang yang hui ne demek).”
Bu denklem, mevcut Çin Devlet Başkanı Şi’nin iktidara gelişine kadar Deng’in halefleri tarafından sürdürüldü. Şi, Çin'in güneşinin parladığını ve kimsenin onu saklayamayacağını düşünüyordu. Bu da Çin’in kaderinde ihtişamını yeniden kazanmak olduğu, bir medeniyete, küresel bir role ve bir imparatorluğa sahip olduğu ve bu yüzden nüfuzunu sınırlamanın veya önüne engeller koymanın mümkün olmadığı anlamına geliyor. Bu düşüncelere canlılık kazandırmak amacıyla Şi, halkı harekete geçirmek için mükemmel bir milliyetçi oldu. Çin Komünist Partisi (ÇKP) üzerindeki kontrolünü güçlendirdi, rakiplerini ekarte etti. Tüm işaretler, Şi’nin sonbaharda yapılacak 20’inci ÇKP Kongresi’nde parti lideri olarak üçüncü dönemi garantilediğini gösteriyor. Bununla ilgili yorumda bulunan herkes, Şi’nin ebedi liderlerin durumunda olduğu gibi hayat boyu bir lider olacağını düşünüyor. Ebedi liderler adeta birer peygambere dönüşerek arkalarında bir gücün olduğuna ve hiçbir şeyin onları istediklerini elde etmekten alıkoyamayacağına inanırlar. Bu onları tüm araçları ve tüm kaynakları kullanmaya iter. Çünkü galip geleceklerinden emindirler. Onlar için yenilgi söz konusu bile olamaz. Bu mantık, aklı başında bir politikacının düşünce şekliyle çatışır. Aklı başında bir politikacı, hedefleri ve yapılabilecekleri karşılaştırır. Mümkün olduğu kadar gerçekleşemeyecek hedeflerin peşinden gitmekten kaçınmaya çalışır. Bu hedefleri gerçekleştirmek mümkün olsa bile her zaman maliyetin değeri ve sonuçları ile ulaşılması istenen hedefleri tartar, kıyaslar. Dolayısıyla, Şi’nin İngiltere'den Hong Kong’un alındığı gibi Tayvan adasını Çin anavatanına tekrar katacağına dair ısrarcı vaadiyle, adını Çin'in büyük liderleri listesine yazdırmayı istediğini söyleyebiliriz. Ancak sorun şu ki Hong Kong, Tayvan değil. Ayrıca dünyadaki prestijinden ve konumundan korkulan ve Çin'den daha fazla güce sahip bir süper güçle girilen çatışma, İngiltere ile girilen çatışmaya benzemez.
Pelosi, Tayvan'ı ziyaret etti ve Çin, Pelosi'nin ayrılmasından bir gün sonra en büyük askeri tatbikatını ilan etmek dışında tehditlerinden herhangi birini gerçekleştirmedi. Pelosi'nin ayrılmasından sonraki bu duyuru, Çin'deki rasyonaliteyi gösteriyor. Zira bu, ABD Temsilciler Meclisi Başkanı'na bir saldırı olması ihtimaline karşılık ABD'nin Çin'le çarpışmak için ‘hazır ol’ emrini verdiği ABD deniz kuvvetleriyle çarpışmak istenmediğini gösteriyor. Aynı zamanda Çin'in liderinin (geçici) pragmatizmini de yansıtıyor. Şi, ABD ile büyük bir çatışmaya girmek için uygun bir zaman olmadığını düşünüyor. Ülkesinin yeni tip koronavirüs (Kovid-19) krizinden muzdarip olduğunun, ekonomisinin beklendiği gibi büyümeyeceğinin, gayrimenkul borcu krizinin devlet bütçesi üzerinde baskı oluşturduğunun, İpek Yolu projesinin sıkıntılarla karşı karşıya bulunduğunun ve Ukrayna savaşının, Batı'nın ahlaki olarak çökmediğini ve onunla askeri veya ekonomik olarak baş etmenin kolay olmadığını gösterdiğinin farkında. Tüm bunlar, Şi'nin kafasındaki idealist düşünce yoğunluğunu azaltıp pragmatik bir politikacı gibi düşünmesini sağlamış olabilir. Buna karşılık bir politikacı olarak ABD liderinin realizme inanarak, başından itibaren rasyonalist bir dengeye ulaşmaya ve tahmine dayalı düşüncelerden uzak durmaya çalıştığını görüyoruz. ABD, Çin'i ekonomi düzeyinde kısmen de olsa izole etmeye çalıştı. Çin'in teknolojisini kendisinin ve müttefiklerinin güvenlik sistemlerinden çıkardı. Despotizme karşı demokrasi sloganıyla ideolojik savaşın çıtasını yükseltti. Hint ve Pasifik okyanuslarındaki ittifaklarını güçlendirdi. Çin'i boğan enerjiye yakın olmak için Ortadoğu'ya güçlü bir şekilde döndü. Çin'in müttefiki Rusya'yı Ukrayna'da bir yıpratma savaşına soktu. Bütün bunlar dünya düzenini korumak ve dünyaya barışı getirmek kisvesi altında yapılıyor!
Çin'in tarihi anının geldiğine inanarak halen riskli bir yolda ilerlediği söylenebilir. Bu, Şi’nin şahsiyetinde somutlaşan liderlikten tamamen anlaşılabilir. Şi’nin sözleri okullarda okutulan öğretilere, vizyonu ise kitleler için bir hedef ve kurban edilen şeylere bakılmaksızın uygulanması gereken kutsal bir metin haline geldi. Şi, Tayvan’ın Çin'in görkemli tarihine açılan bir pencere olacağını umuyor. İşte trajedi de burada yatıyor. Zira Tayvan tehlikeye açılan bir pencere olacaktır. Çünkü Çin, Tayvan'ı destekleyip Çin'i askeri ve ekonomik olarak kuşatmaya hazır Batı ülkelerinin yanı sıra rezervleri ve gelişmiş silahları ile iki milyon Tayvanlı savaşçıyla karşı karşıya kalacak. Bu savaş dünyanın başına kıtlık ve yoksulluk belasını saracak ve yeterli doğal kaynakları olmayan Çin’i yıllar öncesine götürecek.
Dünyadaki bütün gözler, Şi’nin bir politikacı mı yoksa ilham alan bir peygamber mi olacağını görmek için yaklaşan ÇKP Kongresi’ne çevrilmiş durumda.