Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Sergius’un vaazı, Sadr’ın tweeti!

Biri 20.yy’da Kahire'de yaşadı ve ikincisi bugünlerde Bağdat'ta aramızda yaşıyor. Fakat ikisinin de insanların karşısına çıktığı ruh, değişmeyen tek bir ruhtur. İlki, 1960’ların başında vefat eden Peder Sergius’tur. Peder Sergius, Makram Ubeyd Paşa dışında hitabette rakip tanımaz biriydi. Makram Ubeyd’in hitabetinin büyüsü, kıvrak zekası, argümanının ve mantığının gücü hakkında hala nesilden nesile hikayeler ve anekdotlar aktarılır. Belki de bakanlık yaptığı ve paşa rütbesini aldığı için Makram Paşa daha ünlü oldu.
Fakat Sergius, Ezher'in minberinde birkaç kez verdiği vaazlarla Paşa'yı geride bıraktı. Bu, başka kimse hakkında bilmediğimiz bir emsaldir! Ona göre hikaye, 1919 Devrimi günlerinde Ezher'in içinden insanlara vaaz vermesi değildi. Her ne kadar bu olay da her zaman anlatılan bir hikaye olmaya uygun olsa da asıl hikaye, o günlerde tekrarladığı belirli bir cümleydi ve bununla İngiliz işgalcilere direniyordu. O şöyle diyordu:
“Ben öncelikle Mısırlıyım. İkinci olarak da Mısırlıyım, onuncu olarak da. Mısır'da Müslüman ya da Kıpti yok. Yalnızca ayrım gözetmeksizin işgalciye direnen vatandaşlar var.”
Peder Sergius, hem biçim hem içerik olarak halen bu altın değerindeki cümlesiyle anılmaktadır. Sergius'un ardından gelen büyük Kıptilerin benzer ifadeleri üzerine biraz düşününce, hikayenin Kıpti bedeninde yaşayan genler olduğunu anlarsınız.
Papa 3. Şenuda şöyle demişti: “Mısır bizim içinde yaşadığımız bir ülke değil, içimizde yaşayan bir ülkedir.” Müslümanlar ve Kıptiler ezberleyene kadar bu cümleyi tekrar ettiler. 2012'de vefat etti ve her vesileyle anıldı. Onun hislerini bundan daha iyi anlatan bir ifade bulunamıyor. Papa 2. Tawadros, Papa Şenuda’dan sonra geldi ve 2013 yılında İhvan destekçilerinin elinde birçok kilisenin maruz kaldığına o da maruz kaldı. Papa Tawadros İhvan’a saldırmadı, şiddete şiddetle karşılık vermedi. Ancak en az Papa Şenuda’nınki kadar güçlü olan şu cümleyi kurdu: “Kilisesiz vatan, vatansız kiliseden iyidir.”
Sergius'tan Şenuda’ya ve Tawadros’a, vatan sadakatin pusulasıydı, öndeydi ve hiçbir şey onun önüne geçemezdi. Mısır, her Kıpti'nin vicdanında yer edinmişti. Her Kıpti'nin Mısırlılığı diğer her şeyden önce gelirdi. Vatandaşlık temel ilkeydi ve bu topraklarda yaşayan herkes Müslüman veya Kıpti olmadan önce Mısırlıydı.
Bahsetmek istediğim ikinci isim ise, Mezopotamya topraklarında yaşayan Mukteda es-Sadr’dır. Peder Sergius da daha önce bu ebedi nehrin vadisinde yaşadı. Mukteda Sadr geçen yıl bu sıralar seçimlere girdi. Liderliğini yaptığı hareket, oyların ve dolayısıyla koltukların çoğunluğunu elde etti. Diğer siyasi akımlarla da uzlaşarak bir hükümet kurma hakkına sahip oldu. Nitekim dünya üzerindeki tüm parlamenter hükümetler, oyların çoğunluğunu alan bir parti veya Sadr hareketi gibi çoğunluğu elde eden bir akım tarafından oluşturulmaktadır. Ancak Sadr şu ana kadar temel olarak kendi hareketinin hükümeti olacak bir hükümet kuramadı. Bunu bir türlü başaramadı ve belki de bunun sebebi Iraklılığı herhangi bir mezhebe mensubiyetten daha öncelikli görmesidir. Çünkü ona göre mezheplerin her biri vatanın çatısı altındadır, vatan bir mezhebin çatısı altında değil.
Onun şu sözünden daha güçlü bir ifade yoktur: “Ben ve arkadaşlarım ne doğulu ne de batılıyız.” Iraklılar elbette bu sözü ondan alacak ve hem onun hayatında hem de sonrasında kullanacaklar. Sadr'ın açıklamasının anlamı, onun arkadaşlarıyla birlikte İranlı ya da İranlı olmayan bir başka şey değil, sadece ve sadece Iraklı olduklarıdır. Onlar Babil toprakları dışında siyasi bağlılıkları olmayan Iraklılardır. Sadr'ın Twitter hesabı üzerinden yaptığı bu paylaşımın ülkesine bağlılığını ortaya koymak amaçlı olmadığı bir sır değil. Irak'ta yaşananları takip eden herkes bu bağlılığın farkındadır. Onun bu ifadesi, Nuri el-Maliki liderliğindeki Koordinasyon Çerçevesi’ne karşıdır. Bağdat'ta veya Yeşil Bölge'de yaşanan son olaylar sırasında Koordinasyon Çerçevesi konusunu ele alan hiçbir medya kuruluşu yok. Ancak açıkça söylenen şey, Maliki’nin hareketinin İran’a bağlılığıdır.
Bir kişinin nasıl Iraklı olduğunu ve cebinde taşıdığı kimliğin nasıl Iraklı olduğunu söylediğini bilemezsiniz. Sonra kamuoyunda onun hakkında Tahran'daki Yüce Rehber’in hükümetine bağlı olduğu söylenir. Tahran’daki bu hükümetin Iraklılara getirdiği şey ise, kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde hegemonya, kontrol ve nüfuz arzusundan başka bir şey değildir. Sadr'ın bu tweet ile en çok kastettiği şey de buydu. Bunu yalnızca Maliki'nin grubuna karşı da söylemedi: Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!
Sadr yalnızca Maliki'ye ve grubuna hitap eden bir tweet atmadı, aksine Irak dışında vatan kabul etmeyen, Irak dışında hiçbir şeye bağlılığı kabul etmeyen ve İran'ın Bağdat'ın ne yapması ve ne yapmaması gerektiği konusunda bir fikri olmasını reddeden her bir Iraklıya hitap etti. Bu kişiler,  Sadr hareketinin ülkesindeki karar alma mekanizmasının bağımsızlığını savunma savaşındaki mühimmatı olmanın ötesinde, Irak'ın kendisini, toprağını ve egemenliğini yağmalayanlara karşı savaşındaki mühimmatıdır. Bu, Harun er-Reşid’in Başkenti’nin (Bağdat) hudutlarına, göğüne, fezasına saygısızlık edenlerle ve Irak'ın tabağından ve sofrasından yiyip ardından zalimlerin eli olmaktan utanmayanlarla savaşıdır. Bu, kararını kendi elinde tutmak isteyen Irak’ın savaşıdır. Bunun en büyük kanıtı da yakın zamanda Bağdat'ta toplanıp ateşe verilen Kasım Süleymani'nin fotoğraflarıdır.
Sergius'un Kahire'deki çaldığı ton ile Sadr'ın Bağdat'ta çaldığı ton farklı olabilir, ancak her iki durumda da ezgi aynıdır!