Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Cezayir diplomasisi ve Filistin liderliğinin bölünmüşlüğü!

Çeşitli nedenlerle tarihinin birkaç kez ertelenmesinin ardından “Birleşme Zirvesi” şeklinde cazip bir ismin verildiği Cezayir'deki beklenen Arap zirvesi birkaç gün sonra yapılacak. Cezayir diplomasisi, zirveye hazırlık çalışmaları kapsamında "Filistin uzlaşması" olarak adlandırılan şeyi gerçekleştirmeye çabaladı. Doğrusu gözlemci, bu çabanın arkasındaki güdünün “iyi niyet” olup olmadığından veya Cezayir diplomasisinin geçmişte Filistinli liderleri bir araya getirme girişimlerine yeterince vakıf olup olmadığından ya da “liderlikler” arasındaki anlaşmazlığın doğasının, anlaşmazlığın arkasındaki gizli menfaatçi ve liderci karakterin gerçekçi bir analizinin yapılıp yapılmadığından emin olamıyor.
Bunun “1 milyon şehit” ülkesinin, Filistinli liderleri küresel ve uluslararası değişimler ışığında, “safları sıkılaştırmak”, imtiyazlardan vazgeçmek, Filistin halkının açık çıkarlarını ideolojiden üstün tutmak ve ideolojiden faydalanmaktan vazgeçmek için ciddi adımlar atmaya yönlendirmeye dair iyi niyetli bir arzusu olduğunu varsayalım. Gelgelelim kağıt üzerindeki “uzlaşmalar” tarihi hiçbir olumluluk öngörmüyor.  
Sadece hatırlatma amacıyla şu ana kadar 9 Filistin uzlaşısı anlaşmasına varıldığını belirtelim. Cezayir’de varılan sonuncusu, 20 yıl içindeki 10’uncu anlaşma. Hepsi de konuk edildiği yerde metinler üzerinde anlaşılan, birkaç gün sonra da bu metinlerin silindiği anlaşmalardı. Görünen o ki asıl sorun, tüm fraksiyonları önemli ölçüde etkileyen ve sadece kendine değil başkalarına da “yalan söyleme” adındaki bir “Filistin sendromu”nun varlığı. Bu, bahsi geçen tüm liderliklerin, sanki Filistin davası bir “liderlik taşıtından” ve mümkünse hem müreffeh olmanın hem de para kazanmanın bir yolundan başka bir şey değilmiş gibi davrandıklarının kesin kanıtı. Bu sözler sert görünebilir, ancak Cezayir diplomasisinin hakkında belki de net bilgiye sahip olmadığı süreci hatırlatmak için, fraksiyonlar arasındaki 9 anlaşmayı ve coğrafi alanlarını hızlıca gözden geçirelim.
Birincisi, Suudi Arabistan'ın Filistinli siyasi güçleri birleştirme – ki bu gerçekleşmedikçe davada ilerlemenin sağlanamayacağı bir hedef- çabasıyla Şubat 2007'de varılan Mekke anlaşması. Liderler Kabe'nin karşısında ve herkes için kutsal olan bir yerde safları birleştirmeye ve bölünmeden vazgeçmeye yemin ettiler. Taraflar gösterdikleri "büyük vatansever çabalar" karşısında herkesin memnuniyetini kazandıktan sonra, heyetlerin sıcak karargahlarına döndükleri birkaç gün içinde anlaşma çabucak bozuldu!
İkincisi, bölgedeki “büyük depremin” arifesinde, Mısır Belgesi olarak bilinen 15 Eylül 2009 tarihli anlaşma. O dönemde Mısır yönetiminin bölünmeyi kontrol altına almak ve asgari düzeyde bir uzlaşıya ulaşmak için gösterdiği çabanın ardından, 2010-2011’deki değişikliklerden sonra çok geçmeden bu anlaşma da bozuldu. Zira belgeyi imzalayan gruplardan her biri, Kudüs'ün kurtuluşu alametlerinin ortaya çıktığına ve bunun kendi menfaatlerine hizmet edeceğine inanıyordu. Halbuki  “Arap Baharı” olarak bilinen o sarsıntının sloganları arasında “Kudüs'ün kurtarılması” sloganı yer almıyordu.
Bazı Arap rejimlerinin değiştirilmesinin Kudüs’ün kurtuluşunu yakınlaştıracağı şeklindeki yanlış düşünceden kaynaklanan üçüncü anlaşmaya gelince, bu kez Müslüman Kardeşler’in yükselen nüfuzunun hamiliğinde Ocak 2011'de tekrar Kahire'de yapıldı. Liderler her zamanki gibi anlaştılar, barıştılar ve hatta öpüştüler ve yine herkes kısa sürede bu anlaşmayı unuttu. Dördüncüsü ise Şubat 2012'de Doha'daydı ve herkes Doha’nın “direniş” fraksiyonlarından birinin üzerinde sahip olduğu soyut ağırlık nedeniyle bunun nihai anlaşma olacağını düşündü. Ama fraksiyonlar adet olduğu gibi eski alışkanlıklarına döndüler! Beşincisine gelince, Nisan 2014'te bu kez Filistin topraklarında (Gazze’de) gerçekleşen ve Sahil Anlaşması olarak adlandırılan anlaşmaydı. Hem "Fetih" hem de "Hamas" hareketleri bu anlaşmayla "Bölünmeye son" dediler. Anlaşma, kravatlılar ile açık yakalıların geniş gülümsemeleri ve tokalaşan elleri ile lanse edildi. Ama o toplantıdan ve duygusal duyurudan sonra dosyalar ve anlaşmazlıklar yerinde saymaya devam etti!  Kahire'nin "Müslüman Kardeşler"in kalıntılarıyla mücadele ile geçen uzun bir doğum sancısından sonra bir kez daha Kahire'de toplanıldı. Bu, Ekim 2017'de varılan altıncı anlaşmaydı ve daha öncekilerde olduğu gibi kağıt üzerinde kaldı. Yedinciye gelince, yeni müttefik, Moskova’da Şubat 2019'da gerçekleşti. Tekrar Beyrut’a dönülen sekizinci anlaşma Eylül 2020'de imzalandı. Ardından dokuzuncu anlaşma, Eylül 2020'nin sonunda bir başka müttefikin, bu kez İstanbul'un kucağında imzalandı.
Son olan onuncusu ise Ekim 2022'de Cezayir'de gerçekleşti! Son anlaşmayı imzalayanlardan bazıları bunun “kalıcı” olduğu, çünkü “şehitler diyarında” imzalandığı açıklamasını yaptılar, ama sonuç beklendiği gibi sıfır!
Kimilerinde alay etme, kimilerinde bıkkınlık, üçüncü bir tarafta ise hüzün ve keder duyguları uyandıran bu süreç karşısında, Filistin topraklarında bazıları, bu ölümcül bölünmenin ne zaman biteceğini değil, tarafların birbirlerine yalan söylemeleri için 11’inci toplantıya hangi ülke ve başkentin ev sahipliği yapacağını sorguladılar. Gazze’de sefalet ve yoksunluk çeken, Batı Şeria’da boğucu kuşatmadan muzdarip halk kitlesinin, medyanın amansız bir şekilde topraklarında tek tek şehit düşen direnişçiler hakkındaki haberlerinin karşısında, tüm bu toplantıların, verilen görüntülerin ve yüksek sesli açıklamaların en ufak bir gerekçesi veya açıklaması bulunmuyor.
Cezayir diplomasisi, tüm direniş hareketlerinde mihenk taşı haline gelen fraksiyonların birliği fikrine inanma hakkına sahip. Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi ve kendisine benzer tüm hareketlerin deneyimlerinde bu fikir var. Ancak Filistinli liderler kendilerini farklı görüyorlar. Bir milim toprağı özgürleştirmeyen, aksine “bütün bir halkı köleleştiren” Suriye rejimiyle 10 yıllık bir kopukluktan sonra, Hamas’ın açık yakalı üyelerinin bir kez daha dalkavuklukla halklarını özgürleştirmek için (!) halkını öldürmekten çekinmeyen bir rejimin kollarına döndüklerini görüyoruz.  Diğer üyeleri de onları sözle “kurtarması” için yüzlerce savunmasız insanını öldüren Tahran'ın yorganı altına sığınıyor! Bölünme açık bir Arap hatasıysa, Filistin örneğinde bu affedilmez bir hata, kendisinden kurtuluş ise arzu edilen ancak gerçekleştirilemeyen bir hedeftir. Nedeni de liderliğin vatana yeğlenmesidir ve bu uygulamada olduğu sürece ne Cezayir arabuluculuğu ne de bir başkası işe yaramayacak ve her şey olduğu gibi kalacak. İyi niyetliler için bir teselli ve umut olmayacak.
Son olarak, uyuşmazlık bir Arap siyasi-kültürel olgudur. Sudan, Yemen, Irak, Suriye, Lübnan ve Libya'da bulunur ve kendisi bir görüş ayrılığı değil, vatanı canlı canlı gömmekte anlaşmaktır.