Yasir Abdulaziz
TT

‘İfade özgürlüğü’ Batı’da da yolunu kaybetmiş

Geçtiğimiz mayıs ayında Kaliforniya eyaletindeki yetkili bir mahkeme, eski ABD Başkanı Donald Trump'ın, hesabını ‘yanıltıcı’ haberler yaydığı ve şiddeti teşvik ettiği gerekçesiyle askıya alan Twitter'a açtığı davayı reddetmişti.
Trump açtığı davada Twitter'ı, ‘ABD anayasası tarafından güvence altına alınan ifade özgürlüğü hakkını ihlal etmekle’ suçlamıştı. Buna karşılık ret kararı veren Yargıç James Donato, Twitter'ın özel bir şirket olduğunu ve kendi iç yönetmeliğinin kullanıcıların yükümlü tutulduğu politikalara göre dilediği kullanıcının hesabını kapatma hakkı verdiğini vurgulayarak, ifade özgürlüğünü korumaya yönelik anayasal hakkın özel işletme sahipleri tarafından değil, yalnızca hükümet tarafından getirilebilecek kısıtlamalarda tatbik edildiğini belirtti.
Ünlü ve milyarder iş insanı Elon Musk, Twitter platformunu büyük bir anlaşmayla satın alarak işleri daha da karıştıracak ve daha çok tartışmaya sebep olup endişe yaratacak başka kararlarla birlikte Trump’ın meşhur platforma geri dönmesine karar verecekti. Musk, bu tartışmalı kararlar arasında satın aldığı ‘sosyal ağ’ şirketindeki iç yazışmaları ortaya çıkaran bazı belgeleri yayınlama kararı alacaktı. Bu yazışmalar, son ABD seçimlerinin arifesinde gerçekleştirilmiş olup, Joe Biden'ın başkanlığı kazanma şansını artıracak ve seçim kariyerini engelleyebilecek bazı haberleri önleyecek şeffaf olmayan önlemler almayı amaçlıyordu.
Biden başkanlığı kazanacak ve Trump’ın Twitter yasağı devam edecekti. Demokrat iddialar ve solcu söylem, dünya önceliklerinin gündemini şekillendirmede büyük ölçüde payı bulunan, ABD ve birçok ülkedeki yönetici sınıfın ve seçkinlerin odak noktası olan bir platformda daha fazla şansa sahip olacaktı. Ancak bu zamanlar uzun sürmeyecekti. Zira Musk, zorlu bir sürecin ardından Twitter'ı satın almayı başaracak, ardından son Kongre ara seçimlerinde Cumhuriyetçilere oy vermeyi tavsiye edip, ‘düşünce ve ifade özgürlüğü’ çerçevesinde bazı kişi ve konulardaki yasağın kaldırılmasına yönelik adımlarını açıklayarak işleri tersine çevirmekten vazgeçmeyecekti.
Musk, yayınlanmasına izin verilen içerik veya bunu yönetme şekli ve iş modelleri hususunda platformdaki gündemiyle ilgili herhangi bir kurum veya birim ile ters düştüğünde, çok rahat bir şekilde doğrudan ve basit bir karar verecekti: Bu birimleri ortadan kaldırmak ve/veya çalışanlarını kovmak.
O endişe verici kararlardan birinde Musk, ‘Güven ve Güvenlik Konseyi’ üyelerini görevden alacak; yani Twitter'da yayınlanan içeriklerin güvenliği ile ilgili kuralların ihlal edilmemesini sağlamak için bu içeriklerin belirli kriterlere göre bir nevi takibe tabi tutulması fikrine -bir süreliğine- son verecekti.
Buradan bakıldığında Musk, kendisine 44 milyar dolara mal olan bir anlaşmayla sadece finansal portföyünü genişletmek veya yatırımlarını çeşitlendirmek için Twitter'ı satın almış gibi görünmüyor. Nitekim yaşanan gelişmeler, bu satın almanın arkasında başka önemli hedeflerin de olduğunu gösteriyor.
Musk, belirli bir siyasi ve sosyal gündemi olduğunu asla gizlemedi. Kamusal alandaki kariyeri ve davranışının da gösterdiği gibi tarafsızlık veya siyasi denge gözetmeye çalışmadı. Bu yüzden büyük siyasi emelleri olması muhtemel. Pek çok kişi Musk’ın ABD’de daha yüksek bir makamı gözüne kestirdiğini öne sürüyor. Musk, önümüzdeki günler ve aylarda platformu kendisine şu üç hedefi sağlayan bir noktaya taşıyacak: Birincisi, parlak ışıklar altında kalmak, ikincisi, siyasi emellerini gerçekleştirmek ve üçüncüsü, farklı fikirleri olan rakiplerle savaşlara girmek de dahil olmak üzere taraf olduğu davaları savunmak.
Bu sırada Musk'a ve emellerine karşı açılan bir cephe güçlenecek. Bu cephe sadece ABD ile sınırlı kalmayıp, Avrupa'da ‘yeni Twitter’ hakkında aynı kaygılara ve etkisini azaltmak konusunda aynı çıkarlara sahip ‘müttefikleri’ ve ‘dostları’ içerecek şekilde genişleyecektir. İşte tam bu noktada, yakın bir gelecekte endişe verici etkilerine ve ayrıntılarına tüm dünyanın tanık olacağı hukuki, siyasi ve mali bir savaş patlak verecektir.
Musk bu savaşın ortasında, özel bir şirkete sahip olduğu ve bu yüzden içeriklerin niteliğiyle ilgili kurallar koyma hakkına sahip olduğu gerekçesiyle ABD veya Avrupa'da mahkemeye gittiğinde, Trump'ı, gözde platformu Twitter’da ‘susturan’ kararı gerekçelendirmek için söylenenlerin tam tersi kendisine söylenecek. Bu, editoryal standartlarını yargıcın belirleyeceği anayasa ve yasanın belirli bir yorumuna tabi tutmak anlamına gelecek ve Musk'ın fikirlerine hizmet etmeyecek. Bu olduğunda, birçok Batılı ülkenin düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda çifte değil, birden fazla standart uyguladığına dair yeni kanıtlar elde etmiş olacağız. Nitekim görünen o ki, düşünce ve ifade özgürlüğü anayasaların hükümlerine veya uluslararası insan hakları sözleşmelerine göre değil, belirli siyasi görüşlere ve çıkarlara göre belirleniyor.