Abdulaziz Tantik
TT

Müslüman zihnin paradoksu

Çelişik bir durumun ifadesi olarak kullanılan paradoks, müslüman zihnin çağdaş durumunu izah etme babında önemli bir kavram olarak önümüzde durmaktadır. Müslüman zihnin modern tutumunu izah babında dile getireceğimiz her olgu ve bu olgunun ikili boyutu bizi paradoksal bir tutuma yönlendirmektedir. Bu yüzden doğru bir betimleme için müslüman zihnin yapısının bu çelişik yapısını doğru okumak ve anlatmayı başarmak çokça önemli hale gelmektedir.
Modern dünya ve episteme, kadim dünya ve epistemeye bir meydan okumadır. Bu meydan okuma kendi içinde bir tehdidi de barındırmaktadır. Modern dünya modernleşme bağlamında kadim dünyanın bütününü kendi parametrelerine davet etmekte ve kabul edilmediği zaman barbar olarak tasvir ederek her türlü muameleyi hak ettiğini düşünmektedir. Kadim dünya içinde Müslümanların dünyası da vardır. Her ne kadar müslüman dünya kadim dünya içinde yeniliği ifade etse de modern düşünce karşısında kadim kültüre daha yakın bir duruşu işaret eder. Buradaki yakınlık, epistemik yakınlıktır. Ontolojik olarak da müslüman dünya ile modern dünya arasında ciddi bir ayrışma söz konusudur. Modern dünya büyülü dünya diye tanımlayarak rasyonel olmayan her türlü kültürü, kendi rasyonel yaklaşımı babında değerlendirerek büyülü olma ile suçlamaktadır. Modern dünya için vahiy de bir büyülü dünyadır. İspatı mümkün olmayan kavramlar hiyerarşisi olarak görülmektedir.
İşte müslüman zihin yeni bir tehdit ile karşı karşıya kalmıştır. Fakat bu tehdit karşısında tehdidi doğru okuma konusunda zihni bir karmaşa yaşamaktadır. Bu karmaşa iki boyutlu olarak öne çıkmaktadır. Modern dünyayı bütünüyle reddetmek gibi temel bir tutumu içeren yaklaşım; ama bunu paradoksal hale dönüştüren şey ise; modern dünyanın kurduğu yaşam alanının dışında kendi dünyasını kuracak bir alana sahip olamama veya bunu becerememe ile karşı karşıya kalmadır. İşte paradoks burada açığa çıkmaktadır. Reddettiğiniz bir dünyanın dışında yaşama alanı bulacak bir zihni zemine yaslanarak kendi dünyanızı kuracak entelektüel bir dünya inşa edememek gibi…
İşgale uğramış müslüman dünya kendi bağımsızlığını koruma konusunda zaaf göstermiş ve dağılan Osmanlı imparatorluğu sonrasında ise kurulacak olan ulus devlet formundaki siyasal iktidarlarda ise modernleşme yanlısı iktidarlara imkân sağlanarak müslüman bir dünya kurmanın siyasal imkânları ortadan kaldırılmıştır. Zorunlu bir modern dünya insanı olarak yaşamını sürdürmenin kendisi zaten bir paradoksu içermektedir.
Bir tepki olarak modern dünyayı benimsemiş, ama onların tekniğini alarak kendi kültürel ahlaki yapısını devam ettirme iradesi de kendi içinde paradoksal bir zemine neden olmuştur. Teknik ve bilim/bilgisini alalım derken süreç içinde zaten kültürel hegemonyalarına teslim olmuş bir zihni meleke oluşmuştur. Özellikle de eğitim müfredatlarının neredeyse çoğunu seküler modern dünya tarafından belirlenmesi bu paradoksu güçlendirmekten öteye yaramamıştır. Bir paradoks alanı olarak da modern dünyayı benimseyen ve dine bu dünya üzerinden bakarak yorumlayan bir iktidar nesli üretilmiştir.
Siyasal bir mücadele alanı olarak İslamcılık kendi içinde ikiye ayrılmıştır. Siyasal karakter başat karakter olmakla birlikte ıslah hareketi olarak iç bünyede kendini saklı tutmayı başarmıştır. Ama her iki akımın kendi içinde paradoksal bir yönelimi olduğu da tartışma dışıdır. Siyasal hareketlerin bugüne uzanan boyutunu da dikkate alarak düşünceyi sürdürdüğümüzde hala müslüman dünyanın kendi bilgi yöntemleri üzerinden kendini inşa edecek bir zemine sahip olamadığı gibi, modern dünyayı sahici bir biçimde anlayarak onu doğru konumlandırma zeminine da haiz değildir. Bu da son yüz elli yıllık siyasal karakterin neden hep başarısızlıkla neticelenen sonuçlara sahip olduğunu bize açıklar. İran İslam Devrimi gibi kültürel yönü baskın bir hareketin bile iktidar olduktan çok kısa bir süre sonra değişime uğraması, beklenen etkiyi üretememesi ve müdahil olduğu bölgelerde müslüman bir dünyayı kuramaması da paradoksu işaret eden önemli bir göstergedir. Islah faaliyeti olarak devam eden Müslümanlaşma süreci de modern dünyaya dair kavramların sahih bir karşılığını üretemediği gibi İslam’ı anlamada modern dünyanın epistemik yapısından beslenmesi başka bir paradoksu işaret eder.
Modern dünyayı topyekûn reddeden neo-selefi akımların geleneğe yaptığı vurgunun yaşam karşısında bir karşılık üretememesi bir paradoks iken, modernleşmeyi Müslümanlaşmanın zemini kılan modernist müslüman yaklaşımı da başka bir paradoksu içermektedir. Her iki yaklaşımın kendisi de müslüman bir dünya kurmada yeterli bir entelektüel zemin ve amele dayalı pratikler üretmekte zorlandıklarını gözlemleyebiliyoruz.
Bilginin İslamileştirilmesi çabaları, entelektüel çabalar, geleneksel hareket ve kültürel radikal hareketlerde paradoksal zemini aşma konusunda bir ileri adım atamadılar. Siyasal alanın dışında kalmanın kendisi paradoksal bir zemin oluştururken siyasal alanın dışında bir sosyal alan inşa edememeleri de ayrı bir paradoksa işaret eder. Yapılan bütün eğitim faaliyetlerine rağmen müslüman ahlakına sahip, entelektüel donanıma haiz, kendi ayakları üzerine durabilecek müslüman fertlerin oluşumu sağlanamamıştır. İslam coğrafyasının her tarafında çalışmalar yapıldığı halde toplumu derinden saracak ve güven sağlayacak bir hareket bir türlü inşa edilememiştir.
Modern dünya çok güçlü bir bilgi sistemi ve buna dayalı entelektüel bir yapıyı sürdürmeye devam etmektedir. Son yirmi yılda onlarda da ciddi bir gerileme olmakla birlikte bilginin sürekliliğini sağlama konusunda hala önde bulunmaktadırlar. Felsefi bir bakışın yenilenmesi meselesi için modernlik, post modernlik ve post post modernlik gibi arayışların son iki yüz yıla sığdırılması, dinamik bir yapının göstergesi olarak okunmalıdır.
Bilginin İslamileştirilmesi projesini yeterli bir yeterliliği sağlayamayan entelektüel zemin fiyasko ile neticelenmiştir. Şu net görülmektedir ki; bilginin İslamileştirilmesi için İslami bilginin usulünün tarihsel sürekliliğini sağlayacak bir zemine ihtiyaç kaçınılmazdır. Son yıllar hariç bu konuda ciddi çalışmalar hep eksik kalmıştır. Bu paradoksal olguyu işaret eden bir durum da: Müslümanların kendilerine has bir müfredata sahip olamamaları ve bunu yaygın ve örgün bir eğitimde kullanamamalarıdır. Bu da bir sosyal zeminin inşa edilebilmesi için yeterli bir zihni yapının hazır olması şartını açıklığa kavuşturur. Örneklik, sürekli kan kaybederek, Müslümanların gayri ahlaki yapılarına vurgu yapılmasını önleyememeleri de ayrı bir paradoksu işaret eder. Hem müslüman ve hem de güvenilir olmamayı başarabilmek ayrı bir kabiliyet gerektirmektedir.
Meseleyi derinlemesine ele aldığımızda sorunun çok derinlerde olduğu gerçeğini görmemiz gerekmektedir. Farkındalık, bizi doğru noktaya, doğru hamleye ve doğru bakışa taşıyacaktır. İşte bu farkındalık ise yaşadığımız dünyanın modern dünyanın enstrümanları ile kurulduğunu bilmek ve bizim bu dünyada nefes aldığımızı görmek, aldığımız bu nefes ile modern dünya ile bir ünsiyet kurduğumuzu kabullenmek ve böylece modern dünya içinde iken ona yönelik bir eleştirel tutumu doğru bir zeminde kurmanın paradoksal boyutunu kavramaktır.
Müslüman zihni temsil eden çocuklarımızın kahır ekseriyetinin modern eğitim süzgecinden geçirildiği, modern epistemenin kabullerinin belirleyici olduğunu anlamak esasa tekabül eder. Çünkü İslam’ı o gence anlatırken onun hangi dünya tarafından eğitildiğini unutursak ona söylemek istediğimizi tam olarak anlaşılır kılamayız. İşte size bir paradoks daha; müslüman bir nesle, müslüman bir bakış açısı ile Müslümanlığı aktarmakta zaaflar taşımak…
Sadece mesele bununla sınırlı olsa iyi; kendi bilgi sisteminin bütünselliğini kavrayacak kaç tane müslüman entelektüel çıkar? Ya da soruyu şöyle soralım: modern epistemenin kavramlarına müracaat etmeden her hangi bir konuyu aktaracak, değerlendirecek ve konuşacak kaç kişi çıkar? Arap dünyasındaki gazete ve dergilere bakın, felsefe, bilim, sekülerizm ve benzeri o kadar çok fazla kavramla haşır neşir olursunuz ki şaşar kalırsınız, peki bunu doğru mu kullanıyorlar? Hayır!
Hangi alana ve hangi konuya el atarsak atalım, bir şey değişmiyor! Paradoks kendisini dayatıyor.  Modern dünya, hayatımızı o kadar baskılamış ki, modern dünyaya yöneltilmiş bir eleştiriye önce bizim müslüman aydınlar karşı çıkıyor ve muhatabını gericilikle suçluyor. Felsefe bilmemekle itham edebiliyor. İslam ve İslam’a dayalı düşünce mekanizmalarının vahyin inşa ettiği bilgi yöntemini de dikkate alarak kendi epistemik zeminini güçlendirecek bir mekanizmaya sahip olamama hali hala sorun alanı olarak kendi varlığını izhar ediyor. Liberal göreliliğin İslam düşüncesinin kendi tabiatına yönelik bir eleştirel tutum olarak öne çıkması ile İslam Düşüncesinin kendi tabiatından neşet eden göreliliği bile aynı kabul eden bir yaklaşım, paradoksal zemini güçlendirmekten öte bir işe yaramamaktadır.
Bu paradoksal zeminden kurtuluşun bir imkânı var mı, yok mu, üzerine derin bir düşünüş gerçekleştirmek şarttır. Ama öncelik bu paradoksal zeminin neliğini tam olarak kavramak ve ona göre bir çözüm yolu arayışı başlatmak önemlidir. Bu da müslüman zihnin, kendi tarihsel sürekliliği içinde oluşmuş İslami ilimler usul geleneğini yeniden ihya edecek bir zemine sahip olması için gereken çabaların ortaya konması öncelikli olmalıdır. Bunun sağlıklı bir zeminde gerçekleşebilmesi içinde modern epistemenin zihni belirleyen boyutunu doğru idrak etmek ve ondan kurtulmayı içermelidir. Çünkü sahih ve sahici bir yaklaşım, ancak modern epistemenin kurduğu zihni sistemin dışına çıkmakla mümkün olabilecektir. İşte bu da paradoksal bir durum: kendi epistemik sistemini bile bugün doğru kurabilmen için modern epistemenin zihnine vurduğu prangaları önce sökmen lazım, bunu sağlayabilmen içinde modern epistemeyi doğru bir şekilde idrak etmen gerekmektedir.
Bu öyle kolay mı? Hayır, bilakis, çok zor bir durum, ama insan zorluklara karşı dayanıklı yaratılmıştır. Müslüman ise iman gibi mucizevî bir olguya sahiptir. Bu da bize iman üzerinden hayata müdahil olduğumuzda ne tarz mucizelerle karşı karşıya kalacağımızı görmemiz açısından önemli bir imtihandır. Yeryüzü imtihanını veremeyenlerin ahirette kurtuluşu zorlaşacaktır. O yüzden çaba ve gayret göstermek bize mahsus bir eylemdir, sonuç ise Âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.