Vahdettin İnce
Yazar
TT

Mevcut sistemin imkanlarını doğru kullanma imkanı var mı?

Aksayan birçok tarafı olsa da Osmanlıda İslam şeriatına, diğer adıyla evrensel hukuka ve sınırları içinde yaşayan toplumların geleneklerine riayet edilirdi. Her topluluğun geçmişinden miras aldığı hiyerarşik yapısı dikkate alınarak devletle ilişkileri düzenlenirdi. Bu yüzden aynı imparatorluğun sınırları içinde mesela Balkanlarda farklı, Mısır’da farklı, Hicaz’da farklı… bir sistem uygulanırdı. Bu farklı sistemde bazen söz konusu bölgenin etnik yapısı, bazen dini yapısı, bazen coğrafi yapısı esas alınırdı.
Kürtlerle ilişkilerde de onların genel toplumla farklılaşan etnik ve mezhebi özelliklerine azami ölçülerde dikkat edildiği biliniyor. Hem genelde hem de Kürtler itibariyle özelde insanların nefes alması sağlanırdı bu sayede. Kürtlerde sosyal hayatın yönetimi bazında aşiret yapısı etkindi. Osmanlı devleti aşiret reislerinin otoritesini tanımış ve bu esastan hareketle ilişkileri rayına sokmuştu. Bunun yanında birkaç aşireti konfederasyon şeklinde yöneten mirler bulunurdu.
Mirler resmi statüleri itibariyle devleti, devletin halktan istediklerini temsil eder, halkın devletten beklentilerini karşılardı. Aşiret reisi ağalar ise statüleri itibariyle aşireti temsil ederlerdi. Mirler devletin halka bakan yüzü aşiret reisleri de halkın devlete bakan yüzü gibiydiler. Bu sistem bütünüyle mükemmel değildi elbette. Başta da dediğim gibi genel sistemde olduğu gibi bölgede de bu bağlamda aksayan yönler vardı. Ama yine başta söylediğim gibi İslam şeriatından, yani evrensel hukuktan ve toplumların binlerce yılın birikiminden oluşan geleneklerinden güç aldığı için insanların asırlar boyunca bir arada barış içinde yaşamalarını sağlamıştı.
Bu günkü sistemde İslam şeriatının, yani evrensel hukukun ve geleneksel sistemin geçerliliği yoktur. Aşiret yapısı çoğu yerde artık bir akrabalık bağından öte bir anlam ifade etmiyor. Bu iyi mi oldu kötü mü bahsi diğer. Ama realite budur ve bugünkü realite geçmişten büyük oranda farklıdır.
Cumhuriyetle birlikte kurulan sistemde özünde halkın devlete bakan yüzü olmaları iddiasındaki siyasal partileri bu açıdan aşiretlere benzetmek mümkündür. Mirlerin yerini de kuşkusuz başta hükümet ve mülki amirleri olmak üzere devletin bürokrasisi almıştır denebilir. Bire bir örtüşmese de geçmişteki sükunet en azından söz konusu modern örgütlerin işlevleri itibariyle sağlanabilir.
Demem o ki siyasal partiler bugüne kadar olduğu gibi devletin temsilcisi olarak halka gidecekleri yerde halkın temsilcisi olarak devlete yön verecek bir konumda olmaları sağlanabilir. Bunun yanında halkın çeşitli özelliklerinden birini veya bir kaçını temsil iddiasındaki partilerin kurulmasına, kurulmuşlarsa etkinlik göstermelerine imkan tanınmalıdır.
Türkiye bir Osmanlı imparatorluğu büyüklüğünde değildir kuşkusuz, ama sınırları içinde birçok etnik ve dini grup yaşamaktadır. Cumhuriyetin kuruluşundan beri son yıllarda olduğu gibi bazen kanlı olmak üzere sancılı bir sürecin etkin olduğunu dünya alem biliyor. Ve yine dünya alem biliyor ki çeşitli kötü niyetli odakların etkisi varsa da asıl sorun devlet sisteminin bu doğal ve beşeri çeşitliliği kabullenmemesinden kaynaklanıyor. Yukarıda doğal olarak üstlenmesi gereken siyasal partiler ise devletin sistemini halka benimsetmek misyonunu gördükleri için de bütün umutlar seçimden seçime, belki doğru tutum sergileyecek birileri çıkar diye ertelenip duruyor.
Ama Menderes, Özal, Erdoğan tecrübeleri de göstermiştir ki az veya çok oranda halkın taleplerini devletin taleplerinin önüne geçirenler her zaman kazanmışlardır. Önümüzdeki seçimde de Türkiye’nin geneli, hem de Kürtler açısından böyle olacaktır.