Yasir Abdulaziz
TT

Siyaset ve medya çıkmazı üzerine…

Medya alanı ile ilgili olarak ulusal egemenliğin derecesinden bahsederken, Arap dünyasında siyaset ve medya alanında çalışanlar arasında zaman zaman anlaşmazlıklar baş gösteriyor. Ulusal medya sistemlerinin tamamen devletin izlediği politikaya tabi olup onun doğrudan bir anlatısını mı yansıtması gerektiği yoksa bu egemenliğin, yalnızca medya performansının anayasalarda, kanunlarda ve mesleki düzenlemelerde yer alan bağlayıcı ilke ve standartlara göre düzenlenmesi ile ilgili mi olduğu sorusunu ortaya çıkıyor.
Sosyal medyaya yönelik etkileşimler geliştiğinde bu tartışma yeni boyutlar kazandı. Sosyal medya siyasi, ekonomik ve sosyal nitelikteki gelişmelerle başa çıkmada kendi yolunu yaratma konusunda büyük bir beceri sergiledi. Siyasi rejimler tarafından tanımlandığı üzere ‘ulusal çıkar’ gerekliliklerine boyun eğme veya bunlara yanıt vermeye daha az meyilli göründü. Onlarca yıldır, ulusal ‘geleneksel’ medya kuruluşlarının hükümetin eğilimlerini sunma ve bunları halka açıklamadaki rolünün yanı sıra, bu kuruluşların kamu politikası oluşturma alanındaki resmi yaklaşımları tam olarak yansıtmayan veya bunlarla çelişebilecek tutumlar sergileme hakkına sahip olup olmadığı hakkında sorular yoğunlaşıyor. Bölgemizdeki pek çok siyasi rejimin, medyadaki hakim söylemin kendi vizyonunu tam olarak yansıtmasını, görüşlerini olduğu gibi aktarmasını ve farklı veya istenmeyen iddialardan uzak durmasını tercih ettiği açıkça görüldü. Tarihin bize gösterdiği gibi bunun genelde pek etkili olduğu söylenemez.
Sosyal medyanın bu konuda yaptıklarına gelirsek, büyük bir atılım gerçekleştirildi. Sosyal medya genellikle herhangi bir resmi yaklaşıma önem vermeyen, kendi yollarını çizen ve çoğu durumda resmi anlatı ile zıtlık gösteren keskin görüşlerini yayınlayan etkileşimlere ve etkilere kapı araladı. Bu yeni medyanın kamu politikası eleştirisi alanında özel ve farklı yaklaşımlar geliştirme gücüne dair kayda değer herhangi bir şüphe yoktu. Bu güç, ‘geleneksel’ medya kuruluşlarının maruz kaldığı kapanma ve denetim miktarına paralel olarak kesintisiz bir şekilde yükselmeye devam ediyor.
Birçok kişinin sandığının aksine; canlı ve gelişmiş pek çok toplumda siyaset ve medya arasındaki ilişkiler hala gerilim ve şüpheyle doludur. Bu ilişkiler itaatkâr başın kontrol edilen kuyruğuyla ilişkisi gibi sakin ve süt liman hale geldiğinde bu, şu iki şeyden birinin ve belki de her ikisinin birden gerçekleştirdiğini kanıtlar: Siyasetin ölümü veya medyanın devletleştirilmesi.
Tarih bize bu düşünceyi kanıtlayabilecek yüzlerce örnek veriyor. Gelişmiş Batı toplumları, siyaset ve medya organları arasındaki ilişkilerde sakinlik nedir bilmezler ve aralarındaki zıtlıkların veya anlaşmazlıkların yarattığı gürültü dinmez. Bu gürültü sağlıklı, hayati ve gereklidir. Bu olmadan medya, rolünün en önemli dayanaklarını kaybeder: Hesap verme sorumluluğu ve denetim. Siyaset de kendisine duyulan güveni destekleyen en önemli dayanaklarını kaybeder: Şeffaflık ve kamuya hesap verme sorumluluğu.
Buna karşılık, siyaset ve medya organları arasında son derece uyumlu ilişkilere tanık olan birçok toplum var. Kuzey Kore bu konuda en bariz örnek olmaya devam ediyor.
Son on yılda değişim rüzgarlarının vurduğu, kitle iletişim araçlarının birer propaganda araçlarına dönüştürüldüğü ve yalnızca yönetimin dikte ettiği ve ‘başarılarını ve siyasi yaklaşımlarını’ ifade eden şeyleri yayınlamaya mecbur bırakıldığı Arap ülkelerine gelince, bu ülkeler izlenen politikanın yanlışlığına ve bunun devlet, ulusal medya ve bireyin çıkarları üzerindeki sonuçlarının tehlikesine dair bariz bir örnek oluşturmaktadırlar.
Artık bu yöntemin işe yaramadığını ve bu yöntemleri izleyen siyasi rejimlerin geçici olarak amaçlarına ulaşsalar da; siyasi durumlarını güçlendirme, yurtiçi ve yurtdışındaki kamuoyunu başarılarına ve varlıklarının devamlılığının önemine ikna etme ve kendilerini düşmekten koruma konusundaki en büyük problemlerini çözemediklerini biliyoruz.
Bu rejimler düştüğünde ne yazık ki tek başına düşmediler. Varlık nedenlerini temsil eden hayati görevlerini elinden aldıkları medya kuruluşlarını da yanlarında götürdüler. Halklarını da daha sonra yabancı veya düşman medya araçlarının avı olarak bıraktılar. İzleyiciyi, kendisine uygun derecede kaliteye, güvenilirliğe ve liyakate sahip olup propaganda kullanımından uzak medya materyallerinin sağlanması konusundaki doğal hakkından mahrum bırakan cehennem gibi bir döngüde, onlarca yıllık izolasyon üzerine inşa edilmiş güvensizlik atmosferine ve boşluğa yatırım yapan bu araçların bazıları başka propaganda gündemlerini uygulamaya çalıştı.
Adil olmak için bu noktada, bazı kontrolsüz medya performans modellerinin birçok ülkede ulusal çıkarlar ve ulusal güvenlik için büyük bir tehdit oluşturduğunu söylemek de gerekli. Ancak, kontrolsüz medya performansını denetlemek ve mesleki kurallara riayet etmesini sağlamak onun sesini kısmak veya ona el konulması demek değildir. Daha ziyade, uygun derecede ulusal uzlaşıya sahip rasyonel ve adil kriterlere göre değerlendirmeye tabi tutularak düzenlenmesi demektir.