Necib Sab
Arap Çevre ve Kalkınma Forumu (AFD) Genel Sekreteri ve “Çevre ve Kalkınma” dergisinin editörü
TT

İklim faaliyetine hizmet eden petrol

Bu yılın son çeyreğinde BAE’de düzenlenecek 28. İklim Zirvesine (COP 28) başkan olarak Dr. Sultan el-Cabir’in atanması, Britanya başta olmak üzere Batıdaki bazı basın organları ile bir grup çevreci aktivisti kışkırttı. Çevre ve iklim faaliyetleri gruplarının çoğunun tepkisi masum olsa da Büyük Britanya medyasının yürüttüğü organize kampanyalar, çok fazla kötülük barındırıyor ve yücelttikleri gazetecilik etiği ve standartlarıyla kesinlikle tutarlı değiller.
BBC kanalı ile The Guardian gazetesinde yer alan haber ve makalelerde, el-Cabir ile İklim Zirvesi Ofisi başkanlığında kendisine yardımcı olarak seçtiği bazı kişilerin, BAE petrol sektörüyle olan ilişkisinden rahatsızlık duyulduğuna dair ifadelere yer verildi, çünkü bu bir çıkar çatışması olarak görülüyor. Bu noktada işleri basitleştirme ve çokça suçlama mevcut, zira kalkınmanın petrol zenginliklerine yatırıma dayalı olduğu bir ülkenin ekonomik, bilimsel ve kültürel nitelikleri göz ardı ediliyor. Saldıran kişiler, konunun arka planına baksalar görecekler ki BAE’nin yaptığı şey, petrol ve gaz sektörünü çevre ve iklim faaliyeti alanına yaklaştırmaktır, aksi değil.
Sultan el-Cabir, Abu Dabi Ulusal Petrol Şirketi’nin (ADNOC) CEO’su, doğru, ancak onun İklim Zirvesine başkan olarak atanması, örneğin Shell veya BP şirketi başkanının Birleşik Krallık’ta düzenlenen bir iklim zirvesinin başkanlığına atanması gibi değil. Nitekim bu iki şirket Britanya ekonomisinin sadece bir parçasını oluştururken, modern BAE’nin kalkınması, tek doğal zenginliği olan petrol sektörüne dayalı. Bu sektör ise Hükümetin mülkü olan ulusal ADNOC şirketi tarafından yönetilmektedir. İşte bu yüzden bu genç, modern devletin üst düzey yetkililerinin bilimsel ve mesleki kariyerlerini petrol sektörü ve şirketlerinde veya onun desteğiyle inşa etmiş olmaları çok normal.
BAE Devleti’nin tercihleri ve Sultan el-Cabir’in geçmişi utanç verici değil, aksine gurur kaynağı. Bu devlet petrol zenginliğini, gelişmiş bir altyapı inşa etmenin, ekonomik ve toplumsal kalkınmada hızlı ve dengeli bir yaklaşım benimsemenin ötesine geçerek gençlerine eğitim ve öğretim fırsatları sağlamak için de kullandı. Bu gençlerden biri de Sultan el-Cabir. el-Cabir, ADNOC şirketinin bursuyla ABD’de kimya mühendisliği ve işletme eğitimi aldı. Enerji sektöründeki çalışmalarına başlamadan önce işletme ve ekonomi alanlarında doktora yaptı. 2006 yılında Abu Dabi Geleceğin Enerjisi (Masdar) şirketinin kuruculuğuyla görevlendirilmesi, genel yönetimini üstlenerek onu bölgenin ve dünyanın yenilenebilir enerji şirketleri arasında ön sıralara yerleştirmesi ve sonra da yönetim kurulu başkanı olmasının ardında da onun bu nitelikleri yatmaktadır. Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı’nın (IRENA) kurulması ve BAE’nin bu ajansa 2009’da ev sahipliği yapmasının arkasındaki itici güç de oydu. Bunların yanı sıra BAE Kalkınma Bankası Başkanı sıfatıyla da devletin kapsamlı ekonomik ve sosyal kalkınma hedeflerini gerçekleştirmek için çeşitli girişimlere öncülük etti.
Yeni nesil vatandaşları temsil eden bu yürüyüş, el-Cabir’in Sanayi ve İleri Teknoloji Bakanı olarak atanmasının yolunu açtı. Onun, yenilebilir ve temiz enerji girişimlerini devlet, bölge ve dünya düzeyinde görülmemiş programlara ve uygulamalara dönüştürmedeki başarısı, BAE’nin İklim Değişikliği Özel Elçisi olarak atanmasını sağladı. Bu sebeple Sultan el-Cabir, uluslararası oybirliğiyle BAE’nin, yirmi sekizinci oturumuna ev sahipliği yapmak üzere seçildiği İklim Zirvesi başkanlığı için ideal bir tercihti. Genç petrol ülkesi BAE, temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarına hızlı geçiş de dahil olmak üzere ekonomiyi çeşitlendirme ve dengeli kalkınma yolunda başardıklarıyla iftihar etme hakkına sahiptir. İtiraz edenler seslerini yükseltirken, hükümetleri Ukrayna’daki savaşın neden olduğu açığı kapatmak için Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğer üretici ülkelerden daha fazla petrol ve gaz tedarik etmenin peşinde koşuyor.
Ben Sultan el-Cabir’i, aktif bir genç iken tanıdım. Masdar, 2006 yılında hayata geçirmek için üzerinde çalıştığı bir fikirken “Masdar Şehri”nin kurulduğu, temiz enerji alanlarındaki öncü faaliyetlerinin yürütüldüğü ve Abu Dabi’de Uluslararası Yenilebilir Enerji Ajansı’na ev sahipliği yaptığı noktalara geldi. Bunca yıldan sonra AFED raporlarını ve konferanslarını yazarken, BAE’li bir başka eğitimli genç Dr. Sani ez-Zeyudi ile iş birliği yaptık. Halihazırda Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı olan ez-Zeyudi, bir zamanlar Dışişleri Bakanlığı Enerji ve İklim Değişikliği Departmanında çalışıyor ve İklim Değişikliği ve Çevre Bakanı olmadan önce de BAE’nin IRENA temsilciliğini yapıyordu. Bu, sürdürülebilir kalkınma ve çevre duyarlılığı konusunda güven veren, akademik yeterlilikleri ve başarıları ile değerini kanıtlayan, ülkesi tarafından kendisine, halkına hizmet eden öncü çalışmalarda hak ettiği fırsat verilen yeni bir neslin fotoğrafıdır.
Bugün BAE’ye yönelik bu haksız kampanya daha önce benzer nedenlerle Suudi Arabistan’ı da hedef almıştı. Küresel ekonomi pazarında Suudi Arabistan Krallığı’nı öncü konuma yerleştiren büyük petrol zenginliği, büyük kurumların yalnızca ekonomi ve kalkınmada değil bilim ve araştırmada da petrole odaklanmasını normal hale getirdi. Suudi Petrol Şirketi ARAMCO Zahran’da Kral Fahd Petrol ve Maden Üniversitesi’ni kurdu ve burası, enerji ile ilgili konularda en önemli araştırma ve bilimsel uzmanlık merkezlerinden bir haline geldi. Bunu, Cidde yakınlarındaki Kızıldeniz sahilinde kurulan Kral Abdullah Bilim ve Teknoloji Üniversitesi (KAUST) ile Riyad’daki Petrol Çalışmaları ve Araştırmaları Merkezi (KAPSARC) izledi. Bu ikisi, temiz ve yenilebilir enerji alanındaki en önemli araştırma merkezleri arasında yerlerini aldılar. Bu üniversiteler ve araştırma merkezlerinin finansmanı, ülkenin ana gelir kaynağı olan petrolden geliyor. Petrol ayrıca, Krallık’taki kalkınma projelerinin ve ekonomiyi çeşitlendirme, temiz ve yenilenebilir enerjiye geçme ve emisyonları azaltarak iklim değişikliğiyle mücadele etme programlarının da finans kaynağı. Suudi Arabistan’ın yakın zamanda duyurduğu, 2030’dan itibaren ilk etapta yarım milyon arabalık üretim kapasitesiyle yerli elektrikli araba üretim programı da petrol geliri olmasaydı mümkün olmazdı.
Şimdi tüm bunlardan sonra, devletin sahip olduğu ulusal petrol sanayisi tarafından finanse edilen başarılı üniversite ve araştırma merkezlerinden gelmiş Suudi Arabistanlı uzmanlara, akademisyenlere ve müzakerecilere itiraz mı ediyoruz? Suudi Enerji Bakanı Prens Abdülaziz bin Selman’ın çevre ve iklime ilişkin diğer ülkelerdeki birçok çevre bakanının taahhütlerinin ötesine geçen tutumlarını niçin görmezden geliyoruz? Suudi iklim müzakerecilerinin başkanı olan ve görev süresince müzakerelerde en büyük Suudi katılımına ve olumlu bir dönüşüme tanık olunan Halid Ebu el-Leyf, ARAMCO şirketinde ve Enerji Bakanlığında çalıştıysa bunun nesi suç?
Olması gereken şey, petrol üreticisi ülkelerin taahhüt ettiği iddialı hedefler doğrultusunda, toplumlarını kalkındırma, ekonomilerini çeşitlendirme, çevreyi koruma ve iklim değişikliğiyle mücadele için karbon emisyonlarını azaltma taahhütlerine sadık kalma konusundaki eylemleriyle hesaba çekilmeleridir. Ancak verimliliğin artırılması, karbon tutulması ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçilmesi suretiyle karbon emisyonlarının ortadan kaldırılması seviyesine ulaşmadan önce, kaçınılmaz bir geçiş döneminde sahip olduğu geleneksel enerji kaynaklarına itiraz edenlerin ihtiyaçlarını gideriyorsa bunun için suçlanmaz.
Petrol zenginliğini doğru yönde kullanmak, iklim faaliyetlerini destekler. Ekonomik faaliyetin çeşitlendirilmesi, iklim müzakerecilerini seçerken çeşitlilik yaklaşımının benimsenmesini doğal olarak takip eder. Kınamadan evvel, bir bakıp görelim.