Bekir Uveyda
TT

İsrail ‘ayaklanmasında’ Filistin vatandaşlarının olmaması

Binyamin Netanyahu’nun İsrail yargısına yönelik ‘reformlar’ olarak nitelendirdiği şeye karşı İsraillilerin protestolarına devam etmekte ısrar etmesini izleyen dünyanın dört bir yanındaki insanların dikkatini, İsrail’deki ve yurt dışındaki yazarlar, analistler ve aktivistler tarafından ‘İsrail Baharı’ olarak adlandırılan olayda Filistinlilerin etkin bir katılım göstermemesi çekti. Bu ‘İsrail Baharı’, Netanyahu hükümetinin otoriter yönelimlerine, özellikle de diktatörlüğün kurulmasına yol açabilecek bir yolda ilerleme kaydedilmesine karşı patlak verdi. Bu yolun tamamlanması durumunda Batılı ve İsrailli liberallerin Batı standartlarına göre Ortadoğu'da var olan tek demokratik olarak gördüğü toplum tamamen yok olabilir. Haftalardır her cumartesiyi pazara bağlayan gece Tel Aviv ve diğer şehirlerin sokaklarını dolduran yürüyüşlerin, İsrail toplumunun ‘ayaklanması’ olarak adlandırılabilecek bir noktaya geldiği söylenebilir. Temel olarak Yüksek Mahkeme’nin yetkilerinin azaltılmasını amaçlayan ve sonunda laikliğin tamamen ortadan kaldırılıp İsrail gerçek bir Yahudi devleti olana kadar Tevrat yolunun benimsenmesini öngören katı bir Siyonist sağın koşulsuz desteğine sahip olan Netanyahu'nun yargı ile ilgili eğilimlerine izin verilmesinin sonuçları İsrail halkını korkutuyor.
Netanyahu hükümetinden birden fazla bakanın yer aldığı aşırılık yanlısı Siyonist hareketin devletin laikliğini ortadan kaldırma hayalini gerçekleştirmesi durumunda zarar görenlerin başında İsrail vatandaşı Filistinliler olacak. Ancak kendileri geçtiğimiz haftalarda protestolara katılmadıklarını gösterdiler. İsrail'in ‘demokrasisi’nin tartışılmaz bir gerçek olarak kabul edilmesinin, ‘İsrail Arapları’ toplumunun kesimleri arasında başlı başına bir ihtilaf konusu olduğu doğru. İsrail vatandaşlığına sahip Filistinlilere yönelik asgari düzey siyasal uygulamaların çoğunun Arap toplumunda mevcut olmadığı ve hatta sürgündeki Filistinlilerin çalışma alanlarında ve ilk Nekbe’nin mültecilerini barındıran ülkelerin kamplarında bile neredeyse yok denecek kadar az olduğu da doğru. En kötüsü de bu ülkelerden çıkan Filistinli gruplar ve örgütlerin yolu, Filistin halkının çıkarları ve davası pahasına genellikle Arap yönetici rejimlerinin çıkarları ve gündemleriyle aynı çizgide ilerledi. Bu uzak ve yakın zamanlarda böyle oldu. Bugün halen bunu görüyoruz.
İngiliz The Observer, dünyanın en büyük gazetelerinden biridir. Çeşitli dönemlerde Filistin-İsrail çatışmasının duraklarına yaklaşımında nesnel olmaya özen göstermiştir. Haziran 1967 savaşından bu yana İsrail işgali altındaki Filistinlilerin çektikleri acılara sempati duyan uluslararası kamuoyu platformlarından biridir. Geçtiğimiz pazar günü yayınladığı bir haberde, Filistinlilerin İsrail protestolarına katılmadığına atıfta bulunularak ‘Filistin kökenli İsrail vatandaşlarının nüfusun beşte birini oluşturduğu ancak yargı reformlarından ciddi şekilde etkilenme ihtimallerine rağmen şu ana kadar protestolarda bariz bir şekilde gözükmedikleri’ belirtildi. İsrail vatandaşı Filistinliler arasındaki siyasi aktörlerin, İsrail protesto yürüyüşlerinin Filistin halkının Gazze Şeridi ve Batı Şeria'daki meşru haklarının verilmesindeki önemine ilişkin şüpheleri, Filistinlilerin bu protestolara katılma konusundaki kayıtsızlıklarını açıklayabilir. Bu anlaşılır bir tutum. Bununla birlikte şunu sormak doğru olmaz mı: Netanyahu'nun otoriter yaklaşımına karşı başlatılan bir İsrail protestosuna Filistinlilerin etkili bir şekilde entegrasyonu sağlanırsa bu, İsrail işgali altındaki Filistinlilerin çektiği acılar konusunda tüm İsrailliler arasındaki anlayışı derinleştirme fırsatı sağlayacak mı? Haberde bu sorunun cevabı veriliyor. Yafa Şehir Meclisi üyesi Filistinli aktivist Abed Şehade “Batı Şeria ve Gazze'de olup bitenler onları ilgilendirmeden bizde yankı uyandırıyor” ifadelerini kullandı ve İsrail'in tanık olduğu protestoların ‘başkalarını sistematik olarak ezen bir toplumda mantıklı bir gelişme’ olduğu sonucuna vardı.
Evet, Şehade’nin bu çıkarımı doğru. Sadece Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde değil, genel olarak Filistin halkına yönelik İsrail zulmünün yöntemi oldukça aşikâr. Gerek Filistin’in içinde gerekse 1948 Nekbe'sinden bu yana uluslararası toplumun platformları aracılığıyla bu zulme karşı mücadele edildi. Ancak İsrail’in kuruluşunu takip eden yıllarda Filistin'in ‘Yeşil Hat’ içindeki mücadelesinin boşa gitmediğini söylemek de doğru olacaktır. Elbette İsrail vatandaşı Filistinliler, haklarını savunmak ve topraklarında varlıklarını ispatlamak hususunda çok sıkıntı çekiyorlar. Ancak hem Netanyahu hükümetine karşı mevcut protestolarda hem de gelecekte ortaya çıkabilecek sonraki hareketlerde İsrail toplumunun hareketine etkin bir şekilde katılmaları gerekli. Zira bunun ileride olumlu meyveler vermesi muhtemel.