Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

İnsanın kaderi ve seçimleri

“İnsanın kaderi seçmektir.”
Kader kavramı insanlar arasında en çok konuşulup belki de en çok farklı yorumlara maruz kalan kavramlardan biridir. Sözlükte “gücü yetmek; planlamak, ölçü ile yapmak, bir şeyin şeklini ve niteliğini belirlemek, kıymetini bilmek; rızkını daraltmak” gibi mânalara gelen kader, “Allah’ın bütün nesne ve olayları ezelî ilmiyle bilip belirlemesi” diye tarif edilir.[1]
Kader kavramı bir yönüyle Allah Teâlâ’nın ilim, kudret, irade ve tekvin sıfatlarıyla irtibatlı iken bir yönüyle de insanın meşieti, iradesi ve ihtiyarıyla irtibatlıdır. Kader kavramını sadece bir boyuttan bakarak anlamak güçtür. Kanaatimizce kader kavramı üç farklı boyuttan ele alınmalıdır. Buna üç farklı kader de demek mümkündür.
Birinci boyutuyla kader, bütünüyle Allah tarafından belirlenir. Bu belirlemede insanın ve seçimlerinin bir rolü ve etkisi yoktur. Örneğin; insanın hangi anne babadan doğacağı, doğup seçim yapabilecek çağa gelinceye kadar yaşayacağı coğrafya, biyolojik ve fiziki özellikleri, ne zaman ve nerede doğacağı ve öleceği vb. hususlar. İnsan, kaderin bu boyutuyla belirlenen işlerden sorumlu değildir.
İkinci boyutuyla kader, Allah tarafından insana öğretilen ve ondan yapması veya yapmaması gereken işlerle ilgili insanın iradesi ve seçimleriyle belirlenir. Örneğin, Allah Teâlâ peygamberleri aracılığıyla insanlara rehberlik etmesi için gönderdiği vahiylerde onlara ne yapmaları, kime, nasıl kulluk etmeleri gerektiğini öğretmiştir. İnsanlar, kendilerinden istenilenleri yaparak veya yapmayarak iradelerini ve ihtiyarlarını kullanarak bu boyutuyla kaderlerini kendileri belirlerler. Bu seçimleri sebebiyle ödül veya cezayı hak ederler. Çünkü kaderin bu boyutundan sorumludurlar.
Üçüncü boyutuyla kader ise, insanın kendi iradesinin dışında bazen Allah Teâlâ bazen de başka insanlar aracılılığıyla başlayıp devamında insanın kendi iradesinin devreye girmesiyle oluşur. Buna imtihan boyuta da denebilir. Örneğin; insanın elinden gelen bütün tedbirleri almasına rağmen yola atılan bir çivinin aracın lastiğinin patlamasına sebep olup kaza sonucu yaralanması veya fiziksel engelli olması gibi. Veya Allah Teâlâ’nın da buyurduğu üzere bazen; “Çetin korkularla, açlık ve yoksullukla, servetin, sağlığın ve ürünlerin elden alınmasıyla”[2] karşı karşıya bırakılabilir insan. Böyle durumlarda insanın kendisinin olayın başlangıcında bir dahli yoktur. Ancak olay olduktan sonra başına gelen hadiseye sabretmek veya isyan etmek kendisinin iradesi sonucu oluşacak tavırlardır. Kaderin bu boyutu insan için bir ibtiladır-imtihandır. Takınacağı tavra göre de müjdelenmeyi[3] veya kınanmayı[4] hak edecektir. Kaderin bu boyutu bazen şöyle de gerçekleşebilir: İlk adımı insanın kendisi iradesini kullanarak atar. Fakat yapmak istediği şey, isteği doğrultusunda neticelenmez. Zira göz ardı etmemek gerekir ki insanın iradesi mutlak değildir. Bazen bir işi yapmak adına irade ve ihtiyar kullanıldığı halde kişinin iradesinin üzerindeki ilahi irade devreye girer ve kişi istediği halde istediği şey gerçekleşmez. Sezai Karakoç üstadın “Kaderin üstünde bir kader vardır.” dediği şey bu olsa gerektir. Bu durumda insan sınanmış olur. Bu yüzden insandan bir şey yapmak konusunda iradesini ve ihtiyarını ortaya koyduğunda onu Allah’ın irade ve meşietine bağlaması[5] istenmiştir.
Kader meselesi bu üç boyutuyla ele alındığında doğru kavranmış olur. Aksi halde şu iki uç noktaya düşmek kaçınılmaz olur. Birincisi, Allah kaderi, alnımıza yazmıştır. Başımıza gelen her şey kaderimizdir. Hiçbir müdahale yetkimiz yoktur. İkincisi, kaderimizi her şeyiyle biz belirleriz, Allah’ın bir müdahalesi söz konusu değildir. Her iki yaklaşım sahipleri de bazı ayetleri kendilerine argüman olarak kullanmaktadırlar. Hâlbuki Kur’an’da kader ve onunla irtibatlı kavramların zikredildiği ayetlere bütüncül bir bakış açısıyla bakıldığında meselenin böyle olmadığı rahatlıkla anlaşılacaktır. İnsanın sorumlu tutulacağı kader boyutunun onun irade ve ihtiyarının devrede olduğu alan olduğu görülecektir. Onu aşan boyutta da kendi irade ve ihtiyarını kullanarak tedbir alacak, bir anlamda bir kaderden diğer bir kadere geçiş yapacaktır. Tıpkı Hz. Ömer’in yaptığı gibi. Hz. Ömer, Şam yolundayken şehirde veba salgını başladığı haberini alır. Ve dönmeye karar verir. Ordularının kumandanı Ebu Ubeyde b. Cerrah Hz. Ömer’e sorar:
-Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?
Hz. Ömer cevap verir:
-“Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz.”[6]
Bütün bunları deprem üzerinden örneklendirdiğimizde şunu ifade etmek mümkün olur; Depremin olması kaderin birinci boyutunu oluşturur ve insanlar bunu engelleme imkânına sahip değildirler. Depremin yol açabileceği olumsuz durumlar hususunda insanlar, üzerlerine düşen tedbirleri alarak yaşadıkları evlerini sağlam ve fay hatlarından uzak bir alana inşa ederek veya ihmalkâr davranarak yapmaları gerekeni yapmazlarsa her iki durumda kendi kaderlerini kendileri belirlemiş olurlar. Bu kaderin ikinci boyutudur. İnsanlar tedbir almalarına rağmen can veya mal kaybına maruz kalırlarsa bu da kaderin üçüncü boyutunu ifade eder. İnsanlar canlarıyla ve mallarıyla denenmiş olurlar. Böyle bir imtihanla karşı karşıya kalanlar isyan etmeyip sabrederlerse ilahi müjdeye nail olurlar.
[1] Yunus Şevki Yavuz, “Kader”, DİA, (İstanbul: 2001), 42/58
[2] el-Bakara 2/155
[3] el-Bakara 2/155
[4] el-Ankebut 29/10
[5] el-Kehf 18/23-24
[6] Buhârî, Tıb, 30